Günümüzde irfan nazari ve ameli irfan olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Nazari irfan gerçekliğin ne olduğuna dair ontolojik bir iddia iken ameli irfan ise belli bir amaca ulaşabilmek için nasıl yaşanması gerektiğine dair öğretiler ve pratikler toplamıdır. Hem nazari hem de ameli irfanın kaynağının irfani tecrübe olduğunu bilmek gerekiyor. Bu yüzden irfanın ne olduğunun doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için ona kaynaklık eden irfani tecrübenin nasıl bir tecrübe olduğunu bilmek gerekiyor.

Genel olarak tecrübe, gerçeklikle doğrudan temas kurulması anlamına gelmektedir. İnsan genel olarak iki farklı tecrübeye sahiptir. Bunlardan ilki duyular aracılığıyla dış alemin zahiriyle kurulan tecrübedir ki bunda insan varlığın mahsus ve maddi veçhesiyle temas kurar ve bu sayede varlığın tecrübi bilgisine sahip olur. Buna karşılık bir de deruni tecrübe bulunmaktadır ki bu tecrübeyi mümkün kılan hayal yetisidir. Bu tecrübe sayesinde insan gerçekliğin batını ile temas kurar ve bu sayede zahirin ötesinde hakiki ve gerçek olanın ne olduğunu görür.

Gerçeklikle kurulan bu deruni tecrübenin konusu iki şey olabilir; bu tecrübe ya temel gerçekliğin ne olduğuna kaynaklık eder ya da nasıl yaşanması gerektiğine kaynaklık eder. İlkinde nazari irfan ile ikincisinde ise ameli irfan ile karşı karşıya bulunmaktayız. İşte Pisagor’un irfan anlayışına bu açıdan baktığımızda öncelikle onun irfani görüşlerine deruni tecrübenin kaynaklık ettiğini ikinci olarak da bu tecrübenin nazari olmaktan çok ameli olan bilgiye kaynaklık ettiğini görmekteyiz. Diğer bir ifadeyle Pisagor’un irfani görüşleri daha çok bu dünya hayatının mahiyetinin nasıl olduğuna ve ondan kurtulma yolunun ne olduğuna ışık tutmaktadır.

Giriş olarak değinilmesi gereken ikinci nokta ise; Pisagor’un irfani görüşlerinin hangi yolla elde edilebileceğidir. Yani bizler onun irfani görüşlerini hangi yolla elde edebiliriz? Bu konuda felsefe tarihçileri arasında iki yaklaşım bulunmaktadır.

1. Bazı felsefe tarihçileri onun irfani görüşlerini ondan bize kalan cümlelerin batınî anlamlarını ortaya çıkararak ulaşabileceğimizi savunmaktadır. Bunlar ondan kalan ve zahiri de açık ve anlaşılır olan her cümle için batınî bir anlam bulmaya çalışmaktadırlar. Mesela Porfuriyos, Pisagor’un hayatına dair yazdığı kitapta bu yolu izlemiş ve her bir cümle için batınî bir anlam ortaya koymaya çalışmıştır. Ancak bu yol çok da makul bir yol olarak görünmemektedir. Zira bu şekilde yaptığımızda hemen herkesin irfani görüşleri olduğundan bahsedebiliriz.

2. Bu konuda felsefe tarihçileri arasında bir uzlaşma bulunmamaktadır. Bazıları bu yönteme karşı çıkmış ve Pisagor’un irfani görüşlerini ancak onun zaten irfani olan cümleleri aracılığıyla ortaya konabileceğini savunmaktadırlar. Bizce de bu ikinci yol daha makul ve meşru görünmektedir. Bu açıdan Pisagor’un irfani görüşlerini tespit etmeye çalıştığımızda karşımıza şu beş görüş çıkmaktadır:

1. İnsan dünyada garip ve yabancıdır!

Pisagor’a göre her bir insan ferdi bu dünyada gariptir. Bu açıdan insan tamamen kapalı olan bir odaya benzemektedir ve bu odanın dışarıya açılan ne bir penceresi ne de kapısı bulunmaktadır. Her bir insan ferdi kapalı bir dünya gibidir. Bizler zahiren bir arada topluluklar halinde bulunuyor olsak bile aslında “yalnız kalabalıklardan” başka bir şey değiliz. Bizi sadece bize dışarıdan bakan yabancı bir gözlemci bir arada görür. Oysa gerçekte her bir insan bu kalabalıklar içinde garip ve yalnızdır. Bunun neden böyle olduğunu sorduğumuzda ise Pisagor bize şöyle demektedir; ‘Bütün insanlar diğerleriyle olan ilişkilerini kendi fayda ve çıkarlarına göre kurmaktadırlar. Kim her ne yapıyorsa kendi çıkarı ve faydası için yapıyordur.

Pisagor’un faydayı maddi ve manevi faydayı kapsayacak şekilde kullandığını bilmek gerekiyor. İşte bu yüzden her bir insan ferdi mutlak anlamda ötekine yabancı ve yalnızdır. Pisagor’un bu görüşüne ilmü’n-nefs ve modern psikoloji açısından baktığımızda şunu görmekteyiz. İnsan denen varlıkta hubb-ı zat yani kendilik sevgisi bulunmaktadır. Bu kendilik sevgisinin sonucu siyanet-i zattır yani kendi varlığını koruma güdüsü. İnsanın kendi varlığını koruma güdüsünün iki sonucu bulunmaktadır. Buna göre insan kendi varlığını koruyabilmek için faydalı olanı cezb ederken zararlı olanı def’ etmelidir. İnsan ancak bu şekilde varlığını devam ettirebilir. Dolayısıyla insan denen varlıkta kendilik sevgisi bulunduğunda herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. İhtilaflı olan konu ise buna ek olarak insanda öteki sevgisi bulunup bulunmadığıdır. Bazı filozof ve psikologlara göre insanda sadece kendilik sevgisi bulunurken azınlıkta olsalar da diğer bazılarına göre de insanda hem kendilik sevgisi hem de öteki sevgisi bulunmaktadır.

İşte Pisagor bu ihtilafta birinci görüşü benimsemektedir. Yani ona göre insanda sadece kendilik sevgisi vardır ve bu yüzden de ne yapıyorsa kendi çıkarı ve iyiliği için yapıyordur. Pisagor buna ek olarak bu durumun yapısal ve zati olduğuna da inanmaktadır. Yani ona göre ne yaparsak yapalım bu durumu değiştiremeyiz. Zira bizler Tanrı tarafından bu şekilde yaratılmışızdır. Ne herhangi bir din ne felsefe ne ideoloji ne de herhangi bir şey zati olan bu durumu değiştirebilir. Oysa sosyologlar ve psikologların çoğuna göre insanın dine yönelmesinin en önemli sebebi bu gariplik ve yalnızlık duygusundan kurtulmaktır. Ancak Pisagor bu durumun herhangi bir çözümü veya çaresi olduğunu düşünmemektedir.

2. Beden ruhun zindanıdır!

Pisagor’a göre bedenimiz ruhumuzun zindanı, kafesi veya mezarıdır. İnsan ruhu kendi isteğiyle bu zindana girmemiştir ve bulduğu ilk fırsatta buradan çıkmanın yollarını aramaktadır. Dolayısıyla bu durum icbari bir durum olduğu için ruhun kendi rızasıyla düştüğü bir hal değildir. Eğer tercih hakkı olsa hiçbir ruh beden denen bu zindana girip mahkum olmazdı. Dolayısıyla bu dünya hayatı arzulanan bir hayat değildir.

3. İntihar etmek caiz değildir!

Pisagor’un bu görüşüyle bir önceki görüşünü bir arada düşündüğümüzde durumun vahameti daha da iyi ortaya çıkmaktadır. Zira bir açıdan bir zindan olduğu için bu dünya hayatı matlup değildir diğer yandan ise intihar etmek caiz değildir. Neden intihar etmek caiz değil diye sorduğumuzda Pisagor bize bir temsil ile cevap vermektedir. Buna göre bizim ile Tanrı arasındaki ilişki bir çoban ile sürüsü arasındaki ilişki gibidir. Nasıl ki bir sürü kendi iradesiyle olmasa da çobanın onları topladığı mekanda bir araya gelmişlerse biz insanlar da Tanrının isteği sonucunda bir dünyada bulunmaktayız. Nasıl ki bir koyunun sürüden ayrılması doğru değilse bizlerden herhangi birisinin intihar ederek bu dünyadan göç etmesi de doğru değildir. Diğer bir sebep ise Pisagor’un tenasüh anlayışıdır. Bu anlayışa göre insan ruhu bir bedenden diğerine geçmekte ve bu döngü bu şekilde devam etmektedir. Bu yüzden de intihar eden kişi bu döngüyü kırmak bir yana durumunu daha kötü bir hala sokmaktadır. Zira intihar ederek ruhunun daha alt ve kötü bir bedene geçmesine sebep olabilir. İşte bu iki sebepten dolayı intihar Pisagor açısında caiz değildir. Peki bu durumda çözüm yolu ve çare nedir? Bu zindandan yani dünya hayatından kurtulmanın yolu nedir?

Pisagor’a göre bizler ancak doğru inanç, düşünce ve amel sahibi olursak bu döngüden kurtulabilir ve kurtuluşa erebiliriz. Kurtuluş ise Pisagor’a göre ölüm yeniden doğmamaktır. Bunu başaran kişi kurtuluş ehlinden olmuştur. Peki ama ölüp yeniden dirilmeyen bir kişi nerede ve nasıl bir durumda bulunmaktadır? Pisagor’a göre bu kişiler öbür hayatta Tanrı ile birleşip ebedi bir yaşama kavuşmaktadırlar. Bu hale ariflerimiz “fena fi Allah ve beka bi Allah” demektedirler.

4. Dünya hayatı aldatıcıdır!

Pisagor felsefe tarihinde dünyanın aldatıcı olduğunu söyleyen ilk kişidir. Ondan önce kimseden böyle bir görüş nakledilmemektedir. Buna göre dünya hayatının zahiri güzel olsa da batını çirkin ve aldatıcıdır. Her kim dünyaya kanar ve ona gereğinden fazla değer verirse sonu helak olmak olacaktır. Bu yüzden de Pisagor, dünya nimetlerinden ancak zorunluluk nispetinde yararlanılmasını tavsiye eder. Ancak ölmeyecek kadar bir oranı almak ve gerisinden yüz çevirmek gerekir.

5. Dünya alçak, karanlık ve belirsizdir!

Pisagor’a göre Tanrının nuru bütün varlık alemini aydınlatmış olsa da sıra bu dünyaya geldiğinde sapmış ve bu dünyayı karanlıkta bırakmıştır. Bu yüzden bu dünya karanlık ve alçaktır. Bu yüzden dünya kelimesinin hangi kökten geldiğine dair Arap dilbilimcileri arasında ihtilaf bulunmaktadır. Kimisine göre dünya, uzak anlamına gelen ‘duno’ kökünden gelirken bazılarına göre de yakın anlamına gelen ‘duanet’ kökünden gelmektedir.

İşte bu beş görüş Pisagor’un irfan anlayışını oluşturmaktadır!

Böylece Pisagor’un düşünce sisteminin felsefe, ahlak, din ve irfan unsurlarından meydana geldiğini görmüş olmaktayız. Bu bütüncül yapıyla Pisagor ve Pisagorcular düşünce tarihi üzerinde pek çok açıdan etki bırakmışlardır. Bunlar:

1. Pisagorcular, Miletli filozoflardan farklı olarak felsefi sorgulamanın alanını genişleterek sadece gerçekliği değil insanı ve insanın nasıl yaşaması gerektiğini de felsefenin alanına dahil etmişlerdir.

2. İnsanı da felsefi sorgulamanın konusu yaparak Pisagorcular daha sonra Aristo tarafından kavramsallaştırılacak olan felsefenin nazari ve ameli olarak taksim edilmesinin zeminini hazırlamış olmaktadırlar.

3. Pisagorcular matematik ve müzikle ciddi bir şekilde ilgilenerek bu iki disiplini birer ilim olarak tedvin etmişlerdir.

4. Özellikle insan anlayışlarıyla Eflatun’u oldukça fazla etkilemişlerdir.

İşte bu açılardan Pisagor ve Pisagorcular düşünce ve felsefe tarihi açısından özel bir ilgiyi hak etmektedirler!

Abuzer DİŞKAYA