Ünlü İngiliz sosyolog Anthony Giddens’ın, Sosyolojinin Savunusu (In Defence of Sociology) adlı kitabı, sosyolojinin çağdaş dünyaya hitap etmesi gerektiğine dayalı güçlü bir inancın yeniden ifadesidir. Mezkur eser, Giddens’ın en son ve daha önceki çalışmalarını yeniden bir araya getiren derleme niteliği taşımaktadır. Sosyolojinin Savunusu, sosyolojik teoriyi titiz bir şekilde güncel sosyal ve politik meselelere bağlayan bir çalışma olmasıyla öne çıkmaktadır.

Giddens’ın kitaptaki temel kaygısı popülaritesi gittikçe azalan Sosyoloji disiplininin eski şaşalı günlerine dönmesi için neler yapılması gerektiğiyle ilgilidir. Sosyolojinin, gittikçe daha az öğrenci tarafından tercih edilen bir bilim dalı haline gelmesi Giddens ve Horowitz gibi sosyologları endişelendirmiştir. Ona göre Sosyoloji şu anda, tam da uzun süredir en iyi şekilde geliştiği ülkede, yani ABD’de zor bir dönemden geçmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki en eski sosyoloji bölümüne ev sahipliği yapan Yale Üniversitesi’nde kaynakların neredeyse yarı yarıya azalması; sosyoloji lisans öğrencisi sayısının, 1973’te 36.000 öğrencilik rekor seviyesinden 1994’te 15.000’in altına düşmesi, durumun kritikliğini gösteren önemli verilerdir.

Giddens’a göre kaybolan şey, sosyolojinin sosyal araştırmanın çeşitli dalları için birleştirici bir merkez sağlama kapasitesidir. Washington Üniversitesi’nde ve başka yerlerde sosyoloji bölümlerinin kapatılması, ABD’de hararetli bir tartışmaya yol açmıştır. Giddens, Sosyolojiyi eleştirmenlerinin klasik eleştirisi olan sosyolojinin uygun bir araştırma alanına sahip olmadığı itirazını ele alarak başlamaktadır.

Giddens’a göre sosyoloji çalışma alanı açıkça tanımlanmıştır. Bu disiplinin ‘geçmişi/tarihi’ incelemek gibi apaçık bir konusu bulunmaktadır ve geçmiş her şeyi kucaklamaktadır! Sosyoloji, kendisini her şeyden önce modernlikle – modern veya sanayileşmiş toplumların karakteri ve dinamikleriyle – ilgilenen genelleştirici bir disiplindir. Metodolojik stratejilerinin çoğunu – ve sorunlarını – yalnızca tarihle değil, sosyal bilimlerin tümüyle paylaşır. Ele aldığı deneysel konular çok gerçektir. Sadece deneysel araştırma değil, sosyolojik kuramsallaştırma ve sosyolojik kavramlar, günlük repertuarımızın büyük bir parçası haline gelebilir. Örneğin birçok insan, şimdi bir liderin karizması olup olmadığını soruyor, ahlaki paniğe kapılıyor veya birinin sosyal statüsünden bahsediyor. Tüm kavramlar sosyolojik söylemden kaynaklanmaktadır.

Sosyoloji, tüm sosyal bilimler arasında doğrudan gündelik hayatımızda bizi ilgilendiren modern şehirciliğin gelişimi, suç ve ceza, cinsiyet, aile, din, sosyal ve ekonomik güç gibi konulara dayanır.

Giddens’a göre son otuz yılda sosyolojide işler değişti. Bir kere gücün merkezi değişti. Amerikan sosyolojisi eskiden dünya sosyolojisine hükmediyordu, ama artık öyle değil. Özellikle sosyolojik kuramlaştırma söz konusu olduğunda, ağırlık merkezi başka bir yere, özellikle Avrupa’ya kaymıştır. Pierre Bourdieu, Niklas Luhmann veya Ulrich Beck gibi yazarlar, bu duruma örnek gösterilebilecek başlıca sosyolojik düşünürlerdir. Özellikle İngiliz sosyolojisi son zamanlarda önemli bir gelişme kaydetmiştir. John Goldthorpe, Steven Lukes, Stuart Hall, Michèle Barrett, Ray Pahl, Janet Wolff ve Michael Mann gibi dünya çapında üne sahip İngiliz sosyologlar bu bayrağın taşıyıcılarıdır.

Bugün sosyal bilimler ve hatta beşeri bilimler genelinde manşetlerde yer alan tartışmaların çoğu güçlü bir sosyolojik girdi taşımaktadır. Sosyoloji yazarları postmodernizm, post-endüstriyel veya bilgi toplumu, küreselleşme, günlük yaşamın dönüşümü, cinsiyet ve cinsellik, işin ve ailenin değişen doğası, ‘alt sınıf’ ve etnisite tartışmalarına öncülük etmişlerdir.

Giddens, sosyolojinin kamusal ve politik meselelerle ilgilenmesinin en önemli konulardan biri olduğunu düşünmektedir. Sonuçta, siyasi arenada gündeme getirilen birçok soru sosyolojiktir. Örneğin; refah, suç veya aile ile ilgili sorular. Sosyologlar dikkatlerini şu anda sosyal hayatı dönüştüren değişikliklerin pratik ve politika oluşturucu sonuçlarına odaklamalıdır.

Neo-liberalizm ortodoks sosyalizmle birlikte ortadan kaybolurken, sosyoloji son noktasını yeniden belirlemelidir. Yeni cevaplara ihtiyaç duyduğumuz bazı sorular eski, kalıcı sorularken, diğerleri çarpıcı bir şekilde yenidir. Önceki zamanlarda olduğu gibi bunların her ikisiyle de uğraşmak gerekmektedir.

Giddens, ikinci makalede ‘post-geleneksel toplumdan’ bahsetmektedir. Modernite her ne kadar gelenek karşıtı bir olgu gibi görünse de Giddens’a göre hem onu yeniden inşa ederek hem de sosyal yapının bazı bölümlerine dokunmadanan muhafaza etti. Bir yandan, küreselleşen süreçlerle evrenselleşen modern kurumların genişlemesine yayılması söz konusudur. Bu esnada yaşanan değişim süreçleri, modernitenin radikalleşmesi olarak adlandırılabilir. Bunlar geleneğin tasfiyesi, dağılması ve sorunsallaştırılması süreçleridir.

Üçüncü makalede sosyal bilimin tanımını yapan Giddens, dördüncü yazısında ise İşlevselciliği tartışmaktadır. Beşinci makalede İngilizlik ve Sosyal Bilimler arasındaki ilişkileri, buna bağlı olarak Antropolojinin geleceğini ele almaktadır. Yedinci makalede sosyal düşüncenin dört (4) mitini konu edinir. Buna göre sosyal düşünce tarihinde, 1) düzen miti, 2) Saint-Simon ve Karl Marx’ın çalışmalarını göz ardı eden ‘muhafazakar köken’ miti, 3) belirli bir tarihten sonra spekülatif ve sübjektif kuramsal tartışmaları dışlayan büyük bölünme miti ve 4) düzen mitini eleştiren çatışmacı mitlerdir. Bunlar sosyolojinin belirli oranda iki kampa ayrılmasını ve kıskaca alınmasına neden olmuştur.

Bir sonraki bölümde Auguste Comte ve Pozitivizmden bahseden Giddens, devamında ise Fransız Sosyolojisindeki İntihar problemine değinmektedir. İntihar konusunun Durkheim’dan önce konu edildiğini ifade eden Giddens’a göre, intihar ve bazı sosyal bileşenler arasındaki korelasyon da Durkheim’dan önce kurulmuştu.

Abdullah YARGI