Max Weber, yaklaşımı ve yöntemleri itibariyle sosyolojik analize rehberlik ettiği için genellikle en önemli klasik sosyoloji teorisyeni olarak kabul edilir. Marx gibi Weber’in de sosyolojiye ek olarak siyaset, tarih, dil, din, hukuk, ekonomi ve idare geniş bir ilgi alanı vardır. Onun tarihsel ve ekonomik analizi, Marx’ınki kadar ayrıntılı veya sistematik bir kapitalizm ve kapitalist gelişme modeli sağlamaz. Ancak analizinin kapsamı, Marx’ınkinden daha geniş bir yelpazeye yayılır; geniş tarihsel değişimleri, kapitalizmin kökenlerini, kapitalizmin gelişimini, politik meseleleri, gelecekteki toplumun doğasını ve din, fikirler, değerler, anlam ve sosyal eylem gibi Marx’ın küçümsediği kavramları ve yaklaşımları inceler. O, bunu yaparken tıpkı Durkheim’ın yaptığı gibi sosyolojik analizinin yöntemini ortaya koymaya çalışır. ‘Sosyal Bilimler Metodolojisi (Methodology of Social Sciences)’ adlı kitabında işbu konuyu enikonu işler.

Weber, “ilgilendiği sosyal bilim türünün, somut gerçekliğin ampirik bir bilimi” olduğunu açıkladıktan sonra şöyle der;

Amacımız, içinde hareket ettiğimiz gerçekliğin karakteristik benzersizliğini anlamaktır. Bir yandan çağdaş tezahürlerinde bireysel olayların ilişkilerini ve kültürel önemini, diğer yandan da tarihsel olarak öyle olmalarının nedenlerini anlamak istiyoruz.

Weber’e göre, evrensel yasalarla ilgili fikirler, belirli insanların ve toplumun değerlerine dayanmalı ve bunlarla ilişkili olmalıdır. Başka bir deyişle, tam bir nesnellik olamaz. Daha ziyade, dünyanın değerlendirilmesi her zaman araştırmacının fikirleri ve algıları tarafından belirlenir.

Kültürel olayların önemi bu olaylara yönelik bir değer yönelimini varsayar. Kültür kavramı bir değer kavramı olduğu için araştırmacılar, neyin araştırma nesnesi olarak incelenebileceğini ve yaşamlarımız için ne önemi olduğunu yargılamak için kendi ‘değer tayin edici fikirlerini’ kullanırlar. Araştırmacı ‘kendi vicdanı ve kişisel dünya görüşüne göre ilgili değerler arasından tartarak seçim yapar’. Weber, kültürel veya sosyal bilimlerin ancak araştırmacının “kültürel değerleri” altında yürütülebileceğini savunmaktadır. Dahası, araştırmanın anlamlılığı ancak araştırmacının değeri kabul edildiğinde bulunabilir.

Bu açıdan Weber, bilim adamları tarafından keşfedilen gerçekler üzerinde “nesnel” bir gerçekliğin var olduğuna inanan insanlarla aynı fikirde değildir. Bu bakış açısı ona göre, değer yüklü araştırmacıların ‘kendi kendini kandırmasıdır’. Sonuç olarak Weber, soruşturma yürütmeye ilişkin ‘nesnel’ bir bakış açısı olasılığını reddetmektedir. Weber’e göre, tüm değerlendirici fikirler ‘özneldir’. Bu yüzden, doğa bilimcilerin sosyal bilimlerle ilgili çalışmalarla ilgili olarak tüm araştırmacıların değerlerinin dışlanması gerektiği görüşüne şiddetle karşı çıkmaktadır. Bunun nedeni, sosyal bilimlerde değer içermeyen bir araştırmanın imkansız olmasıdır.

Bununla birlikte, Weber, değerlerin konuyu seçme yaklaşımını etkilediğini iddia etmesine rağmen, araştırmacının analizlerinde değer yargısından arınmış olması gerektiğini iddia etmektedir. Daha spesifik olarak, yukarıda belirtildiği gibi, konunun seçimi ve kavram-inşası, araştırmacıların değer tayin edici fikirleri ile yürütülür. Bilimsel araştırmanın sonuçlarının evrensel kanunlar veya ortak kültürel değerler olamayacağı anlamına gelir. Araştırmacılar çalıştıkları şeyin mantıksal tutarlılığını değerden bağımsız bir şekilde ararlar. Bu anlamda, Weber’in sosyal bilimlerdeki ‘nesnelliği’, ampirik bilimlerin nesnelliği değildir. Bunun yerine Weber, kendi sınırlarının ve değerlerinin farkında olan, ancak mantıksal olarak tutarlı olmaya çabalayan nitelikli bir ‘nesnellik’ ve metodoloji savunmaktadır.

Sosyal bilimlerin doğa bilimlerinden (somut gerçekliğin deneysel bilimi) farklı yönlerine gelince, Weber evrensel yasaları keşfetmeye çalışan doğa bilimi modelini onaylamaz. Bununla birlikte, tarihçilerden farklı olarak, yorumlayıcı anlayışın sınırları nedeniyle, ‘sonsuz’ gerçekliği anlamak için ‘sezgisel araçlar‘ olarak teorik kavramlara ihtiyacımız olduğunu savunuyor. Bunu da ideal tip kavramıyla yapmaktadır.

Weber, gerçekliğin kanunlardan çıkarılabileceği ve belirli bir fenomenin bu kanunlardan tahmin edilebileceği görüşünü reddetmektedir. Başka bir deyişle Weber, bilimlerin amacının yasalar oluşturmak olduğu ifadesine katılmamaktadır. Bu yasalar, öznel bakış açılarına dayalı olarak keyfi biçimde formüle edilen ideal tiplerden başka bir şey değildir. Örneğin, Weber’in argümanında, ‘soyut ekonomik teori’, ‘serbest rekabet’ ve ‘rasyonel davranış’ gibi ‘ideal’ bir meta-piyasası resmi sunar, ancak bu ‘yapı’ ütopiktir çünkü kavramsal olarak elde edilir. Belirli bir gerçeklik unsurunun vurgulanmasından ibarettir. Bu durumda ideal tipler, bu ilişkinin karakteristik özelliklerini net bir şekilde açıklamak için analitik araçlar olarak kullanılabilir.

Weber’e göre, araştırmacılar tarafından seçilen belirli gerçeklerin karakteristik özellikleri bir araya getirildiğinde belirli bir ideal tip ortaya çıkar. Weber bunu ‘ideal-yapı’ olarak adlandırır. Örneğin, ideal bir ‘el işi’ kurgusu bulmaya çalışırsak, ideal-tipik ‘el sanatını’ karakterize eden aynı ilke her durumda ve her dönemde ortaya çıkar.

Weber, ideal bir tip inşa etme sürecinin bir ütopya gibi göründüğünü ifade etmektedir ancak; buradaki ütopya olumsuz olarak anlaşılmamalıdır. İdeal tipler hiçbir şekilde gerçeklerin yeniden üretimi değildir ve gerçeklerden uzak bir şey değildir. Aksine, insan davranışının ardındaki nedensel ilişkileri analiz etmek için rehberlik edecek kavramlardır. Yani, ideal tipler bir ‘amaç’ değil, kültürel fenomenin özgünlüğünü anlamak için bilişsel bir ‘araç’tır. Weber, ideal tipleri evrensel gerçek olarak değil, işlevsel araçlar olarak görüyor. Bu nedenle, ideal tipleri gerçek ‘gerçeklikle’ özdeşleştirmememiz gerektiğini vurgulamaktadır.

Bununla birlikte, Weber’e göre asıl problem, mantıksal işlemler vesilesiyle sonsuz faktörler arasından ortaya çıkardığımız belirli ‘etki ve nedenler’ ile spesifik gerçeklik arasında bir ilişki olduğunu nasıl ispatlayabiliriz? Örneğin, kapitalizmin kökenini bulmaya çalışırsak, önce kapitalizmin benzersiz özelliklerini keşfetmemiz gerekir. Daha sonra hangi önceki olayların bu özelliklerle ilişkili olduğunu analiz eder ve bu nedensel bileşenlerin belirli bir yönde nasıl iç içe geçtiğini gözlemleriz. Bu süreçle beraber hangi kaynakların kapitalizmin kökeni ile ilgili olduğu bulunabilecek ve bunların kapitalizmin tarihsel nedenleri olduğu sonucuna varılabilecektir. Dolayısıyla tarihsel gerçekler arasındaki nedensel ilişkilere dair içgörü kazanmak için ‘yaratıcı yapılar’ üretilir.

İdeal tipler bilimsel bir teori değil, metodolojik araçlardır. İdeal tipler, belirli bir toplumun ve çağın hakim değer kavramlarına bağlı olarak da değişmektedir. Bu nedenle, incelenen her dönem veya topluma uygun olarak yeni bir ideal tip kavramı üretilir.

Abdullah YARGI