Sosyolojinin kurucu babalarından olan Max Weber’ın ‘Din Sosyolojisi’ adlı kitabı, esasında bir diğer kült eseri olan Ekonomi ve Toplum’un bölümlerinden biridir. Daha sonra bu bölüm, önemine binaen müstakillen kitaplaştırılmış ve çeşitli dillere çevrilmiştir.
Weber, Din Sosyolojisi’ne ‘dinin kökenleri’ probleminden başlamaktadır. Kitabın başında dini tanımlamanın güçlüğünden bahseden Weber’a göre, dinsel veya büyüsel eylemlerinin sonuçları baskın bir biçimde ekonomiktir ve gündelik amaca yönelik eylem dizisinden ayrı tutulmamalıdır.
Dini ve büyüsel olanı ortaya çıkaran şey ilkel tecrübeye uygun olarak, meteoroloji, şifa verme, kehanet, telepati gibi ‘olağanüstü’ olarak kabul edilen esriklik halleridir. Bu da her insanda olmayan Tanrı vergisi bir yetenek olarak algılanan ‘karizma’ ile doğrudan ilişkilidir. Bu durum belki ilk olarak ‘ruhlara, şeytana veya tine inançta’ görülür. İnsan türünün yaptığı ilk soyutlamalar belli insanların karizmatik büyüsel güçlere sahip olduğu yönünde gelişmiştir.
Ruhî ve büyüsel olan semboller ve doğa vasıtasıyla sembolikleştirilmiş ve somutlaştırılmıştır. Ruha veya tine hitap eden eylemler, semboller vasıtasıyla araçlarla yapılır. Böylece natüralist dini eylemler konumunu kaybederek sembolizm güçlenir.
Naturalizm ve sembolizmden bir sonraki aşama panteon ve işlevsel tanrılar aşamasıdır. Roma ve Helenistik Tanrılar bu duruma örnek gösterilebilir. Helenistik Tanrılar daha antropomorfiktir ve plastik temsillere sahiptir. Romalıların otantik dininden daha da gelişmiştir.
Bu durumu atalar kültü ve aile reisinin rahipliği, siyasal ve yerel tanrılar ve son olarak da evrensel dinler ve monoteizm takip etmiştir. Zira panteonda olduğu gibi tanrı formlarının çeşitlilik arz etmesi gibi, bir tanrının panteonda üstünlük kazanma ve tanrılığı tekeline alma durumu da mevcuttur. Weber’a göre sadece Yahudilik ve İslam, özlerinde tam anlamıyla monoteist dinlerdir. Tanrılara ilişkin düşünceler derinleşmiş, onun varlığı ve tabiatının kesin çizgilerle belirlenmesi ve evrensel olması gerektiği daha fazla hissedilmiştir.
İkinci bölümde büyü ve din arasındaki ilişkiyi ele alan Weber, Tanrıya ibadetin iki karakteristik unsuru olan dua ve kurban fiillerinin kökeninin büyüde olduğunu iddia eder. Yine de insanların doğa üstü güçlerle olan dua, kurban ve ibadet formlarında ilişkiye girmesinin büyüsel zorlama olan büyücülükten ayrı tanımlanması ve tutulması gerekir.
Tam da bu yüzdendir ki dini olanla büyüsel olanın farklılaşması aynı zamanda rahiplerle büyücülerin farklılaşmasına da neden olur. Ruhbanlık, büyücülükte olduğu gibi bireysel ve ara-sıra gösterilen bir kutsal çaba olmaktan ziyade düzenli ve sistematiktir. Tam anlamıyla dinsel bir ahlakın gelişimi ve metafizik rasyonelleşme de kültlerle ve ruhların tedavisiyle profesyonel anlamda uğraşan eğitimli, ayrı bir sınıf olan ruhbanlığı gerektirir.
Tanrının ahlaki sıfatlara sahip olması gerektiği anlayışı monoteizm için geçerli olduğu gibi panteon düzeninde de mevcuttur ancak geniş kapsamlı sonuçlara ulaşması monoteizmle mümkün hale gelir. Büyük ve barış devletler içindeki yargının gücü ve niteliği üzerinde artan talepler; sonsuz ve düzenli bir evrenle ilgili rasyonel kavrayışın artan kapsamı; insanlar arasındaki ilişkilerin kurallara göre düzenlenmesi ve bu kurallara uyulmasına artan bağlılık; verilmiş sözün sosyal ve ekonomik öneminin artması tanrılara karşı artan ahlaki taleplerin zeminindeki dört ana gelişmedir.
Weber’a göre dini ahlakın büyüsel kökenleri bulunmaktadır ve tabular rasyonelleşerek bir gelenek haline gelir. Tabular zengin sınırlandırmalar içerir ve çoğu zaman ticaretin ve sosyal ilişkilerin gelişmesine engel olur. Örneğin Hindistan’daki kast tabusu, kişinin kendi kastından çıkarak başka insanlarla ilişkiye girmesini engeller. Buna da kast üyesinin başka kasta izinsiz girme çabasının kötü büyü ve öldükten sonra olumsuz reenkarnasyona neden olacağı inancı neden olur.
Weber’ın üçüncü bölümde rahip ve büyücüye karşı çıkardığı karizmatik tip peygamberdir. Peygamber büyücü gibi kendi kişisel yeteneklerini kullanır ancak büyücünün aksine onun misyonunun özü büyü değil, kesin vahiylerin tebliğiyle ortaya koyduğu doktrin ve emirlerdir. Peygamberler aynı zamanda kanun koyucular ve ahlak öğretmenleridir. Peygamber tipini aynı zamanda ahlaki ve örnek peygamber olarak ikiye ayırır.
Dördüncü bölüm peygamber ve ruhban arasındaki cemaate ayrılmıştır. Cemaati, peygamberin peygamberliği sırasında ruhbanlar ve kahinlerden oluşan yardımcıları ve kişisel müritleri olarak tanımlar. Cemaatler, peygamberin tebliğinin yayılması ve misyonunun devamlılığını sağlayarak rutinleşirler.
Peygamber sonrası meydana gelen dinde ruhbanlık kendi konumunu garanti altına almak için vahiy metinleri ve bu metinlere yapılan yorumları içeren kanonik metinler ve dogmalar üretir. Ruhbanlar, peygamberlerin son derece basite indirgeyerek getirdiği dini, rasyonel bir analiz çerçevesi kazandırarak tekrar sistematize eder.
Weber, beşinci bölümde köylülerin, soyluların ve burjuvazinin dini eğilimlerine geçer. Ona göre köylüler genelde doğaya bağlıdır ve nadiren kendi orijinal büyülerinden başka türde bir dinin taşıyıcısı olarak hizmet görür. Köylünün dindarlığına özel değer atfedilmesi çok modern bir gelişmenin sonucudur. Keza soyluların ve feodal güçlerin de dinsel ahlakın taşıyıcıları haline gelmeleri zor olmuştur. Çünkü onlar için peygamber veya ruhbanın önünde diz çökmek, günah, kurtuluş, arınma gibi kavramlar savaşçı kahraman veya soylu insan için onur kırıcı görünür.
Altıncı bölümde imtiyazsız sınıfların dininden bahseden Weber, zanaatkarların cemaat ve kurtuluş dinine eğilimli olduğunu ifade eder. Antik Hristiyanlık başından beri bir zanaatkarlar dinidir. Tam tersine köleler, gündelik işçiler ve modern proleterler ise dine karşı kayıtsız ve ilgisiz kalmıştır. Ona göre imtiyazsız sınıfların dini kadınlara eşitlik sağlama eğilimiyle karakterize edilmektedir. Kadınların aktif katılımına izin verilmiştir ve bu alanda da büyük bir çeşitlilik vardır.
Yedinci bölüm, din ve entelektüalizm, entelektüeller arasındaki ilişkiye değinir. Kutsal metinlerin var olduğu her yerde entelektüalizmin en önemli taşıyıcısı ruhbanlık olmuştur. Aynı zamanda din içerisinde reform yanlıları ve bu reformu uygulayanlar da çoğunlukla entelektüeller kesim olmuştur.
Weber, sekizinci bölümü teodise, kurtuluş ve yeniden doğuşla ilgili problemlere ayırır. Her din için teodise problemleri bulunmaktadır ve bu problemleri günah ve kurtuluş kavramları ile çok yakından ilgilidir. Bu problemler genelde eskatoloji ile çözümlenir. Bu dünya mutlaka bir gün sosyal ve siyasal olarak dönüşecek, bütün kötülükler er geç hak ettikleri yeri bulacaktır. Kader, ilahi takdir, düalizm, ruh göçü bu konuyla yakından ilgili kavramlardır.
Dokuzuncu bölümde Weber kurtuluş fikrinin inananlar cephesinde nasıl göründüğüne ve kurtuluşu kazanmak için yapılan çabalara yer vermektedir. Bunların başında ayin/ibadet yaparak kurtuluşu ‘hak etmek’ gelmektedir. İyi işler (salih amel) yapmak, kişisel mükemmelleşmek, lütfun kesinliğinden emin olmak da inananların kurtuluşu bireysel çabalarla kazanmaya çalıştıkları diğer formlardır.
Onuncu bölümde, kurtuluşu kazanmak için diğer önemli çabalar olan asketizm ve mistisizmden söz eder. Asketizm, çileci ve dünya retçi bir yaklaşımdır. Dinsel kurtuluşa ulaşmanın yolu tamamiyle günaha teşvik alemi olan sosyal ilişkiler alanın terk etmek ve onu tehlikeli görmektir. Bununla birlikte asketikler dünyayı reddetse de onunla ilişkisini negatif bir şekilde olsa da sürdürür. Oysa mistikler içsel olarak, dünyanın temel anlamını kavramakla ilgilenir.
On birinci bölümde soterioloji ve dışarıdan kurtuluştan bahseden Weber, bu kurtuluş tipine örnek olarak reenkarnasyonist kurtarıcı tiplerini vermektedir. Özellikle Budizm’deki figürlere atıf yapar.
On ikinci bölümde ise dini ahlakla ekonomi arasındaki gerilimli ilişkilere ayna tutar. Bir kurtuluş dini nihai hedefler etiği doğrultusunda ne kadar sistemleştirilir ve içselleştirilirse dünyayla ilişkili gerilimi o kadar büyür. Dinsel ahlak sosyal kurumlara çok farklı yollarla nüfuz eder. Aile dindarlığı, komşulara yardım, telafi, sadaka verme, hayır işleri, zayıfların korunması gibi dini emirler bunlara örnektir. On üçüncü bölümde dini ahlakla siyaset, ondördüncü bölümde dini ahlakla cinsellik ve sanat arasındaki ilişkiyi tartışır Weber.
Son bölüm olan on beşinci bölümün başlığı büyük dinler ve dünyadır. Bu bölümde Yahudilik ve kapitalizm arasındaki ilişkiyi, Hristiyanlıktaki Püriten asketizmi ve İslam’ın dünyeviliği ve ekonomik ahlakını tartışan Weber, İslam’ın kendini çok farklı bir biçimde dünyayla uyumlu kıldığını iddia eder.
Abdullah YARGI