Farabi daha çok siyaset felsefesiyle ilgili görüşleriyle bilinse de İslam felsefesi üzerindeki etkisi daha çok metafizik yani ontolojiyle ilgili görüşleri üzerinde olmuştur. Hatta Farabi’nin en az etkili olduğu alanın siyaset felsefesi olduğu dahi söylenebilir. Zira bu alan ondan sonra neredeyse hiç ele alınmamıştır. Ancak Farabi’nin İslam felsefesinin üzerindeki tahkim edici etkisi İbn Sina’nın gölgesinde kaldığı için pek fark edilememektedir.
Farabi varlık anlayışını dört temel varsayımdan hareketle inşa etmektedir. Bunlar;
- Yeni Eflatuncu bir ilke olan hakikatin birliği anlayışı ki bu anlayışın ontolojik karşılığı ontolojik bir hiyerarşi olmuştur.
- Yoktan yaratmanın aklen muhal kabul edilmesi.
- el-Vahid ilkesi yani birden ancak bir çıkar ilkesi.
- Metafiziksel bir ayrım olarak vücut-mahiyet ayrımı.
Farabi varlık anlayışını bu kabullerden hareketle oluşturmaktadır. O işe felsefenin konusu olan mevcuda dair aklî bir analizle başlamakta ve sonrasında gerçeklik alemine geçerek varlık kategorilerini oluşturmaktadır. Buna göre öncelikle mevcudu vacip ve mümkün olarak ikiye ayırmaktadır. Farabi’ye göre var olan her şey ya zorunludur ya da mümkündür. Burada önemli olan Farabi’nin bu ayrımı nasıl yapabildiğidir.
Bu sorunun cevabı varlık-mahiyet ayrımıdır. Bu ayrım sayesinde Farabi varlığı taksim edebilmesini mümkün kılan bir kıstasa ulaşabilmiştir. Buna göre mevcut olan her şeyde varlık ve mahiyet birbirinden farklıdır. Yani her mevcut varlık ve mahiyetten meydana gelmektedir. Mahiyete zat dersek zatla varlık arasındaki birbirini gerektirme ilişkisinden kaç farklı varlık kategorisi olabileceğini ortaya koyabiliriz. Buna göre zat-varlık ilişlisi bize üç farklı varlık kategorisi verir. Bunlar;
- Varlığı zorunlu olarak gerektiren zatlar.
- Yokluğu zorunlu olarak gerektiren zatlar.
- Ne varlığı ne de yokluğu zorunlu olarak gerektiren zatlar.
Bunlardan birincisine vacib’u-l vücut denmektedir. İkincisine mumteni’ü-l vücut; üçüncüsüne ise mümkün’ü-l vücut denmektedir.
Bu seçeneklerden ikincisinin dış alemde bir karşılığı yoktur. Bu sadece aklî bir varsayımdır. Dolayısıyla dış alemde misdakı bulunabilecek iki seçenek bulunmaktadır. Bunlar varlığı zorunlu olan ile varlığı mümkün olanlar. Bu durumda söz konusu dış alem olunca muhtemel olan üç seçenekle karşı karşıya bulunmaktayız. Bunlar;
- Var olan her şey zorunlu olabilir.
- Var olan her şey mümkün olabilir.
- Var olanların bazıları zorunlu bazıları da mümkün olabilir.
Bu aşamaya kadar varlık-mahiyet ayrımından hareketle mevcudun aklî analizini yapmaktadır Farabi. Ancak söz konusu dış alem olunca gerçekten de var olanın ne olduğu henüz belli değildir. Tahlil makamından gerçeklik makamına geçebilmek için bunu mümkün kılacak bir kıstasa sahip olması gerekmektedir.
Şimdi bu kıstasın ne olduğuna bakalım…
Farabi bir filozof olarak içinde bulunduğu maddi alemin sürekli değiştiğinin farkındadır. Değişim olgusunun üzerinde düşününce onun bir şeyin varlıkla yokluk arasındaki bir salınımı olduğunu fark eder. Yani değişen bir şey aslında sürekli varlıkla yokluk arasında gidip gelmektedir. İşte bu yüzden değişen bir şey kendi varlığını açıklayamaz. Bu yüzden de varlığı açıklanmaya muhtaç hale gelir. İşte buradan hareketle Farabi görünüş ve gerçeklik ayrımına ulaşmaktadır.
Görünüş-gerçeklik ayrımı aklî bir taksim olan mümkün ve vacip ayrımının ontolojik karşılığıdır. Burada görünüşler alemi mümkün olana karşılık gelirken gerçeklik ise vacip olana tekabül etmektedir. Dolayısıyla Farabi’nin zihin aleminden gerçeklik alemine geçmesini mümkün kılan kıstas, değişim olgusudur. Görünüşler aleminin sürekli değişmesi sayesinde onlara kaynaklık etmesi gereken bir temel gerçeklik olması sonucuna varmış ve buradan hareketle de temel gerçekliğin vacib’u-l vücut olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu aşamadan sonra Farabi’nin çözmeye çalışacağı mesele vacip ile mümkün arasındaki ilişkinin diğer bir ifadeyle gerçeklik ile görünüşler alemi arasındaki ilişkinin nasıl olduğunu açıklamak olacaktır.
Bu noktada devreye Farabi’nin diğer bir varsayımı girmekte ve bu meselenin çözülmesini sağlamaktadır. Bu da yoktan yaratmanın aklen muhal olduğu kabuludur. Bu kabul yüzünden vacib’u-l vücut olan temel gerçeklik aynı zamanda mucip bizzat da olmak zorundadır. Mucip bizzat yani zatıyla zorunlu kılan. Peki neyi zorunlu kılıyor? Tabii ki mümkünler alemini yani görünüşler alemini. Ancak bu noktada Farabi başka bir mesele ile karşı karşıya kalmıştır. Çünkü iki taraflı olan bu ilişkinin bir tarafında aklen basit ve bir olan vacib’u-l vücut, diğer tarafında ise kesretin hakim olduğu görünüşler alemi bulunmaktadır. Yani vahdet-kesret ilişkisinin nasıl düzenlenmesi gerektiği meselesi ortaya çıkmıştır. Bu noktada Farabi şu soruya cevap vermek zorundadır. Birden kesret nasıl meydana gelmektedir?
Bu meselenin çözümünde Farabi’nin diğer bir varsayımı devreye girmektedir. Bu da el-Vahid kaidesi denen birden ancak birin çıkabileceğini söyleyen ilkedir. Farabi bu ilkeden hareketle kesretin mutlak bir ve basit olan mucip bizzattan ancak vasıtalı olarak meydana gelebileceğini söylemektedir. Farabiye göre mucip bizzat kendi zatını daimi olarak taakkul etmektedir. Ve onun kendi zatına dair olan bu ilminden varlık sudur etmektedir. Böylece Bir den yine bir olan ilk akıl meydana gelmektedir. Ve bu silsile bu şekilde onuncu akıl olan faal akla kadar devam etmektedir. Mucip bizzatın dışındaki her bir akılda artık iki cihet bulunduğundan dikey olan bir kesret meydana gelmesi mümkün hale gelmektedir.
Şöyle ki; mucip bizzattan sudur eden ilk akıl öncelikle kendi ilkesi olan mucip bizzatı düşündüğünde ikinci akıl meydana gelmekte ancak ilk akıl kendi zatını düşündüğünde kendisini mümkün bir varlık olarak aklettiğinden bundan da ilk felek meydana gelmektedir. Ancak onuncu akıl olan faal akıldan sonra başka bir akıl meydana gelmemektedir. Zira mucip bizzattan sudur eden feyz kaynaktan uzaklaştıkça şiddetinden kaybetmekte ve onuncu akılda artık durmaktadır. Onuncu akıldan sonra ay altı alem yani hepimizin içinde bulunduğu maddi alem başlamaktadır. Dolayısıyla ay altı alemdeki her şeyin düzenleyicisi ve meydana getiricisi onuncu akıl olan faal akıldır. Ay üstü alemde olduğu gibi ay altı alemde de ontolojik bir hiyerarşi bulunmaktadır.
Buna göre faal akıldan önce insan, sonra hayvanlar, sonra bitkiler, sonra madenler, sonra dört temel unsur ve en son da madde yani heyula meydana gelmektedir. Böylece Farabi bütün ontolojik kategorileri üretmiş olmaktadır. Ona göre varlık alemi şu kategorilerden oluşmaktadır: Vacibul vücut olan Mucip bizzat… akıllar ve semavi cisimler alemi olan ay üstü alem ve maddi şeylerin bulunduğu kevn ve fesat alemi olan ay altı alem! Dolayısıyla karşımızda birisi ontolojik diğeri de epistemolojik olan birbirine ters iki süreç bulunmaktadır. Ontolojik olarak en tepede mucip bizzatın bulunduğu en alt mertebede ise heyulanın bulunduğu hiyerarşik bir varlık alemi bulunmaktadır. Epistemolojik olarak ise süreç bunun tam tersi işlemektedir. Yani burada önce görünüşler aleminde işe başlayıp onların varlığını açıklayabilmek için en tepeye yani mucip bizzat olan vacibul vücuda kadar yükselmekteyiz!
Abuzer DİŞKAYA