Rasulullah (a.s) buyurdular ki: Bir mümin aynı delikten iki defa sokulmaz.
Hepimiz bir vesileyle duymuşuzdur bu hadis-i şerifi. Hatta bazılarımıza lise yıllarında hadisin Arapçası ezberletilmiştir veya hadis alanına ilgi duyan biriysek hadisin isnadını, geçtiği kitabı ve ilgili babı da biliyor olabiliriz. Lakin salt bir bilme eyleminin yeterli olmadığını kabul etmemiz ve bu bilme eylemini teyakkuz halinde olma, ferasetle, basiretle olayları anlamaya çalışma ile taçlandırmamız da gerekiyor. Peki bunları niye anlatıyorum?
Kaynağını Latince “divide et impera” deyiminden alan “Böl ve Yönet” politikası Batılı devletlerin en çok uyguladıkları stratejilerden biridir. “Böl ve yönet”, “Böl, parçala ve yönet”, “Böl, parçala ve yok et” gibi farklı şekillerde ifade edebileceğimiz bu durumu idrak edenler olduğu gibi hala gaflet içinde hayatını sürdürenler de var. Pekiyi siyasi anlamda günümüzde bile hala çok iş gören ve eskimeyen bu taktik dini anlamda hiç mi iş görmez acaba? Elbette, bu da soru mu şimdi!
19. yüzyılın ilk yarısında İslam’a darbe vurmak gayesiyle ortaya çıkan oryantalizm söz konusu projenin bel kemiği mesabesinde duruyor diyebiliriz. Dinin anlaşılması (gelin biz ona “aşındırılması” diyelim) hususunda yoğun mesai harcayan oryantalistlerin -diğer bir deyişle müsteşriklerin- önündeki en büyük engel Efendimiz’in (a.s) hadisi şerifleri; yani sünnet dediğimiz olgu. Tüm bunlardan yola çıkarak oryantalistlerin hedeflerine ulaşmak maksadıyla Efendimizi devre dışı bırakma girişimlerini anlayabiliriz lakin; idraklerimizi zorlayan başka bir husus var. O da bizden sandığımız insanların bu oyuna alet olması, bilinçli veyahut bilinçsiz bir şekilde İslam’a asıl darbeyi onların vurması. Şimdi zihinde şu soru var: Siyaseti anladık da dinde “Böl, parçala ve yok et” taktiği nasıl olabilir?
Dilimiz döndüğünce izah etmeye çalışalım.
Böl: Kur’an ve Sünneti böl; yani aralarındaki irtibatı ortadan kaldır.
Parçala: Birbirinden ayırdığın Kur’anı ve Sünneti ayrı olarak ele al. Bunu gerçekleştirirken de mana bütünlüğünü sars ve rivayetleri parçala.
Yok Et: Şimdi son darbeyi vurabiliriz. Kelime oyunlarıyla, safsatalarla, demagojilerle ve yaptığın çarpıtmalarla sunduğun yorumu ise hadisin yegane manası veya hadisin aslı diye insanlara sun. Böylece ortada hadis namına bir şey kalmasın. Ve mission completed! Yani görev tamamlandı!
Gelelim görevden sonraki sonuç raporuna. Yeni bir gençlik! Peki nasıl bir gençlik?
Bir gençlik profili düşünün; herhangi bir bilgisi olmadığı halde dini konularda ahkam kesen. Bunu da cüretkar bir şekilde geçmiş birikime saldırarak yapan. Ve bir genç müslüman zihni düşünün. Hadisler mi? Onlar zaten Emevi uydurması, Kur’an’la çelişiyor, içindeki saçmalıklar gırla gidiyor. Hem hangi hadisten söz ediyoruz ki at izi it izine karışmış…
Mezhepler mi? Ortada bir Kur’an-ı Kerim var bir de onu takmayan kafasına göre hüküm uydurmaktan başka işi olmayan menfaatçi mezhep imamları. Tasavvuf mu? Aman Allah muhafaza! Şirk bataklığı; tabiri caizse Müslümanların sırtındaki kambur!
Dini anlayışta çözülmenin anatomisi diye özetleyeceğimiz yapı genel hatlarıyla böyle. Şimdi de soyut olarak bahsettiğimiz böl-parçala-yok et mantığını somut bir örnek ile açıklayalım.
Mesela bu anlayış size şöyle söyleyebilir.
“Kötü yolda olan bir kadın, sıcak bir günde, bir kuyunun etrafında dönen bir köpek gördü, susuzluktan dilini çıkarmış soluyordu. Kadıncağız mestini çıkarıp onunla onu suladı. Bu yüzden bağışlandı.“(Müslim, Tevbe, 155). Bu hadis diye uydurulan sözler Allaha ve Rasulüne yönelik çirkin iftiradır. (Ardından ağzını yayar bir vaziyette) Anlatabiliyor muyum?
Başka bir zaman ise şunu söyler;
Tüm kara köpekleri öldürünüz. Çünkü onlar şeytandır. (Hanbel 4/85; 5/54) Yahu bu köpek düşmanlığı da nereden çıktı? Sizlere babanızdan miras mı yoksa? Hz.Muhammed’in bunu söylemesi ihtimalini hangi akıl kabul edebilir?
Bir bütünlük arz eden iki meseleyi bölerek farklı zamanlarda çarpıtarak vermesi söz konusu hadisi şerifleri istediği şekilde yorumlayabilmesi için gerekli olan bir stratejinin gereği. Çünkü bu hadisi şerifleri beraber ele alırsak kendi aralarında bir çelişki barındırmadığını göreceğimiz gibi Kur’an-ı Kerime de bir aykırı bir yönünün olmadığını fark ederiz.
Malum zevatın ilk hadis için itirazı özetle şöyledir: “Ben her haltı yiyeyim, sonunda bir köpeğe biraz su vereyim ve bağışlanıp cennete gideyim. Oh ne güzel bir din böyle!”
İkinci hadis için itiraz noktası ise özetle şöyledir: “Köpekler ile ne alıp veremediğin var ki böyle yapıyorsun? Durduk yerde nereden çıktı bu köpek düşmanlığı, bunu emreden bir peygamber Allah’ın peygamberi, bunu emreden bir din Allah’ın dini olabilir mi?”
Dolayısıyla bu iki rivayet de uydurmadır ve çirkin bir iftiradan başka bir şey değildir. (Tabii onların zihninde!)
Bu yapılan kelimenin tam anlamıyla bir operasyondur desek herhalde haksız sayılmayız. Zihinde haklı olarak şöyle bir soru belirebilir. Bu iki hadisteki soru işaretlerini nasıl giderebiliriz? Nasıl bir bütünlük arz ediyor? Gelelim izahlara.
Birinci hadisin anlaşılması noktasında yine Kur’an ve Sünnet temelli olarak bize öğretilen bir akideyi esas alabiliriz. O da “beyne’l havf ve’r reca“. Yani ahiretimiz ve akıbetimiz hakkındaki zannımızın korku ile ümit arasında şekillenmesi gerektiği. Hatta Hz. Ömer’e (radiyallahu anh) birgün bu konuyu sorduklarında şu veciz ifade dökülür mübarek ağzından. “Vallahi tüm insanlar cennete girecek ama sadece bir insan cehenneme girecek dense o kişi benim diye korkuya kapılırım. Tüm insanlar cehenneme girecek ama sadece bir insan cennete girecek dense o kişi benim diye ümitlenirim.” İşte bizim akidemiz budur.
Hal böyle iken şimdi kim kalkıp da ben her haltı işleyeyim sonra bir amelle Schengen vizesi alır gibi cennet vizesi alırım diyebilir!
Hadisin nasıl anlaşılmayacağını muhatapların iddialarının yersizliğini anlattık peki bu hadisin nasıl doğru anlaşılacağına gelirsek, önce bir hadisi zikretmekte fayda var.
Peygamber Efendimiz (aleyhissalatüvesselam) güneş tutulduğu bir gün küsuf namazı kıldıktan sonra şöyle buyurdular:
“Bana namazda cehennem gösterildi. Cehennem ateşi bana o kadar yaklaşmıştı ki ben: Allah’ım! Ben de cehennemliklerle (ateşe atılanlarla) beraber miyim, diye telaşlandım. Orada bir kadın gördüm. Bu kadının yüzünü bir kedi tırmalıyordu.
– Bu kadının günahı nedir, diye azap meleklerine sorduğumda,
– Bu kadın dünyada bir kediyi aç olarak ölünceye kadar hapsetti, diye cevap verdiler.” (Buhari, Mûsakât, 9)
Bir rivayette köpeğe merhameti vesilesiyle cennete giden, diğer bir rivayette ise kediye eziyeti sonucunda cehennemde azap gören bir insan profilinden söz ediyoruz. Yani Rabbimiz bizleri şiddetli bir şekilde uyarıyor. Ey kullarım! Hiçbir canlıya eziyet etmeyin ve her canlıya karşı şefkat kanadınızı gerin. Olur ki bu ameliniz sizin için bir kurtuluş vesilesi veyahut bir azap sebebidir. Bunu bilen Müslümandan yapılması beklenen nedir? Her rahmetli davranışı bir kurtuluş ümidi ve her eziyet verici davranışı da bir azap sebebi gibi algılayıp bu hassasiyetle olayları değerlendirip hayvan haklarını anlaması ve buna göre hareket etmesi gerekir. Şimdi soruyoruz! Dünya üzerinde hangi din bu konuya bu denli önem veriyor?
Yeryüzündeki hangi din müntesiplerini hayvanlara karşı olan olumlu yahut olumsuz muameleleri sebebiyle korkutuyor veya ümitlendiriyor? İşte hayvan haklarının zirvesi!
Şimdi birinci hadisi hasbelkader anladıysak ikinci hadise geçebiliriz lakin bunu yapmadan önce olayla ilgili bir rivayeti daha aktaralım.
“Köpekler için Efendimiz (a.s) “Halis siyahını (ve gözlerinin üstünde iki nokta gibi beyazı olan) iki noktalısını öldürün, zîra o şeytandır!” demiştir. (Hadiste gördüğümüz gibi burada öldürülecek hayvanlar ilgili detaya iniliyor.)
Akıl ve iz’an sahibi birisinin diğer rivayeti gördükten sonra varması gereken nokta bu emrin tüm köpeklere yönelik olmadığıdır. Zira öyle olsaydı hadiste tüm köpekler denir ve belirli vasıflarla kayıt altına alma, tanımı özelleştirme gereği duyulmazdı. Allah Rasulünün neden böyle bir öldürme emri verdiğine gelirsek şunu söylenebiliriz: Medine’de zuhur eden bir salgın sonucu Efendimiz bu emri vermiştir. Çünkü toplumun güvenliği önemlidir bu sebeple salgına yakalanan köpekler imha edilmelidir. Kara köpeklere şeytan denme sebebi ise taşıdığı mikroba yapılan bir atıftır. Mikrobu niye böyle tanımlıyor diye soracak olursak alacağımız cevap insanlara verdiği zarar ve kötülüktür.
Mevzu bu kadar açık ve net. Şimdi anladık mı bir başka hadisi şerifinde Efendimiz’in (a.s) neden “Ümmetimin saptırıcı imamlarından korkuyorum.” dediğini? Samimi bir şekilde olayı anlamaya çalışır ve böyle değerlendirirsek o zaman taşlar gayet net bir şekilde yerine oturur ama “böl-parçala-yok et” mantığıyla hareket edecek olursak o zaman bilinmelidir ki ortada peygamber diye, hadis diye, sünnet diye -velhasıl- din diye bir şey kalmaz.
Bu noktada birkaç tavsiye vererek yazıyı hitama erdirelim. Hadisler konusunda olumsuz manada peşin hükümlü olmayalım. Eğer idrak edemediğimiz bir nokta var ise bunu tamamen atmak yerine ıslah etmeye çalışalım. Yani kitaplara müracaat edip hadisin nasıl anlaşılması gerektiğine bakalım.
Son olarak da dinimizi kimden öğrendiğimize dikkat edelim!