Saftı hani bakışları, leke sürülmemişti beyazına. Tebessümdü yüzlerde. Miladıyla neşe kaynağıydı hanelere, sonsuzluğa açılan kapılardı gözleri. Muhammed oldu adı, belki Musa, belki İsa… Uzundu belki boyu, sarıydı saçları en limonisinden. Bilmezdi çoğu şeyi, eksikti cümleleri. Yılmazdı oynamaktan, utanmazdı hüngür hüngür ağlamaktan. Kapanınca ışıklar bir el arardı karanlığı delerek çıkaracak aydınlığa. Çoğu zaman korksa da nadiren korkuturdu çocuk.

İlk adımlarını onunla attı. Sağın peşi sıra gelir sol ayağı. Onsuz dikenliydi yolları. Kurduğu hallerin yoktu başı sonu. Kaptan-ı deryası olur gemisinin keşfe çıkarır engin deryaları. Aç ve muhtaçtı baba sevgisine. Damarlarındaki kan gibi, teneffüs ettiği hava…

Yarıldı birden gök kubbe, ateş düştü hanelere. Karardı birden dalgalar. Şaşırmış âdemoğlu, gözler kör yürekler sağır. Bu kopan kaçıncı tufan. İnsanlık tarumar olmuş ağır ağır. Kadın ya da erkeksin sev ya da nefret et. HERKES EŞİT OLSA DA, BAZILARI ÇOK DAHA EŞİTTİR BURADA… İşte bu kadar da gariptir dünya!

Cehennem akşamları çökünce, çelik gövdeli askerler boşaltır üzerine mermileri. Savaş, kan, gözyaşı… Feryatlar inletirken arşı, kimse bilmez minik bedenleri saran o müthiş telaşı. Karanlık odaklı savaşların ortasında ekilen nefret tohumlarını sular al kanı. Tank tüfek yahut bombaları… Oyuncakları olur topladıkları boş kovanları.

Bilyelerini unutmuş sığınağın birinde, hayalleri işte can yeleğine tutunmuş vuran sahile. Mutlu bitmese de masalları, ıslak dudaklarında besteledi çocuk barışı. Yoklukların varlığına sığındı. Hiç arifesi olmadı. Hiç uyanmadı bayram sabahına. Buluşmadı dudakları öpecek bir elle. Bile bile ölüme koştu çocuklar. Binlerce yetim artık onlar.

Susmak gerekti söz yangına düşünce. Susmadı, gönül asi… Bağırları yanarken çoğu zaman ne haykırabildiler, ne çıkabildiler en derinden. Hapsoldular unutulmuşluğun karanlığına. Musibetlerin terk etmediği Irak’ın çocukları… Filistin’in korkuyu unutmuş yavruları… Kafkasya ‘nın solmaya mahkûm gülleri… Doğu Türkistan’ın sevgiye aç ve muhtaç yetimleri…

Ruhlara esen ey meltem yeli! Gel içimizi serinlet huzurunla. Çalsın gönüllerin mutluluk teli, kadehimden taşmadan beni yudumla.

Esir kala yanları yakar canını. Gözyaşlarının şahidi ıslak kaldırım taşları. Savururken hoyratça asi rüzgâr saçlarını, onlar hep ürkek bakarlar. Çekingendir yürüyüşleri; bir ileri iki geridir ritimleri. Öyle sözler söyler ki gözleri, aciz kalır telaffuzunda dilim.

Kurulmuş bir saat duvarda; ismini sayıklıyor gece, sanki hece hece. Yaralarına merhem ararken minik yetim, kâğıttan gemilerini ateşe verir engin denizlerinde yüzen. Haykıracak kadar cesur dağlara fakat unutmayacak kadar asil bir ruh, sevebilecek kadar büyük bir yürek bu minik bedenlerin taşıdığı.

Organ mafyalarının, insan tacirlerinin, karanlık güçlerin hedefi, hayatın acımasız kollarına mahkûm edildi yetimler. Bitmeli artık karanlık günleri. Sevdikçe kaybolmalı kötülükler açılmalı sonsuza kapılar… Onlarında hakkı aydınlık güzel… Hiç düşmesin diye tutmalı ellerinden ki onlarda hiç bırakmayacağımızı bilerek dayanabilmeli…

Özlem DEMİRKIR