İngiltere tarihinde önemli dönüm noktalarından biri kabul edilen Viktorya çağı/Victorian Era, Kraliçe Viktorya’dan adını almış olup 20 Haziran 1837’de başlayıp 22 Ocak 1901 yıılında sona ermiş olan, tarihte benzeri görülmemiş çelişkilerin peydah olduğu, kadınların bir bez parçası kadar bile değerinin olmadığı, sınıf çatışmalarının zirve yaptığı ve İngiliz şair ve yazarlara fazlasıyla ilham kaynağı olan bir devir olarak bilinmektedir.
Kraliçe Viktorya’nın ölümünden sonra Birleşik Krallık’ta sırasıyla Georgian, Edwardian dönemleri yaşanmıştır. Bu dönemleri takiben Kıta Avrupasına bir süre hakim olan, barışın, huzurun, sanatın, optimizmin, sömürge imparatorluklarının, bilimsel ve teknolojik inovasyona şahitlik eden bir La Bella Epoque (Güzel Çağ) yaşanmıştır. Belle Epoque devri, 1870’teki Fransa-Prusya savaşı ile başlayıp 1914’te patlak veren 1. Dünya savaşına kadar devam etmiştir. Bu dört farklı çağ/devir kendi içinde çok önemli olmakla birlikte, asıl konumuz benim ve birçok araştırmacının dikkatini çeken garipliklerle dolu Viktorya Çağı’dır.
Viktorya Çağı’nda Kraliçe, insanları daha ahlaklı bireylere dönüştürmek, geleneksel aile yapısını korumak, evlilik dışı cinsel ilişkiyi azaltmak kısacası daha ahlaklı bir İngiliz toplumu yaratmak adına birçok reformlar yapmış ve sonuçta tüm yapılanlar ters teperek bugunkü Agnostik, özgür düşünen (free-thinker) ve seküler İngiliz toplumunun doğmasına sebep olmuştur. Bu trajikomik çağda, sınıflar arası eşitsizlikler had safhaya ulaşmış, Aristokrat kadınlar ile yoksul kadınlar bambaşka hayat tarzlarını yaşamışlardır. Örneğin; Lady, Düşes ve Barones unvanlarına sahip Aristokrat kadınları, tiyatrolara, müzikallere gidiyor, kütüphane’de kitap okuyor, lüks şato ve saraylarda zengin bir hayat sürüyor iken, yoksul İngiliz kadını fahişelik yaparak ya da daha sonraları çok kötü şartlarda maden ocaklarında çalışarak geçimlerini sağlıyorlardı. Bu dönemi önemli kılan bir başka özellik ise Sanayi Devriminin bu yıllarda ortaya çıkmış olmasıdır.
1832’de uygulamaya konulan reform yasası bu dönemin fitilini ateşlemiştir. Reform yasası ile birlikte insanlar ahlaki ve siyasi kıskaca alınmışlar ve bu da onlarda psikolojik ve nevrotik sorunlara yol açmıştır. Bu çağ boyunca İngiliz insanı kişilik bozuklukları, ani öfkelenme, günlük hafıza kaybı gibi şikayetlerden fazlasıyla dert yanmıştır. İngiltere’nin kurucu kilisesinin Evangelik kanadı ve Metodistler, ahlaki standartları yüksek, daha dindar bir toplum yaratmak için kolları sıvamış, bireylerin sosyal hayatlarında travmaya yola açan sınırlamalar, bir dizi kurallar getirmişlerdir. Görgü kurallarına riayet etmeyen kadınların ölüm cezasına çarptırıldığı bu dönemde örneğin kadının erkeğe soru sorması ya da onun düşüncelerini eleştirmesi yasaktı. Karşılıklı bir konuşmada örneğin kadın, kocasının annesinden bahsediyorsa, ‘’o iyi mi ?’’ (is she alright?) şeklinde sormak yerine ‘’Umarım annen iyidir’’ (I hope your mother is doing well) demekle yetiniyordu. Konuşurken bir başkasının sözünü kesmek çok kaba bir davranıştı. Unutulmamalıdır ki, tüm bunlar olurken İngilizler Afrika ve Asya’da birçok yeri sömürge haline getirerek gücüne güç katmış ve Dünya’nın yayılmacı en büyük ve en zengin İmparatorluğunu kurmuştu. Bu da tabii olarak halkın özgüveninde bir patlamaya yol açmıştır.
Viktorya etiği öyle bir dönemdi ki; daha önce kaba, dobra, gaddar, açıksözlü, alaycı, kavgacı olarak bilinen İngilizler çok kibar, düzenli, iffetli ve ikiyüzlü bireyler oluvermişlerdi. İngilizleri ikiyüzlü yapan şeyler, dönemin kendi içindeki akıl almaz çelişkileridir. Sanatın sevilmemesi ve edebiyatın yalnızca eğlence aracı olarak kullanılması, cinsel mevzularda yapay çekingenlik, Kilise öğretilerine karşı bilimsel çalışmaların artması vb. özellikler bu ikiyüzlülüğü bize gösteren çok sayıda örnekten yalnızca birkaçıdır.
İngiliz yüksek sosyetesinde zenginler kumar oynar, at yarıştırırlar ve yarı çıplak tiyatrolara giderlermiş. 19. yy’a gelindiğinde ise İngiliz Aristokrat sınıfın hovardalığı ya da toplumdaki yaygın fuhuş ortamı tamamen ortadan kalkmış. İngiltere’de sanayi devrimi ile birlikte ortaya çıkan orta sınıf, daha demoktratik ve eşit bir toplumun yaratılmasında öncü güç olmuştur. Ayrıca orta-sınıf yüksek ahlak standartlarını takip etmişlerdir. Ahlak kuramcısı Henry Mayhew, 19. yy’ın sonlarında İngiliz kenar mahallelerinde metres hayatı yaşayıp, evlilik dışı çocuk sahibi olanların sayıca fazla oluşunda bahsetmiştir. Oysa yapılan bir araştırmaya göre çalışan ve yoksul sınıfta metres hayatı yaşayıp çocuk sahibi olanların sayısı yüzde 5’den azdır. Günümüz İngilteresinde ise metres hayatı yaşayan, erken yaşta ve evlilik dışı çocuk sahibi olan çiftlerin oranı %50’yi geçmiş durumdadır.
Kraliçe Viktorya’nın baskıcı tutumu suçlu sayısında önemli bir artışa neden olmuştur. 1805 yılında suça karışan 4.065 kişi varken, bu sayı 1835’te 14,437 ve 1842’de 31,309’ ulaşmıştır. 18. yy’da İngiliz suçluları ağır şekilde cezalandırırken zamanla bu cezalar kürek mahkumiyet cezasına dönüştürülmüş ve suçlular Avusturalya’ya gemilerle taşınmış ve buralarda bedelini ödemek için ağır şekilde çalıştırılmış ve yurtlarından ayrı bırakılmışlardır. İngiliz ceza sistemi, suçlu sayısında bir azalma sağlamamıştı. Hatta Avustralya’ya sürgün cezası bile suç oranlarını düşürmemişti. 1890’da İngilterede’ki hapishanelerde 20,000 mahkum vardı. 1870’lerde tartışmalı biçimde ceza sistemi değişti. Acımasız ve sert cezalar yerine suçluyu eğiten ve onu iyi bir birey yapma amacı güden ve hapishanede iken dahi hayatını küçük çapta yaptığı el işleriyle kazanabileceği bir sistem geldi. Bu yeni sistem, İngiliz hapishanelerinin nüfusunu ciddi şekilde azalttı.
Viktorya döneminde belalı bir cüzzam olarak görülen seks işçiliği, Kraliçe’nin aksine Feministler tarafından kadının ekonomik bağımsızlığınnı kazanmasının bir aracı olarak görülüyordu. Tarih kitaplarına göre, 1857’de sadece Londra’daki fahişe sayısı 8,600 idi. Bu yıllarda, Seks işçiliği part-time iş olarak yapılıyordu. Bu işten bir miktar para kazanan her kadın daha iyi ve daha iffetli işlere geçiş yapıyorlardı. İngiltere’de seks işçiliğini destekleyen ve ona karşı çıkan kimseler karşı karşıya gelmişti. Fuhuşun her yerde kol gezdiği karanlık yıllar olan 1864, 1866 ve 1869’da Bulaşıcı Hastalık Yasasının uygulanmaya başlamasından sonra, polis memurları sokaklarda fahişe oldukları düşünülen kadınları durdurma ve onları sorguya çekme yetkisini kullanmaya başladı. Şayet fahişe kadında cinsel yolla bulaşan bir hastalık tespit edilirse, kadın bir hastaneye götürülüyor ve orada uzunca bir süre tıpkı bir mahkum gibi kilitli tutuluyordu. 1869’da aralarında Florence Nightengale’in de bulunduğu 124 tıp reformcusunnun imzasıyla yasa kaldırılmış oldu. Bu tarihten sonra seks işçiliği, İngiltere’de normal kabul edilmeye başlandı.
Kraliçe Viktoryanın, toplumda fuhuşun ve ahlaksızlığın azaltılması için bir dizi önlem aldığını önceki bölümlerde belirtmiştim. Çiftlerin özel hayatına karışma ve cinsel hayatın kontrolü de bunlar arasındadır. Bu yıllarda kadınlar kamusal alanda iç çamaşırlarından bahsedemezdi. Bu, erkeklerde cinsel dürtüyü tetikleyebilir ve sekse yol açabilirdi. Sıcak banyo yapmak, kadının şehvetini artıracağından duşlar soğuk suyla alınırdı. Kadınların bisiklet sürmek de dahil olmak üzere fiziksel aktivite yapmaları yasaktı. Ruj kullanmak yalnızca fahişelere özgüydü ve bir ev kadını asla ruj süremezdi. Birisi konuşurken ona soru sormak çok ayıptı. O zamanlar kadınlar regl olduklarında ped olmadığı için yalnızca katlı elbiseler giyerek kanın bu elbiselere bulaşması ve yere akmaması sağlanıyordu. Bu katlı elbiseler zamanla o kadar büyüdü ki, İngiliz kadınlar kapıdan dahi geçemeyecek hale geldiler. Erkek çocukları okul yaşına dek kız elbiseleri giyerlerdi. Çocukların %50’si 5 yaşına gelmeden ölüyordu. Doktorlar, kadın hastalarının anksiyetesini azaltmak için onlara elle mastürbasyon yapıyorlardı.
Kraliçe Viktorya, bugünkü bozuk, ahlaksız İngiliz toplumunun sorumlusu olarak tarihe geçmiştir. Bir anlamda, kaş yapayım derken göz çıkarmıştır.
Furkan ARISOY