Yaratılışım gereği ihtiyaç içinde olduğumu düşünürüm. Aklımda, kalbimde, yaşamımda bir yerlerin eksik bırakılmışlığını duyumsamak, benim için uzaklığı olmayan bir durum. Dünyamda – ki bunu oluşturabilmişsem – yer işgal eden şeylerin gerçek oluşu, bir anda, eğer onlar olmasaydı ne olurdu sorusunu getiriyor. Yani o işgal işlemini somut veya soyut bir objenin, insanın, durumun varlığı ile özdeş kılmak ne kertede anlam kazanmış olur ki, onların yokluğuna dair tahayyül bile rahatsız edici bir unsura dönüşebiliyor?
Bu düşünceyi tüm insanlara teşmil etmekte, reel olana aykırılık görmediğim için Aristo’yu tasdik etmek gerekiyor: “İnsan, sosyal bir varlıktır.”
Hem de öylesine ihtiyaç ki (bizim konumlandırdığımız iğretiliklerin dışında) zorunluluklarından kuşku duymam. Pekala bunları zorunlu kılan nedir? İşte buna yanıt olarak “fıtrat” kelimesini yaraştırıyorum.
Yaratılışımın, iletişim kurmayı başardıklarım (başarı diyorum çünki ihtiyacım bir çabayı gerektirdi) ile aramda öncül olması, bazı fiiller için ilk etapta, onun telkini olmadan olmazlığı dile getirdi. Örneğin Kur’an’da ilk Peygamber ve ilk insan için kendisine eşyanın adının öğretildiği beyan edilir.
Sözün burasında aklıma Basîri’ye ait bir beyit geldi ;
Zen merde civan pîre keman tîrîne muhtaç
Ecza-i cihan cümle birbirine muhtaç
(Kadın erkeğe, genç yaşlıya, yay oka muhtaç. Cihanda ne varsa hepsi birbirine muhtaç)
İnsani zevkleri tatma noktasında doyum (işba) boyutuna gelen kişi için söylediklerimin bir karşılığı olmadığının farkındayım. Ancak henüz o insanla aynı durumun paydaşı olmayan veya bundan kaçan kişiler için nasıl bir karşılığı olduğundan şüpheliyim. Bir yandan “komşu komşunun külüne muhtaçtır” derken öte yandan bu gerçekliği yok saymayı, içinde bulunulan durumdan kendini müstağni tutma iradesi olarak algılıyorum.
Eksiklikten kaynaklanan boşluğun tetiklediği ihtiyaç, arama eylemini beraberinde getirecektir. Bunun da sonucu olarak ya memnuniyet ortaya çıkar veya bıkkınlık. Kimileyin Heidegger’in angst (ürkme) diyerek nitelediği psişik algı kaçınılmaz olur. Buna karşın sığınma (iltica) ve sevgi beklemek ise insan doğasının getirisi olsa gerek. Tıpkı gördüğü yabancı bir insandan ürken çocuğun annesinin elini daha sıkı tutması gibi, sığınması gibi. Çünki çocuğun bozuk bir fıtratı olmayıp kendinde varolan cevher, lahûtî alemin onun üzerindeki terekesidir.
Bu açıdan bakınca iyi ki muhtacım diyesim geliyor.
İyi ki muhtacım ve Allah’a sığınıyorum.
Yusuf Aydın
Analiz dersinij ortasında sigmalardan epsülonlardan daha çok ilgimi çeken bir yazıydı.Elinize sağlık👏