Bir sanat eseri olarak şiire bakışımız onun muhtevasına ilişkin mi olmalı veya “ses”ine mi yönelmek gerekir? Belki de ikisini birden ele almak, ibraz edeceğimiz görüşlerin sağlıklı olmasına olanak tanıyacaktır. Ama biz bu yazıda böyle bir kaygı taşımadan ondaki manaya eğilmenin gayretinde olacağız. Çünkü şiirde muradı anlatma çabası varken mısraın içine şairin kendini katması veya bunun tersi apayrı bir konuyu teşkil eder.

Ben, şiirin yerleşmiş birtakım kanaatlerin aksine yaşayamayan kişilerin işi olduğunu düşünürüm. Ses edip mehataba uzanamayan insanların avazlarını derledikleri bir tür sığınak olarak görürüm şiiri. Yaşam ile uyuşmayan yaşantının bu yaşam içine sindirilmesi, sıkıştırılması bir çatışmayı doğuruyor. Arabaların, uçakların olmadığı devirler ile günümüzü aynı kefede düşününce, esas anlamda varlığını sürdüren nadirler arasında bu duyuşun olduğu görülüyor. Nitekim İsmet Özel;

Beni bir ses sahibi kıl kefarete hazırım‘ der.

Yukarıda belirttiğim çatışmanın mahiyeti -birçoklarında olduğu gibi- duyuş ve algılayış ile ilgili. Objelerin, fenomenlerin insan teki tarafından hangi surette anlamlandırıldığı, onlara yüklenen anlamların, özlerine uyum sağlaması böylece değer kazanıyor. Her halükarda sabit olan ise o ‘şey’lerin özlerine dair niteliklerinin müstakil oluşunun, biz insanlardan müstağni olduklarını göstermesi. Böylece doğanın da kendine has oluşu onunla ilişkimiz oranında bizlere görünür kılınıyor. Bu meyanda Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın bir ifadesi yerinde olur düşüncesindeyiz. Şöyle diyor merhum;

Bend eden dehanı seyr eder cihanı
(Ağzını tutmasını bilen cihanı seyredebilir)

Bu duyuşun birey için geçerli olduğunu göz önünde bulundurmak gerekirken öte yandan bu durumun şair kişide nasıl bir temaya kavuştuğunu da düşünmek gerek. Yedekte tutulan hançerin varlığı, böyle bir soyutlanmışlığın somut ile yüzleştiği andaki sarsıntıya karşı eman sahibi olamaz mı? Eskilerin güzel bir deyişi vardır:

Hazır ol cenge eğer ister isen sulh u salah‘ diye.

Biz bugün sulh u salah istiyorsak ne şekilde olduğumuza bakmalıyız kanaatindeyim. Nelerden, kimlerden hangi tarzda bir beklenti içindeysek, onlardaki ve bizdeki karşılığı ne olsun? Sanırım istenen formata (kavuşmak mümkün olacaksa) kavuştuğumuzda biz bunları yepyeni usullerde konuşuyor olacağız. Neyse, bu dereden çok sular akar. Sultan 3.Mustafa’nın bir mısraı ile bitirelim :

İşimiz kaldı heman merhamet-i lem yezele

İlham Edebiyat Dergisi Editörü
Yusuf Aydın