Dostlar bundan birkaç gün önce yani 3 Aralık günü Dünya Engelliler Günü’ydü. O günü birçoğumuz sosyal medyadan paylaşımlar yaparak onların bugünü idrak ettik ve yanlarında olduğumuzu anlatmaya çalıştık. Tabii ki bizler onlar gibi olmadığımız için ve sağlıklı bireyler olduğumuz için hallerinden ne kadar anlıyoruz bu tartışılır. Oysa ki hepimiz birer engelli adayıyız. Hepimiz bugünlerde evde kalmak mecburiyetinde kalsak da her sabah işlerimize ya da okula gidiyoruz. Ama ne malum bir sabah giderken bir arabanın altında kalmayacağımız? Sağlıklı bir şekilde koşar oynarken bir gün aniden tekerlekli sandalyeye mahkum olmayacağımızın bir garantisi var mı? Elbette buna cevabımız yoktur. O yüzden böyle günlerde onlar için paylaşalım yapalım. Ama paylaşımdan ziyade onların hayatlarını daha kolay hale nasıl getiririz bunun derdinde olalım. Çünkü daha geçen sene bayıla bayıla Mucize Doktor izlerken ne güzel farkındalık oluşuyor diye düşünürken bir okulda sınıflarında sırf engelli birey var diye çocuklarını okula göndermeyen ve o engelli bireyi istemeyen veliler gördük. İşte bu yüzden böyle konuşuyorum. Kendi başımıza maalesef gelmedikçe ne farkındalık oluyor ne de empati kurabiliyoruz. Asıl kendi başımıza gelmeden farkındalık oluşturmak gerek. Onlar için hayat daha ne kadar kolay hale getirilebilir düşünülmesi gerek. Çok şükür ki devletimiz onlar için sosyal devlet anlayışını elinden geldiğince yapmaya çalışıyor. Belki eksiği gediği de oluyordur. Ama her şeyi devletten bekleyemeyiz. Biz vatandaşlar da onlar için elimizi taşın altına koymalıyız. En azından hiçbir şey yapamasak bile etrafımız da olan bir engelli için bir şeyler yapabiliriz. Örneğin engelli bir birey var ise etrafımızda onun her daim yanında olabiliriz. Onunla dertleşebilir. Acılarına ortak olup belki de yaralarını sarıp onu bir nebze mutlu edebiliriz. Veyahut en güzel yapabileceğimiz davranış onların da bizim gibi olduğunu hissetmelerine yardımcı olmaktır. Kendilerini eksik hissetmelerine engel olmaktır. Bu sayede onlara yardımcı olabilir onlar için farkındalık oluşturabiliriz. Yoksa ömürleri bir ömür ben niye böyle oldum sorusu ile geçip durur.
Dostlar başta böyle giriş yapmış olsam da bugün size engelli haklarından bahsetmeyeceğim. Bugün size yıllardır tartışılan kimi kesimin çok sevip yerlere göklere sığdıramadığı kimi kesimin ise sevmediği Osmanlı Devleti’nin zor yıllarında padişah olmuş ve devletin yıkılmaması için otuz üç sene didinmiş olan Sultan II. Abdülhamit Han’ın bir engelli için neler yaptığından bahsetmek istiyorum. Beni az çok biliyorsunuz tarihi konularda ben bu dönemi seviyorum ben bu dönemi sevmiyorum ya da ben bu lideri seviyorum bunu sevmiyorum gibi bir vaziyeti yanlış görüyorum. Tarihimiz içinde barındırdığı her dönem ve şahsiyet ile bir bütündür. Dönemler farklı olsa da tarihi dönemleri ve şahsiyetleri hataları ve doğruları ile birlikte ele alıp bu şekilde değerlendirmeyi daha uygun buluyorum. İşte bu yönden tarihimizin en önemli şahsiyetlerinden olan Sultan Abdülhamit Han’a olan kin ve nefret dolu görüşleri yanlış buluyorum. Sevmeyebilirsiniz ama saygı duymak zorundasınızdır. Bu insanın vicdan sahibi olmasının bir gereğidir. Alın size bir örnek.
1899 yılları zamanı Sultan Abdülhamit Han’a bir pusula gelir. Pusulayı gönderen Onnick adında Ermeni bir gençtir. Kendisi 6 yıl önce bir bacağını kaybetmiş ve Sultan Abdülhamit Han’dan bulunduğu vaziyete çare bulmasını ister. Sultan gelen pusula ile ilgilenmesi için Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa’yı görevlendirir. Paşa doktorların onayıyla takma bir protez bacak yapılmasını ve bunun 18 liraya mal olacağını hünkara arz eder. İş artık hünkarın onayındadır. Sonunda paşanın eline protez bacağın yapılması için gerekli onay belgesi ulaşır. Fakat onay belgesinin köşesinde duran küçük not pek dikkat çekicidir. Sultan yapılacak olan protez bacağın atiye-i seniyyeden ödenmesini buyurmaktadır. Yani Sultan Abdülhamit Han gencin protez bacak masrafını kendi cebinden karşılamıştır. Düşünün işte o yıllarda kendisi için Ermeniler, Fransızlar, İngilizler kendisi için Kızıl Sultan dese de o bizzat kendi cebinden para vererek bir Ermeni gence yardım etmiştir. Oysa ki o dönemlerde Ermeniler tarafından suikast girişimine de maruz kalmıştır. Kendisi istese yardım etmeyebilirdi fakat başkaları ne derse desin merhametli biri olduğunu gösterip bu yardım talebini geri çevirmemiştir. İşte insan bu durum karşısında kendisini sevmese bile ona karşı gerekli saygıyı göstermek durumundadır. Yaptığından dolayı onu takdir etmelidir. Bu insanın kendi vicdanının bir gereğidir. Sever ya da sevmez o kendi bileceği iştir. Bizim için de engelli kardeşlerimiz için onların hayatlarını kolaylaştıracak çareler aramak onlara oldukları gibi davranıp ötekileştirmemek kendi vicdanımızın bir gereğidir. Bu vesile ile tüm engelli kardeşlerimize Allah’tan şifa diliyor ve onların her zaman yanında olmak bizlerin gayreti olsun istiyorum.
Selametle kalın dostlar…
Mesut BULDU