Mealist barakanın dayanmaya hırs yaptığı en çürük ve küflenmiş payanda: Kur’an’ın Hz. Peygamber devrinden bugüne yazının sarsılmaz (!) güvenilirliğiyle ulaştığı, oysa hadislerin Hz. Peygamber döneminde yazılmadığı (!) ve yazılmadığı için de korunmadığı hezeyanıdır. Önceki yazıda bahsini ettiğimiz Hz. Peygamber aleyhisselam devrinde hadis yazan sahabenin okur-yazar takımı gerçeği, bu talihsiz sloganik ezber klişesini tarihsel veriler ve günümüze ulaşan varakların desteğiyle zavallı sesler çıkartarak çatırdatmıştı zaten.Şimdi de bu ömrü günübirlik söylemin gün batımına varmadan forsunun nasıl söndüğünü ve gece saat yarıma varmadan balkabağının nasıl fareye dönüştüğünü seyreyleyelim ki Sindrellacılık oyunu daha fazla kabak tadı vermesin:
Elimizde bulunan Hicri ilk 300 yıla ait Kur’an mushaflarından ve bütün tarih kitaplarından çok net olarak biliyoruz ki en eski mushaflarımızda harflerin noktaları, harekeleri ve hatta çoğu satır başı ve kelime başı elif harfleri bile yoktu. Kadim Arap yazısının bu durumunun Nabat yazısından kaynak aldığını Arapça etimologlarının çalışmalarından biliyoruz.
(Halil Yahya Nâmî, Aslü’l-Hatti’l-Arabî, s. 85-86)
Yani ilk dönem mushaflarında; fe (ف) harfi, gaf (ق) harfi, vav (و) harfi aynı şekilde noktasız yazılıyordu ve hiçbir ayırd edici özellikleri de yoktu. Açık te (ت) harfi, peltek se (ث) harfi, nun (ن) harfi, be (ب) harfi, ye (ي) harfinin de hiçbir farkı yoktu; hepsi noktasızdı…
Cim (ج), ha (ح) ve hırıltılı ha (خ) harfleri de noktasız olduklarından ayrımı mümkün değildi. Tı (ط) ile zı (ظ) harflerinin, sin (س) ile şın (ش) harflerinin, ayın (ع) ile ğayın (غ) harflerinin, zel (ذ) ile dal (د) harfinin, ra (ر) ile ze (ز) harflerinin hiçbir farkından bahsedemiyorduk.

En eski mushaflarımızda harflerin noktaları, harekeleri ve hatta çoğu satır başı ve kelime başı elif harfleri bile yoktu.
Kur’an ayetlerinin inmeye başladığı 610 yılından yaklaşık 70 kadar sene sonra ilk harekelendirmeyi Ebû’l-Esved ed-Düelî Zâlim b. Amr, (v. 688) yapmıştır ancak; bugünkü haliyle değil yalnızca nokta koyarak. Yani üstün için harfin üstüne bir nokta, esre için altına bir nokta, ötre için yanına bir nokta.. Fakat kelime içinde birleşen harfler ötre aldığında bunu gösterememiştir, çünkü ortadaki harfin sağı ve solu başka bir harfle dolu olduğundan nokta konulacak bir yan boşluk mevcut değildi.Yani Ebû’l-Esved’in düzenlemesine göre kelime ortasındaki harflerin ötrelenmesi de mümkün olmadığından bu harflerin cezim, şedde, ötre ya da iki ötre alıp almadıkları belirsizdi. Çünkü Ebû’l-Esved şedde ve cezim harekelerini de eklememiştir. Üstelik o döneme ait mushaflardan bizlere ulaşan nüshaları incelediğimizde anlıyoruz ki tüm kelimeler ve tüm harfler bu düzenlemeye rağmen yine de eksiksiz noktalanmış değildi.
Hz.Ali döneminde bir zat, halifenin huzuruna çıkıp Hâkka Sûresi’nin 37. ayeti olan “Lâ ye’külühû ille’l-hâtiûn” (İrin ve kan karışımını, bilerek ve ısrarla hata edenlerden başkası yemez) âyetini okur, ama ayeti “Lâ ye’külû ille’l-hâtûn (İrin ve kan karışımını, adım atanlardan başkası yemez)” şeklinde okur, sonra kafası karışır: “Ey mü’minlerin emîri, hangimiz adım atmıyoruz ki! Şimdi hepimiz bu kan ve irinden içecek miyiz?” der. Bu söz üzerine Hz. Ali, tebessüm ederek; “Sen onu yanlış okuyorsun.” diyerek ayetin te harfinin altına esre konulmak şeklinde okunduğunu izah eder. Bu tarz örnekler o dönemde çok fazladır. Eğer o ayet Hz. Ali’nin ezberinde olmasaydı, bu tarz yanlış okumaların önüne ne geçebilirdi? Yazı mı? Zaten yazı bu kargaşaya sebep oldu..
Ebû’l-Esved’in; kendisinden Kur’an’ın harekelenmesini isteyen Basra valisi Ziyad b.Ebihi‘nin teklifine, başlarda mushafa ekleme yapmamak adına sıcak bakmadığı ancak; Kur’an okuyan birinin Tevbe Suresi 3. ayetteki أَنَّ اللّهَ بَرِيءٌ مِّنَ الْمُشْرِكِينَ وَرَسُولُهُ ibaresinin sonunu rasulühü şeklinde değil de rasulihi şeklinde okuyarak; ayetin “Allah da Resûlü de müşriklerden uzaktır.” şeklinde olan anlamını “Allah, müşriklerden ve Resûlü’nden uzaktır.” gibi tehlikeli bir yere çektiğini duyunca harekelendirmenin zaruretini anlayıp bu işe giriştiğini biliyoruz. Nitekim o dönemde ilim adamlarının büyük bir kısmı bu harekelendirme işine yine de sıcak bakmadıkları için Ebû’l-Esved harekelendirme yapmış bile olsa tüm beldelerdeki mushaflar yine de harekelendirilmiş değildi.
Bir diğer sorun da bu düzenlemede konulan noktalar harflerin noktaları olmadığı için mushafın okunuşu ezber olmayanlar için neredeyse imkansız gibiydi. Çok farklı okuyuşlar ve uçuk düzeylerde farklı anlamlar çıkıyordu. Siz se’yi te veya ne veya ye veya be okursanız; ya da gaf, fe ve vavı birbirinin yerine okursanız; ya da hırıltılı ha’yı hırıltısız okursanız veya ce sesiyle okursanız çıkacak anlam kargaşasını düşünebiliyor musunuz? Tı’yı zı okuyun sin’i şın ya da dal’i zel; ra’yı ze.. Öyle bir bulamaç olur ki mushafta; artık Ebû’l-Esved’in üstün ve esreye bir çözüm bulmuş olması da sizi kurtarmaz.
Basralı Ebû’l-Esved’in talebeleri Nasr b. Âsım el-Leysî (v. 90) ve Yahya b. Ya‘mer el-Advânî (v. 129) de ondan sonra topladıkları mushaflara hocalarından öğrendikleri şekliyle noktalama yapmışlardır, fakat bu noktalar harflerin noktaları değil, hareke noktalarıydı. Yani 120’li senelere kadar noktalama işi ancak tamamlanabilmişti, daha önce de belirttiğim gibi; tüm beldelerdeki mushafların tamamı yine de harekeli ve noktalı değildi. Bununla birlikte hareke ve nokta konulmuş mushaflarda da tüm harfler ve tüm harekeler noktalandırılmış değildi.
Harekelerden bazılarının konulmuş olması anlam değişikliğinin önüne geçemediğinden Haccac b. Yusuf es-Sekafî’nin emriyle Nasr b. Âsım (v. 90) bazı harflerin noktalarını koymuştur ancak bugünkü haliyle tüm noktalı harfleri şekillendirmemiştir. Kaynaklar ve günümüze ulaşan mushaflar, mesela gaf harfinin 3. yüzyıla kadar fe harfinden ayırt edilemediğini, bugünkü gibi iki noktalı halini almasının birkaç asrı aldığını gösteriyor. Bu düzenleme ile harf noktaları ve hareke noktaları karışma tehlikesi boy gösterince hareke noktaları kırmızı mürekkeb ile işaretlenmiştir. Bu harf noktalaması kesinlikle H.75 yılından önce yapılmamıştır çünkü; Haccac’ın Irak valiliği 75. seneden sonradır.
Bütün bu uğraşlar yine de anlam kayıpları ve riskli mana değişikliklerinin önüne geçemedi çünkü; şeddesiz ve cezimsizdi Kur’an. Bunun dışında ötre de kelimenin birleşik ara harfleri için konulamıyordu çünkü ötre için harfin yanına nokta konuluyordu. Bu ise yan harfin aldığı üstün harekesi gibi anlaşılmaya müsaitti. Çünkü esre, ötre ve üstün harekeleri bugünkü gibi farklı şekillerde değillerdi; hepsi de sadece bir noktaydı ve harfin üstünde, altında, yanında yer almalarıyla ayrıştırılabiliyorlardı.
Daha sonra Halil b. Ahmed el-Ferâhidî (v. 170) bugünkü harekelere benzer işaretler koymuştur. Fakat uzun seneler boyunca mesela kef harfinin karnında bulunan kavisli alamet yoktu ve bu da kef harfinin lam harfiyle karıştırılmasına yol açıyordu. Ali b. Hilâl’in Bağdat’ta 391 yılında yazdığı mushafta görüyoruz ki harfler henüz tam anlamıyla günümüzdeki alametlerinin H. 4.asırda bile almış değildi. Gaf harfinin üzerinde iki nokta yoktu. Gaf harfinin bugünkü halini alması da en erken 3. asrı bulmuştur. Kef harfi ile lam harfinin karıştırılması önemsiz bir ayrıntı değil. Çünkü başına kef harfi getirilmiş bir kelime ‘gibi‘ anlamını kazanırken; başına lam harfi getirilmiş bir kelime ise ‘için‘ anlamını kazanır. Yani H.4.asırda bile Kur’an’ı ezbere bilmeyen biri pekala sadece bu iki harf benzerliği yüzünden bile yüzlerce ayeti yanlış okuyup anlayabilirdi.
Hicretten 400 yıl sonrasında bile ezbere muhtaç olan,anlamı çok yönlü kılan ve manayı karıştıran bir yazı mı korumuş Kur’a’nı; buyrun söyleyin! Bu 400 yıl içerisinde ezbere bilinmiyor olsaydı, her asırda binlerce hafız mevcut bulunmamış olsaydı Kur’an nasıl korunacaktı? Kimisi lamı kef okuyarak ‘için’i ‘gibi’ yapacaktı, kimi ötreli harfi cezimli okuyacak, şeddeliyi şeddesiz okuyacak, kimi fe’yi gaf okuyacak, münakaşalar, herkesin kendi işine gelen anlamı yüklemesi.. Alıp başını gidecekti.. Bu sımsıkı tutunduğunuz ‘yazı‘ argümanı o kadar cılız ve tehlikeli ki, Kur’an yazı ile değil yazıya rağmen ezberle korunmuştur savını kabule yanaşmamanız açıkça Kur’an’ın değiştirilmiş olabileceği şüphesine açık kapı bırakıyor… Böyle noktasız, harekesiz bir yazı (Nabat yazısı) Kur’an’ı korumak bir yana onu tahrif tehlikesiyle yüz yüze bırakmıştır!

Kur’an’da nokta ve harekenin olmayışı Kur’an’ın tahrifi tehlikesine kapı aralayabileceği için noktalama ve harekeleme yapılmıştır.
Bakın; tüm harekeler ve harfler mevcut bile olsa sadece şeddenin eksikliği anlamı ne hale getiriyor, manayı taa Kaf Dağı’nın ardına kaçırıyor:
-A’raf 157’deki peygambere saygı gösterirler anlamındaki عَزَّرُوهُ kelimesi ortadaki ze harfi şeddesiz okunduğunda ‘peygamberi azarlarlar, eleştirirler‘ kadar zıd bir anlama gelir. Bugün peygamber aleyhisselamın da ‘günahkar‘ olduğunu pervasızca dile getirebilen malum çevrelerin ilk asırlardaki selefleri ve müslüman görünümlü münafıklar İslam’ın temel kaynağına leke bulaştırmak gibi kirli bir iştahla bu ayeti şeddesiz okuyabilirlerdi çünkü; yazıda şedde bulunmuyordu hicri ikinci asrın sonuna kadar.. Ve eğer ezber faktörü olmamış olsaydı bu insanları ikna etmenize bu kargaşa sebebi yazı asla delil sunamayacaktı.
-Kamer 17, Kamer 22, Kamer 32, Kamer 40’daki,يَسَّرْنَا ifadeleri şeddeli okunduğunda ‘Kur’an’ı kolaylaştırdık’ anlamındadır; oysa şeddesiz okunursa ‘Kur’an’a boyun eğdik‘ anlamına gelir.
-Meryem 97 ve Duhan 58’deki يَسَّرْنَاهُ fiili şeddeli okunduğunda ‘Biz onu senin dilinle kolaylaştırdık‘ anlamındayken, şeddesiz okunduğunda ‘Biz ona senin dilinle boyun eğdik‘ gibi tehlikeli bir anlama uzanıyor.
-Duha 3’teki وَدَّعَكَ مَا ‘seni terketmedi‘ وَدَعَكَ مَا şeklinde şeddesiz okunursa ‘Sana yumuşak davranmadı‘ anlamına gelir.
– Ankebut 5’teki أَجَلَ kelimesindeki lam harfi şeddeli okunursa ‘Allah’ın takdir ettiği gün gelecektir‘ anlamı ‘Allah’ın yüceltileceği gün gelecektir‘ anlamına evrilir.
-Müzzemmil 20’deki مَا تَيَسَّرَ ifadesi şeddeli okunduğunda ayet kesiti ‘Kur’an’dan kolayına gideni oku‘ anlamına gelir; şeddesiz okunursa ‘Kur’an’dan boyun eğdiğini oku‘ anlamını kazanır. Sanki Hz.Peygamber’in boyun eğmediği ayet varmış gibi muğlak bir yere çekilir anlamı.
-Ahzab 48’de وَدَعْ Kafirleri terket deniliyor ama eğer ortadaki harf şeddeli okunursa (وَدَّعْ ) ‘Kafirlere ver, kafirlere emanet et‘ anlamına gelir..
-Yusuf 53’te geçen أُبَرِّئُ çekiminin kök fiili بَرَّأَ ‘aklamak, arıtmak‘ anlamına geldiği halde bu fiilin şeddesiz hali olan بَرَأَ ‘yaratmak‘ anlamına gelir.
-En’am 31’deki فَرَّطْنَا kelimesi şeddeli okunduğunda aşırıya gittik anlamına geliyorken,şeddesiz okunduğunda gevşek davrandık anlamına gelir. Bu fiilin şeddeli/şeddesiz okunuşları arasındaki böylesi bir anlam farklılaşması hatta anlamın zıddına evrilmesi Kur’an’da 8 yerde vardır.
-En’am 19’daki بَلَغَ مَن ifadesi şeddeli okunursa ‘ulaşan kimseler‘ şeddesiz okununca ‘güzel konuşan kimseler‘ anlamını kazanıyor.
-Yunus 98’deki ve Enbiya 44’teki مَتَّعْنَا kelimesi şeddeli okunduğunda ‘faydalandırdık‘ analmında iken şeddesiz okunduğunda ‘götürdük‘ anlamını kazanıyor.
– Şuara 207’de, Onların metalandırıldıkları şeyler, onlara fayda vermez ifadesindeki يُمَتَّعُونَ fiili şeddesiz olduğunda ‘Onların götürüldükleri şeyler, onlara fayda vermez’ anlamını katar.
-Maide 52’deki مَا أَسَرُّوا ifadesi şeddeli okunduğunda ‘gizlediklerine pişman olurlar‘ anlamına geliyorken, şeddesiz okunduğunda ‘esir aldıklarına pişman olurlar‘ anlamını kazanır.
-Yusuf 19’daki أَسَرُّوا ifadesi şeddeliyken anlam ‘ticaret malı olarak gizlediler‘ iken, şeddesiz okunduğunda ‘ticaret malı olarak esir aldılar‘ (Hz.Yusuf’u) anlamına evrilir.
-Hud 105’te geçen تَكَلَّمُ kelimesi şeddeliyken ‘kimse konuşmaz‘ şeklinde anlaşılır, şeddesizken ise ‘kimse yaralamaz‘ şeklinde anlaşılır.
-Kur’an’da 50 yerde geçen عَذَّبَ köklü fiil şeddeli haliyle ‘azab etmek‘ türevi anlamlara geliyorken, şeddesiz okunduğunda ise ‘engel olmak‘ türevi anlamlara gelir.
–Kur’an’da 29 ayette قَطَعَ köklü fiil vardır ve bu fiil, ortasındaki ط harfi şeddesiz okunduğunda ‘kesmek‘ türevi anlamlara gelirken şeddeli okunduğunda ‘parçalamak‘ türevli anlamlara gelir.
-Şeddesiz Kur’anda فَعَّلَ kalıbındaki hiç bir fiili doğru okuyamazsınız, تَفَعُّل kalıbındaki kelimeleri de okuyabilmeniz mümkün olmaz. Fiillerin dışında şeddeli, cezimli kelimelerin sayısının tesbiti bile günlerinizi alır. Noktasız harf karışıklıkları, harekesizliğin sebep olduğu hatalar.. Bunların zihinde canlandırılması bile size: ‘Ee elimizde ne kaldı geriye doğru okunabilecek ayet?‘ diye sordurtmaya yeter bile..
Yazının sebep olduğu bu belirsizlik ve her tarafa çekilebilir anlam elastikiyetine rağmen Kur’an’ın nasıl olup da tek bir nüsha halinde ulaşabildiği sorusunun da tek bir cevabı vardır: Kur’an’ı koruma vazifesini deruhte eden yüzlerce, binlerce hafızın kesintisiz ezber silsilesi, ilimden başını bile kaldırmaya fırsat bulamayıp evlenmeye dahi fırsat bulamayan ilim ehlinin her gün karşılıklı takviye ettikleri her şehrin, her kabilenin hafızları… Allah kitabını toplumun her kesimine inci gibi serpiştirdiği sayısız hafızın ezber dokusunu ilmik ilmik örgüleyerek, lif lif dokuyarak; şehirlerin, beldelerin, evlerin arasında ağ gibi gerdirdiği birbirleriyle bağlantılı, biri diğerinin ezberini günübirlik takviye eden, destekleyip sağlamlaştıran hafızlar ordusunun eliyle, onların hafızasında muhafaza etmiştir. Hani dillerinden düşürmedikleri ‘Allah kitabını korur‘ ifadesi var ya.. Allah’ın kitabını korumak için yazıya muhtaç olduğunu mu düşünüyorlar? Yani Allah kitabını korumak için yazıya mahkum ve esir midir?
İster ezberle korur ister yazıyla, koruyan Allah olduktan sonra yazıya nasıl bir zorunluluğu var ki bu ‘yazı’ argümanına nefes almaya tutundukları gibi tutunuyorlar? Sonra böyle hayal kırıklığına uğrayıp rezil olduklarıyla kekelemek zorunda kalıyorlar. Değer mi bilmedikleri meselede böyle ipliklerini pazara çıkarmaya..? Allah’ın kitabını korumak için vesile olarak kullandığı yönteme, yani ezbere yine mecbur oluyorlar. Ezberi bu kadar eleştirerek bindikleri dalı kestiklerinin farkındadeğiller, Allah’ın kitabını koruma vazifesini emanet edecek kadar sağlam bir kanaldır ezber aktarımı.. Eğer bu aktarım kanalını aşındırmaya, itibarsızlaştırmaya kalkarlarsa ortada 4 asır boyunca ezbere tutunarak aktarılmış bir ‘Allah’ın kitabı‘ tehlike sahasına itilmiş oluyor…
Tüm bunlardan; hadislerin de Kur’an gibi Hz.Peygamber döneminde yazıldığı ama bununla birlikte Kur’an’ın da hadislerin de ilk dönemlerde yazı ile değil ezberle korunduğu, çünkü o dönem yazısının anlamı muhafaza edebilecek formatta olmadığı sonucu çıkar..
İ’cam hareketlerinin tarihi gelişim sürecinin panoramik bir següzeştini bu değerli çalışmadan istifadeyle muhtasaran dercettim: Dr. Gânim Kadvurî el-Hamed’in “İlmü’l-Kitâbeti’l-Arabiyye” (Amman 2004) Çeviren: Yrd. Doç. Dr. Ahmet GEDİK Kastamonu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi (Sağ tıkla farklı kaydet)
Hüseyin Asudegi
Allah razı olsun müstefid olduk.