Marx’tan sonra Avrupa’da yaşayan düşünürler, Marx’ın öngördüğü sosyalist devrimlerin bırakın gerçekleşmesini, faşizmin taban bulduğuna tanıklık ettiler. Bu sebeple, bu gelişmeleri anlamak için, kültür ve ideolojinin ne gibi bir rolü olduğu üzerine düşünmeye yöneldiler. Bu düşünürler var olan toplumsal ilişkilerin korunmasında ve yeniden üretilmesinde kültür ve ideolojinin rolüne dikkat çektiler. Örneğin kitle iletişim araçlarının status quo‘nun yeniden üretilmesinde kullanıldığını belirttiler. Kültür alanına tekellerin egemen olduğunu ve bunun da kültürü tek tipleştirdiğine işaret ettiler.
Adorno, Horkheimer, Marcuse gibi düşünürlerin yer aldığı Frankfurt Okulu, Aydınlanmanın diyalektiği ve kitle kültürünün eleştirisi üzerinden modern toplumlardaki tahakküm biçimlerini sorguladılar. Kitle iletişim araçlarının ve endüstrileşmiş kültürün, eleştirel düşünceyi körelterek ve tüketim ideolojisini yayarak mevcut düzeni nasıl yeniden ürettiğini analiz ettiler. Tekelleşen kültür endüstrinin, farklı ve muhalif sesleri bastırarak kültürel bir tipleşmeye yol açtığına dikkat çektiler.
A. Gramsci, ‘hegemonya’ kavramını üreterek egemen sınıfın sadece zor yoluyla değil, aynı zamanda ideolojik bir rıza üreterek de iktidarını sürdürdüğünü gösterdi. Eğitim sistemi, medya, din gibi sivil toplum kurumlarının, egemen ideolojiyi içselleştirerek/özdeşleştirerek çoğunluğun rızasını sağladığını söyledi. Gramsci, karşı-hegemonya stratejileri geliştirmenin ve organik entelektüeller aracılığıyla alternatif bir dünya görüşü inşa etmenin önemini vurguladı.
L. Althusser, devletin sadece bir baskı aygıtı (ordu, polis, mahkemeler) olmadığını, aynı zamanda ideolojik aygıtları (okul, aile, medya, din, sanat vb.) aracılığıyla da egemen ideolojiyi yeniden ürettiğini ve bireyleri özneleştirdiğini ileri sürdü. Bu aygıtların, zor kullanmak yerine, bireyleri egemen ideolojinin değerleri ve normları doğrultusunda şekillendirerek sisteme gönüllü olarak katılımlarını sağladığına işaret etti.
Poulantzas, devletin kapitalist sistemin işleyişi için zorunlu olduğunu ve egemen sınıfın çıkarlarını temsil ettiğini savundu. Ancak devleti, tek bir egemen sınıfın doğrudan bir aracı olarak görmekten ziyade, farklı sınıf fraksiyonları arasındaki güç mücadelesinin bir alanı olarak ele aldı. Devletin göreli özerkliğinin, kapitalist sistemin uzun vadeli yeniden üretimini sağlama açısından önemli olduğunu belirtti.
Bu düşünürler, elit azınlığın devlete, onun organlarına ve ideolojik aygıtlarına sahip olmasının ve çoğunluk üzerinde tahakküm kurmasının mahiyetini analiz ettiler. Bu tahakküm sadece ekonomik güce değil, aynı zamanda ideolojik manipülasyona, rıza üretimine ve kültürel hegemonyanın inşasına dayandığını gösterdiler ve karşı-hegemonya stratejileri ile bu tahakküm ilişkilerini kırmayı ve alternatif bir toplumsal düzen inşa etmeyi amaçladılar.
Bunun için kitle iletişim araçlarının ve diğer ideolojik aygıtların işleyişini deşifre ettiler ve bireylerin eleştirel düşünme becerilerinin güçlendirilmesine ve alternatif kültür ve iletişim kanallarının yaratılmasına işaret ettiler. Egemen kültürün tektipleştirici etkisine karşı, farklı seslerin duyulabileceği bir kültürü umdular. Halkla bütünleşmiş ve onların sorunlarını anlayan aydınların, organik entelektüellerin, karşı-hegemonik bir söylem ve bilinç geliştirmede önemli bir rol oynaması gerektiğine değindiler. Farklı toplumsal kesimlerin ortak talepler etrafında örgütlenmesini ve siyasi arenada mücadele etmesini şart koştular. Bu sebeple mevcut güç ilişkilerini sorgulamak, alternatif bir gelecek vizyonu oluşturmak ve bu vizyonu hayata geçirmek için verilen mücadelede hala öznenin önemli olduğunda ısrar ettiler ve üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesinde devlet aygıtının çok önemli bir yeri olduğunu, egemen sınıfın devlet aygıtının zor kullanma yetkisiyle birlikte kendi iktidarını taşıyıcı özneler inşa etmek suretiyle, kültürel ve ideolojik aygıtlardan da oluştuğunu, devletin egemen sınıfın egemenliğini gerçekleştirmesine hizmet eden bir aygıt olduğunu, elit azınlığın çoğunluğu (aslında zor ve rıza, tahakküm ve hegemonya yan yanadır) nasıl kontrol edebildiğini gösterip iktidarı aşacak öznelliğin önemine vurgu yaptılar.
Sözün özü; siyasal olarak olgun kişi kendi adına konuşan, kendi adına düşünen, yani bir başkasının söylediklerini tekrar etmeyen kişidir; hiç kimsenin vesayeti altında değildir. Çünkü düşünce, bütün özgül içeriklerinden önce, kimlik obsesyonu değil, bir olumsuzlama, kendisine dayatılana karşı bir direnme ve korkuya/aidiyete sığınma potansiyeline karşı, konfor bozan bir düşünme edimidir. Güvenlik, kesinlikler ve mutlaklıklar, daha kötüsü görünüşte ilerici görünen temkinlilik, yıkıcı güçlerdir. Bireyin özerkliğine, eleştiriye, doğaya, felsefeye ve özgünlüğe düşman bir tekelci kapitalizm evresinde, eleştiri ve otonomi olmazsa olmazdır. Bunun için hem felsefi, hem de kurumsal olarak, eleştirel özdüşünüme dayalı düşüncenin teşviki gerekir.
Onur FENCİOĞLU
Onur bey tespitleriniz için teşekkür ederim. Kendi adıma çok dikkat edeceğim.
Sorun Tespiti: Elit bir azınlık, zor ve rızayı iç içe geçiren hegemonya mekanizmalarıyla (kitle iletişim araçları ve ideolojik aygıtlar aracılığıyla) çoğunluğu kontrol eder ve tektipleştirici bir kültür dayatır.
Çözüm ve Hedef: Bu tahakküm ilişkilerini kırmak ve alternatif, özgürleştirici bir toplumsal düzen kurmak için karşı-hegemonya stratejileri geliştirilmelidir.
*Karşı-Hegemonya Stratejilerinin Üç Temel Ayağı*
Egemen medya ve ideolojik aygıtların manipülasyon mekanizmalarının deşifre edilmesi.
Bireylerin eleştirel düşünme becerilerinin güçlendirilmesi.
Alternatif kültür ve iletişim kanallarının yaratılması (farklı seslere alan açan çoğulcu bir kültür için).
Merkezi Kavram: Özerk Özne: Bu mücadelenin başarısı, özerk öznelerin varlığına bağlıdır.
Özerk özne:
Kendi adına düşünür ve konuşur (başkalarının söylemlerini tekrar etmez).
Hiç kimsenin vesayeti altında değildir.
Mevcut güç ilişkilerini sorgular.
Alternatif gelecek vizyonları oluşturur ve onları hayata geçirmek için mücadele eder.
Aciliyet ve Tehdit: Özerklik ve eleştirel düşünce, bireyin özgürleşmesine düşman olan, tekelci kapitalizmin egemen olduğu günümüz koşullarında vazgeçilmezdir.
Yöntem: Eleştirel öz-düşünüme dayalı düşüncenin hem felsefi hem de kurumsal düzeyde teşvik edilmesi gereklidir.
Rica ederim Enes bey. Dikkatli okumanız için ben teşekkür ederim. Özne’nin ya da insan tekinin, iktidarın korku ve arzu motorundan özgürleşmesi için mevcut üretim ilişkilerini sorgulayan ve konformist olmayan eleştirel özne olabilmesi için olmazsa olmaz olan felsefenin bu farkındalığı sağlaması, iktidar mekanizmalarını deşifre edebilmesi bence. ‘Çünkü düşünce, bütün özgül içeriklerinden önce, kimlik obsesyonu değil, bir olumsuzlama, kendisine dayatılana karşı bir direnme ve korkuya/aidiyete sığınma potansiyeline karşı, konfor bozan bir düşünme edimidir. Güvenlik, kesinlikler ve mutlaklıklar, daha kötüsü görünüşte ilerici görünen temkinlilik, yıkıcı güçlerdir.’