İnsan varlık alemiyle bilgi üzerinden ilişki kurar. Bu da gerçeklik alemini dış alem ve zihin alemi diye ikiye ayırır. Dış alemde asıl olan illet-malul ilişkisidir. Zihin dünyasında ise asıl olan delil-iddiadır. İllet, varlığı başka bir şeyin varlığını gerektirendir. Delil ise kendisine dair bilgi başka bir şeye dair bilgiyi gerektirendir. İllet ve delil arasında kategori farkı vardır. Zira birisi varlık alemiyle ilgiliyken diğeri zihin alemiyle ilgilidir. İşte bu yüzden belli bir konuda sonuca ulaşmanın iki yolu vardır. İlletten hareket ederek sonuca ulaşmak ile delilden hareket ederek sonuca ulaşmak. Söz konusu olan gerçeklik alemi olunca sonuca illet yoluyla ulaşılır. Zihin ve bilgi aleminde ise sonuca delilden hareketle ulaşılır. Bu temel farklılıktan dolayı söz konusu illet olunca doğru-yanlış, ispat-iptal veya ret-kabulün herhangi bir anlamı yoktur. Ancak eğer delil ise söz konusu olan bu durumda doğru-yanlış, ispat-iptal veya ret-kabulün anlamı vardır.

Mesela ateşi söndürmek için sudan yararlanırız. İşte bu illet yoluyla sonuca ulaşmadır. Ancak eğer amacımız mahkemede bir insanın masum olduğunu göstermek ise bunu ancak delil yoluyla yapabiliriz. İşte bu da delil yoluyla sonuca ulaşmadır. Su ateşi ret veya kabul etmez sadece onu söndürür. Ateş bir yalan olmadığından, su doğruluğuyla onun yalan olduğunu gösteremez. Ancak delil, bir iddianın veya önermenin doğruluğunu veya yanlışlığını ortaya koymak için devreye girer. Bunu yaptığında ise iddianın kabulüne veya reddine sebep olur. Ancak delilin her zaman ispat gücü yoktur. Bazen sadece iddianın teyit edilmesi görevi görür. İstidlalin sıhhati bazen şüpheye bazen de yakine konu olur. Dolayısıyla delil ile iddia arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Oysa illet-malul arasında zorunlu bir ilişki vardır. İşte bu ve benzeri sebeplerden dolayı, illet ile delil birbirinden farklıdır.

İlletin delilden farklı olduğu” da bir iddia olduğundan, delile dayanması gerekir. Dolayısıyla ancak delil ikame etmek suretiyle doğruluğu gösterilebilir. Aynı sebepten dolayı onu reddetmek için de delil ikame edilmesi gerekir. Dolayısıyla sadece illete dayanarak meseleyi çözemeyiz. Çünkü illet sonucun varlığı veya yokluğuyla ilgiliyken, delil ise sonucun doğru mu yanlış mı olduğuyla ilgilidir. İllet icat ile delil ise ispatla alakalıdır. Bu temel farklılıktan dolayı, yanlış olan bir sözle herhangi bir şeyin lehine veya aleyhine delil ikame edilemez. Sadece hak olan ile hak olan ispat edilebilir. Dolayısıyla yanlış veya yalanın delili olamaz. Yanlış veya yalanın ancak illeti olabilir. Buna karşılık doğru ve hak olanın hem illeti hem de delili vardır. Şu hâlde batıl olan inanç ve düşünceleri ortadan kaldırabilmek için nihayetinde onların illet ve sebeplerini ortadan kaldırmak gerekir. Zira batıl olanın delili değil illeti olur.

İddia veya önermeler doğru veya yanlışa konu olabildiklerinden onların delilleri vardır. Belli inanç, düşünce veya fikirlerin bir toplumda, dönemde veya kişide neden ortaya çıktığını anlamak için onların illetlerine bakmak gerekir. Ancak illetleri üzerinden bir inanç, düşünce veya fikrin yanlış mı doğru mu olduğu tespit edilemez. Dolayısıyla bir inanç, düşünce, fikir veya görüşün illetlerini onların doğruluk veya yanlışlığının delili olarak göstermek bir safsatadan başka bir şey değildir. Kısaca herhangi bir şeyin illeti o şeyin doğruluk veya yanlışlığının delili olarak gösterilemez. Zira illet bir şeyin varlığının veya yokluğunun sebebi olabilir ancak o şeyin doğruluk veya yanlışlığının delili olamaz. Bu yüzden illet hiçbir zaman delilin yerini alamaz. Aynı şekilde delil de hiçbir zaman illetin yerini alamaz. Bu ikisinin birbirinin yerine ikame edilebileceğini iddia etmek epistemoloji ile ontolojiyi birbirine karıştırmak veya bunların birbirine indirgenebileceğini söylemek anlamına gelir ki bu da mümkün değildir. Dolayısıyla bir şeyin illetini tespit ederek onu açıklamak (explanation) ile delilini tespit ederek onu temellendirmekten (justification) farklıdır.

Yani bir inanç veya düşüncenin bir zihne nasıl girdiğinin illetini ortaya koymak ki bu bir açıklamadır, o inanç veya düşüncenin doğru mu yanlış mı olduğuna dair herhangi bir şey söylemez. Bu yüzden delilin illete indirgenmesi demek; her türlü delilin nihayetinde illet cinsinden görülmesi anlamına gelir ki bu da ortada akli ispat veya iptalin yolunu kapatarak ortada bilgi diye bir şey bırakmamak anlamına gelir. Bu durumda akli ispat veya iptalin yerini telkin, propaganda, cebr, psikolojik teslimiyet ve benzeri illet cinsinden olan unsurlar alır. Bir insanı hipnoz etmek suretiyle onun belli bir inanç veya fikri benimsemesini sağlayabiliriz. Ancak aynı şeyi kişi uyanıkken delil ve burhan yoluyla da yapabiliriz. İlkinde kişi tamamen pasif ve edilgenken ikincisinde ise bilinçli bir şekilde bir şeyi kabul veya reddetmektedir. İşte bu yollardan ilki illet yoluyla sonuca giderken ikincisi ise delil yoluyla sonuca gitmektedir. Haliyle ikinci yol neden-nasıl-niçin gibi sorgulamaları açıkken, ilk yol bu tür sorgulamalara açık değildir.

Her kabul veya reddin akli sorgulama ve tefekküre dayandığı söylenemez. İşte bu yüzden taklidi olan inanç ve düşüncelerin çoğunun illetleri varken delilleri yoktur. Bu yüzden de taklidi olan inanç ve düşünceler ancak illetlerinin değiştirilmesiyle değiştirilebilirler. Ancak bütün delillerin nihayetinde illetlere indirgenebileceğini iddia etmek, aklın susturulmasından başka sonuç vermeyecektir. Bu da telkin, propaganda ve benzeri yollarla insanlarda her türlü inanç ve düşüncenin oluşturulabileceği anlamına gelir. Bunun için yapılması gereken illetleri hazırlamak olacaktır. Bu olunca bu illetlerin sonuçları olan inanç ve düşünceler de kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Bu da aslında muhakkik olmakla mukallit olmanın aynı şey olduğu anlamına gelir. Delil olanı bilerek altüst etmek, akıl gemisini illetler fırtınasında alabora etmek olacak ve bu da aklın tamamen tatil ve iptal edilmesiyle sonuçlanacaktır. Diğer bir ifadeyle, bu, akli fikirlerle nefsani hallerin aynı olduğu anlamına gelecektir. Üzüntü, sevinç, sevgi, nefret ve kibir gibi nefsani hallerin illetleri olsa da onlar delile dayanmazlar. Bu yüzden de tercih veya seçimin konusu olmazlar. Eğer akli fikirler de nefsani haller cinsinden ise bu onların da tercih ve seçime konu olamayacakları anlamına gelir.

Ancak delilin illete indirgenebileceğini kabul etmek diğer bütün iddialar gibi bizzat bu iddianın da yakasına yapışacaktır. Bu da tıpkı diğer iddialar gibi bu iddiayı da değersiz ve geçersiz kılacaktır. Çünkü bunu iddia eden ya illete irca’ edilemeyecek bir delile binaen bunu yapıyordur ya da bunu bir illete binaen yapıyordur. İlk durumda iddia kendisini nakz etmiş olur. İkinci durumda ise iddia delilsiz kalmış olur. Bu olunca da iddia artık kabul edilemez veya rakip iddialarla aynı duruma düşmüş olur. Bu durumda bu iddia ile karşıt iddialar arasında ikisinden birisini tercih etmemizi mümkün kılacak herhangi bir tercih ediciden yoksun kalmış olur. Çünkü bu durumda illetleri değiştirerek insanların başka şeylere inanması veya başka fikirleri kabul etmeleri sağlanabilir. Kısaca delilin nefyi için de yine delile ihtiyacımız var ki bu da maksudun nakzi demektir.

Elbette delil ikame etmek ile delil uydurmak arasında yerle gök kadar fark vardır. Her türlü delili illete indirgeyen kişi, akletmeyi delil uydurmaya indirgemiş olur. Böyle birisi bütün delil ikame etme çabalarını aklileştirmeden ibaret görmek zorundadır. Bu yüzden de akletme veya taakkul kapısını ebediyen kapatmış olur. Mesela Marx’a göre ideoloji aslında aklileştirme cinsinden bir çabanın adıdır. Sınıfsal çıkarlar, üretim ilişkileri, farklı yaşam tarzları, sosyal-siyasi-kültürel çevre ve yapı ve benzeri unsurlar illetler olarak insanların belli inanç, düşünce, fikir, görüş ve eğilimlere sahip olmalarını sağlarlar. Yani bütün bu unsurlar el ele vererek insanları belli bir ideoloji (dünya görüşü) üretmeye zorlar. İdeoloji çarpıtılmış gerçekliktir. İnsanlar önce kendi geçim şartlarının kurbanı olur ve onların etkisi altına girer ve daha sonra ise bunların doğru, iyi ve makul olduğuna dair delil ikame ederler. İşte bu illetlerin kaynaklık ettiğinin aklileştirilmesidir.

Delil ve illet birbirinden farklı olduğundan, insani ve içtimai olgular iki farklı şekilde temellendirilebilir. Delil yoluyla temellendirme ve illet yoluyla temellendirme. Delil yolundan gitmenin lazımı insanın ihtiyar ve özgürlüğüdür. İllet yolu ise cebr ve determinizm yoludur. İnsani ve içtimai olan her şeyin illetler yoluyla açıklanabileceğini varsaymak insanı rüzgârda savrulan bir yaprak gibi kabul etmeye benzer. İnsani ve içtimai olanın tamamen harici illet ve unsurlar yoluyla açıklanabileceğini iddia eden kişi, aklın her türlü değerlendirme, ölçme ve biçmesinin yine bu harici unsurlar yani illetler tarafından belirlendiğini söyleyecektir. Sonuç olarak bu kişi, aklın farklı seçeneklerden hangisinin doğru veya uygun olduğuna dair delil ve değerlendirmelerini de bir aklileştirme çabasından ibaret görecektir. Bu durumda insan davranışlarının bir uyurgezerin davranışlarından hiçbir farkı kalmaz.

Elbette bu harici illet ve unsurların aklı harekete geçirdiği kabul edilebilir ancak nihayetinde akıl zati ışığı sayesinde farklı olan bu yollar ve seçenekler arasında sahip olduğu hikmet, tedbir ve tefekkür sayesinde bir tercihte bulunur. İlk durumda ortada gerçekte bir akıl yoktur. Yani delilin herhangi bir işlevi yoktur. Ortada zahiren bir değerlendirme, imtihan, tercih ve seçim var gibi görünse de aslında bütün bu süreçler mekanik ve olup biten her şey de bir oyundan ibarettir. Zira olup biten her şey aklı da pençesine alan illetlerin oyunundan ibarettir. Ancak ikinci durumda, harici ve içsel illetler, ferdi ve içtimai haller, aklı, belli bir konuda muhakeme ve tercihte bulunmaya davet eden davetçilerden ibarettirler. Ancak sonuç aklın tercihi ve seçimine bırakılır.

Dolayısıyla istidlalin akli unsuru olan delili olumsuzlamak veya aklı tamamen illetlere tabi kılmak, yani dışsal ve içsel hareket ettiricilere tabi kılmak, gerçekte aklın fatihasını okumak demektir. Ve akletmek ile ihtiyar ve özgürlük birbirinin lazımı olduğundan aklın fatihası okununca ihtiyar ve özgürlüğün de fatihası okunmuş olur. Bu durumda ister istemez, bilerek veya bilmeyerek ancak illetlerin izin verdiği veya yönlendirdiği yollardan sonuca gidebilir. İşte bu yüzden cebr ve zorunluluk siperine karşı ancak aklın yani delilin siperine sığınılabilir. Akıl farklı yolları inceleyerek ve farklı seçenekler arasında bir tercihte bulunarak aslında insanın ihtiyar ve özgürlüğünü temin eder. Dolayısıyla delile dayanma ile özgür olma aynı anlama gelmektedir.

İnsanların çoğunun seçim ve sorumluluk gerektiren akıl yerine cebr, zorunluluk getiren duygular ve kolaycılığı tercih ettikleri doğrudur. Yine insanların çoğunun akıl ve özgürlükten çok az yararlandıkları da doğrudur. Bunun yerine taklit ve teslimiyetin limanına sığınırlar. Ancak beşerî alemin akıl ve özgürlük alemi olduğunu unutmamak gerekir. Bu yüzden insan ancak bu ikisinden yararlanabildiği oranda insan olabilir. Bunların hepsinden daha önemli olan ise özgürlüğün akletmenin feri olmasıdır. Yani ilkini geliştiren ikincisidir. Yani bir insan akledebildiği oranda özgürdür. Bu ikisinin rakipleri ise cebr, zorunluluk ve teslimiyettir. Bu ikisi de aklı kurutur ve dondurur. Telkin, propaganda, hamaset ve benzeri unsurlar nasıl aklın kulağını sağır edebilirse kin, nefret ve şehvet de aklın gözlerini gör edebilir. İşte bu yüzden, aklı, bu unsurların etkisinden korumak, akılcılığın zaruri şartlarından birisidir. Bu da çok az kişiye nasip olmaktadır.

Abuzer DİŞKAYA