Adil Çiftçi, din sosyoloğu ve ilahiyatçıdır. Din sosyolojisi alanındaki sıradışı çalışmalarıyla tanınmaktadır. Din bilimleri alanındaki vukufiyeti, yaklaşımı, konuları ele alırken gösterdiği yöntem, metodoloji ve tabii ki kendi entelektüel ilgileri Türkiye’de din olayının nasıl anlaşılması ve okunması gerektiği konusunda okuyucuya çok ciddi katkılar sunmaktadır. Sosyolojiye Giriş: Bir Özgürlük Tarzına Çağrı adlı kitap esasen ‘sadece’ sosyolojisi ile ilgili bir giriş denemesi değildir. Kitabın başlığında giriş yazıyor olması aldatıcı olabilir.

Girişten ziyade belki de bir el kitabı olarak başvurulması gereken bir çalışma olarak değerlendirilebilir. Kitabın genel havasına ait önemli bir özellik de, kitapta yalın ve soğuk akademik bir üsluptan ziyade samimi ve yakın bir üslup tercih edilmiş olduğudur. Bu pek çok ciddi okuyucu için büyük bir imkandır. Adil Çiftçi bu önemli çalışmasında, kendi sosyolojisini, kendi teorik yaklaşımlarını, kendi terminolojisinde, adeta bir sohbet ortamında müzakere ediyor ve tartışıyormuş gibi gündeme getirmekte başarılı görünmektedir.

Kitabında sosyoloji bilim dalını tanımayı ve ona ‘en uygun girişi’ ele almaya çalışan Adli Çiftçi, sosyolojiyi bir özgürlük tarzına çağrıyla ilişkilendirmektedir. Adil Çiftçi için başlıktan da anlaşılabileceği gibi sosyoloji neredeyse bir yaşam tarzıdır. Ama bu yaşam tarzı her şeyden önce bir özgürlük tarzı olarak değerlendirilmelidir. Adil Çiftçi sosyolojiyi modern çağın bir ürünü olarak ortaya koymakta ve modern çağın ortaya çıkardığı oldukça girift soru(n) ve problemlerin ancak sosyolojinin imkanlarını kullanarak; onu seferber ederek çözümlenebileceğine dair önemli bir iddiada bulunur ve bunun için de ciddi anlamda bir özgürlük talebini gündeme getirir.

Onun için sosyoloji bu kitapta sıklıkla dile getirildiği gibi ‘sadece’ bir bilim çabası olarak değerlendirilmekten uzaktır. Sosyoloji bunun yanı sıra (veya bundan çok daha öte bir noktada) bir başka açıdan esaslı bir anlama çabasını gerekli kılmaktadır. Adil Çiftçi’ye göre sosyoloji iki temel özelliğiyle dikkat çekmektedir. Bundan dolayı sosyolojiye ilgi duyan kişilerin bu iki temel özelliği dikkate almaları ve sosyolojik yaklaşım ve yönelimlerinde bu iki temel ölçü ciddi anlamda merkeze taşımaları gerektiğine vurgu yapmaktadır.

Bunlardan birisi zaten tüm bilimsel eğilimler, bilimsel yönelimler için kullanılabilecek şeyin sosyoloji için de geçerli olduğunu anlatma çabasıdır. Sosyoloji bilimsel bir çabayı gerektirmektedir. Toplumu anlama, toplumu kavrama konusunda bir bilimsel uğraş içerisinde olduğumuzu, bilimin belli kanunlara, belli teorilere, belli disiplinlere bağlı olarak ancak izlenebileceğini görmemiz gerektiğini dile getirir. Ancak Çiftçi’ye göre bundan daha önemli bir şey vardır ve o da sosyolojiyi toplumu bir anlama aracı olarak görmekle ilgilidir. Toplumu anlamak konusunda sosyolojinin bize sunacağı katkı, Çiftçi’nin ortaya koyduğu bir özgürlük tarzını da devreye soktuğumuz zaman son derece önem kazanmaktadır. Toplumu anlamak, toplumda olup bitenler hakkında bir yargıda bulunmak, orada gerçekleşen olayların nedenleri, nitelikleri, sonuçları, hangi gerekçelere dayandığı vesaire gibi hangi referans noktalarından beslendiği, orada yuvalanmış (gömülü/embedded) değerin, yuvalanmış ahlakın, yuvalanmış hareketliliğin nasıl okunması gerektiği konusunda, doğrudan anlamayı merkeze alan bir bakış açısını devreye sokmadığımız takdirde yaptığımız iş sosyoloji olmaktan çok bir etiketleme, bir değer biçme, dışarıdan bir açıklama çabasıyla sınırlı kalacaktır.

Bir ders kitabı mahiyetinde hazırlanmış olsa da, okuyucu ile konuşarak, kendi sorunlarını muhatabına aktarmakta ve muhatabını da tartışmanın içine dahil ederek bir anlamda sosyolojiyi çoğulcu bir karakter, çoğulcu bir sohbet içerisinde takdim etmeye çalışmaktadır. Adil Çiftçi’ye göre sosyolojik çaba, sosyolojik gayret, toplumu anlama konusunda bizi rahatlatacak, özgürleştirici bir imkân olarak değerlendirilebilmelidir. Adil Çiftçi’nin ilahiyatçı kimliği ve dini konulara yakınlığı dikkate alındığında, sosyolojik konuları kavrayış tarzı itibariyle bu kitabın ve önermelerinin nev’i şahsına münhasır bir çalışma olduğu rahatlıkla iddia edilebilir.

Çiftçi’ye göre sosyoloji bireysel, masa başında üretilen, kendi içine kapanık ve teorinin içinde yüzen bir disiplin değildir ve olmamalıdır. O, sosyolojiyi hayatın içindeki karşılaşmaları da devreye sokarak daha geniş bir perspektifte üretmeye gayret eder ve daha da ötesinde ‘özgürleştirici bir çözüm’ olarak sunmak istemektedir.

Kitabın esasında iki temel önerisi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi sosyologlara yönelik bir davettir. Sosyologları, sosyolojinin kurucu babalarıyla yeniden irtibat kurmaya davet eden Adil Çiftçi modern sosyolojik etütlerin, yaklaşımların, yönelimlerin sosyolojinin kurucu aktörlerini ihmal ettiklerini, onların tezlerinden gittikçe uzaklaştıklarını dile getirir ve açıkça modern sosyologları, çağdaş sosyologları bir anlamda ta’zir eder ve uyarır. Çünkü kurucu aktörlerin temel aksiyomlarının, temel söylemlerinin ihmal edilmesi durumunda sosyolojinin ana güzergahını terk etme ve yoldan sapma durumu söz konusudur. İkinci önerisi veya tavsiyesi sosyolog olmayanlara özgüdür. Sosyolog olmayanlara yönelik daveti oldukça ilginçtir. Onları da eğer sosyoloji yapacaklarsa sosyoloji ile bir irtibat, bir temas kuracaklar ise sosyolojinin kurucularına bakmaya davet etmektedir.

Adil Çiftçi kitabında sosyolojinin kurucularını merkeze almakta, onların sosyoloji inşa ederken kurdukları temel paradigmaya, işlettikleri temel metodolojiye ve yaklaşımlara dikkat çekmekte ve bunun da bir anlamda ideal sosyoloji yapma tarzı olduğunu iddia etmekte; bugünkü sosyolojinin ancak bu şekilde gelişeceğini, halihazırdaki problemleri açıklamaya ve anlamaya fırsat verebileceğini dile getirmektedir.

Transkripsiyon: Abdullah YARGI
Değerlendirme: Nejdet Subaşı (https://www.youtube.com/watch?v=ykPqO0aiZh0)