İnsanoğlu yaradılış itibarı ile yoksunluk hissi içinde doğar. Durup dururken gelen, bir huzursuzluk can sıkıntısı ve tatminsizlik hissi…
İçinde garip bir boşluk vardır ama sebebini tam olarak anlamak mümkün değildir.
Bu boşluğu doldurmak adına, kendine çeşitli uğraşlar bulur. Bazen fani aşkla, bazen kariyer planıyla, bazen sanatla, bazen de illegal bir yolla, içki ve madde kullanımıyla mutlu olmayı dener.
Dener denemesine ama bunların verdiği mutluluk geçicidir. Kariyerin zirvesine çıksa da; Aşkı bulup evlenip beş çocuk yapsa da; Alkolün dibine vursa da nafile…
Asla yarım kalmışlık hissinden kurtulamaz. Asla tatmin olmaz Asla tam anlamıyla mutlu olmaz.
Çünkü en derinlerinde varoluş sancısı çekiyordur. Kalbinin üzeri dünyanın fani meşgaleleri ile dolu olduğundan bunu fark etmez. Peki nedir bu varoluş sancısı?
Çok gerilerden gelir bu sancı… Ta Kâlû belâ, Bezm-i Elestte Allah insanları topraktan bir beden olarak yarattı; lakin bir şey eksikti ruh… Mevla biz kullarına, kendi aziz ruhundan üfleyerek, oluşumumuzu tamamladı. Nitekim bu oluşum Kuranı Kerim’de bir çok ayette mevcuttur. (Mu’minun,23/12-14)
Peki Allah’ın bize kendi ruhundan üflemesinde ki sır neydi?
Mevla’nın ruhuyla birlikte bizim bedenimize koyduğu sırrını adı “Aşk”.
Dünyaya yollanan insana yaratıcı kendinden bir parça vererek “Ey kulum; Beni sev, beni ara, beni bul” emrini vermiş oldu.
Bu yüzden insanı en çok mutmain eden his aşktır. Fani aşklarla yontulan nefis, asıl aşkın sahibine ulaşmak için terbiye edilir.
Sonuç olarak bedendeki ruh Allah’tan bir paçadır. Dolayısıyla içimizde ki ruhun keşmekeşleri, sonsuz istekleri, varoluş sancısı son bulsun istiyorsak; Onu aşk yoluyla asıl sahibi olan Mevla’ya ulaştırmalıyız.
Yazımı noktalarken konuyla ilgili kendi yazdığım şiiri paylaşmak isterim.
VAROLUŞ SANCISI
Aşk, hüzün, hasret benliğini saran duygu,
Hepsi kutsal hedefe bir perde,
Doğumdan ölüme sonsuz arayış bu,
Beşikte başlar, son bulur mahşerde…
Ta bezm-i elestte üflendi ruh yandın,
Anne rahminde düşünce hissettin acısını,
Doğar doğmaz sebepsiz ağladın,
Fehmedemedin varoluş sancısını…
Mutluluk kuşatsa da hep eksikti bir yanın,
Bilinmeyene duyulan, tarifsiz özlem,
Adı aşk oldu, dert oldu hatta nefret,
Uçsuz bucaksız yangınlara sürdü seni bu fetret…
Bilmiyordun ruh sahibine dönmek ister,
Bu dünyada verilmedi huzur mümine,
Varoluş sancısı çeken kul, boşuna üzülme,
Eğer ki her daim bahtiyar olsaydın,
Ulaşmak için uğraşmazdın Rabbine….!
Hüsna ŞAHİN
İnsan beden ve ruhtan ibarettir.
Ruh bedene giydirilmiş dünya standartlarında yaşaması için. Ancak seninde dediğin gibi bir arayış içine girer. Gerek doğru bir yol veya yanlış bir yola.
Kalbihayvani ve kalbiinsani durumlarımız vardır.
Hayvani olan dünyevi şeylerden beslenerek dünyalık peşine düşerek giderek haybanileşmektir. Bu Allah nezdinde insanın ziyanıdır.
O halde Kalbi İnsanileştirmek gerekir.
Aşk. O da Allah Aşkıdır. Yani gerçek olandır.
Kalpler Ancak Zikir ile Mutmain olur.
Kalbi Mutmain Etmek.
Tasavuffda geçtiği gibi Kalbe Allah dedirtene Kadar Allah’ı zikretmek.
Sonra Tüm Zerrelere Allah dertene kadar Zikretmek.
İşte İnsanın Aradığını bulmak budur.
Hani derlerya Ölüm aslında bir Uyanıştır.
Kalbi Mutmain olan kişi de Uyanır.
Bunun hazzını yaşar. Öyle bir yaşar ki Yaşayan bilir.
Ve Kalbiinsaniye Dönüşmüş olur.
İşte bizimde VAROLUŞ sebebimiz budur.
Ben beni bu kadar güzel okumamıştım teşekkür ederim