Günümüzde yetişkin ve orta yaşlı olarak tanımladığımız kitlenin, günlük en çok kullandığı kelimelerin arasında “siyaset” ve “politika” kelimelerine yer vermek hatta bunları başlarda saymak zannedersem yanlış olmaz. Yine bir ihtimal ki; bu kelimelerin bu denli sık ve günlük kullanımının sebebi sözcük anlamından bir hayli uzaklaşarak, Eski Yunan demokrasilerinden bu yana anlamının günden güne genişlemesi olacaktır.
Asıl ilginç olan ise “siyaset” kelimesinin etimolojik olarak incelenmesinde karşılaşılan verilerdir. Öyle ki “Siyaset” kelimesi at terbiyecileri için kullanılan “Seyis“ kelimesiyle aynı kökten gelir. “Siyaset” kelimesinin kökenbilimsel anlamı “Vahşi bir atı terbiye altına almak” olarak aktarılabilir. Lakin günlük kullanımda bu kelimenin anlamını değiştirir ve “Toplumun çelişmiş olan çıkarlarını uzlaştırmaya” siyaset deriz. TDK sözlüğü bu kelimenin anlamını kısmen özelleştirerek siyaseti “Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış.” Olarak açıklar.
Yunan siyasal yaşamında ise bu kelimeyi “politika” şeklinde görürüz. “Poli” (Çok) ve “Tika” (yüz) anlamına gelen iki kelimenin birleşimi ile meydana gelmiştir. Devlet yönetme sanatı anlamında kullanılır lakin Aristoteles bu kelimeyi; “Toplumun halka dair yaptığı tüm etkinliklerdir.” şeklinde açıklar. Siyaset ve politika kelimeleri eş anlamlı kullanılır. Başka coğrafyalarda ve başka halklar tarafından aynı anlamda kullanılmış köken farklılığı olan eş anlamlı kelimelerdir diyebiliriz.
Tarihteki büyük imparatorlukların, günümüzdeki büyük devletlerin devamlılığı, güçlülüğü muhakkak ki onların siyaset anlayışlarından ileri gelir. Bu siyaset anlayışının ise ana noktası şüphesiz devletin idare şeklidir.
11 ana yönetim şekli olduğu söylenebilir;
- TOTALİTARİZM: Küçük bir grubun yetkileri tekelinde bulundurarak antidemokratik olarak toplumu yönetim şeklidir.
- TEOKRASİ: Yönetme hakkını Tanrı’nın bahşedebileceğini düşünerek Tanrı tarafında kutsallık atfedilen kimselerce toplumun yönetilme şeklidir.
- FEDERASYON: Devletlerin iç işlerinde özerk dış işlerinde ise kendileri gibi bir çok devletle bir araya gelerek tek bir siyasal güç olarak göründükleri yönetim biçimidir. Kurulan yeni güç özerk devletlerin üstünde görülür.
- KONFEDERASYON: Belli ve sınırlı maksatlar, ortak menfaatlerle bir araya gelerek bir antlaşma ile kurulan devletler topluluğudur. Ortak menfaatleri için işbirliği yaparlar; bunun dışında ise özerk devlet sıfatlarını korurlar.
- MONARŞİ: Bir hükümdarın ölünceye dek devlet başkanlığını elinde bulundurduğu yönetim şeklidir.
- OLİGARŞİ: Önde gelen bir zümrenin ülkeyi yönetme biçimidir.
- DOĞRUDAN DEMOKRASİ: Halkın kendi kendisini yönetmesini, devletle ilgili kararların direk olarak halk tarafından alınmasını gerektiren yönetim şeklidir.
- TEMSİLİ DEMOKRASİ: Halkın kendisini doğrudan değil seçtiği vekiller aracılığı ile yönettiği yönetim şeklidir.
- MUTLAKİYET: Hükümetin yönetiminin kayıtsız şartsız bir tek hükümdarın elinde bulunmasıdır.
- DESPOTLUK: Hiçbir yasaya bağlı kalmadan ve hüümdarın çıkarından başka hiçbir amaç gözetmeden, zorbaca uygulanan ve buyruklara dayalı yönetim biçimidir.
- MEŞRUTİYET: Hükümdarların mutlak yetkilerinin bir bölümünü anayasal kurumlara ve meclise devrettiği yönetim biçimidir.
Peki bu farklı yönetim şekillerinden hangileri Türkler’e uygundur? Türkler bin yılardır süregelen serüvenlerinde bu yönetim şekillerinden hangilerini kullanmışlar hangilerine daha büyük oranda uyum göstermişlerdir dersek sanırım işler biraz karışacaktır. İlk Türkler –Hunlar ve Göktürkler Dönemine isabet eder- “Kut anlayışı”na sahip insanlardı. Bu inanışa göre devleti Tanrı’nın kutsallık bahşettiği bir kimse ölene dek yönetirdi. Bu bilgilerden yola çıkarak Türklerin bir dönem Teokrasi ile yönetildiklerini söylemek yanlış olmayacaktır.
Daha sonraki dönemlerde –Yavuz Sultan Selim dönemine kadar- Türklerin Mutlak-Monarşi ile yönetildiklerini söyleyebiliriz. Devlet büyük çoğunlukla ölene dek görevinin başında duran ve tüm yetkileri tek elinde barındıran bir hükümdar tarafından idare edilmiştir. Osmanlı Devleti Yavuz Sultan Selim Devri’nde ise Halifeliğin Osmanlı Devleti’ne geçmesini Türklerin Mutlak-Monarşi’den teokrasiye bir kayma olduğunu söylenen araştırmacılar mevcuttur.
Devrin gelişimlerinden uzak kalmayan Türkler Fransız İhtilali’nden hemen sonra beklenir bir şekilde hürriyet ve bağımsızlık sevdalarında harlanma yaşamış ve 19. Yüzyılın demokrasi cereyanlarına kurban giderek “Meşrutiyet” denemelerinde bulunmuşlardır. Lakin bu cereyanların ne uzun soluklu olamadığı ne de sağlıklı sonuçlar veremediği zannediyorum ki hepimizin aşina olduğu konulardır.
Son olarak 29 Ekim 1923’ten bu yana Türklerin yönetim şekli Temsili Demokrasi olan Cumhuriyet’tir. Birinci Dünya Savaşı ve memleketin dört bir yanını bi-fiil işgalden kurtaran Kurtuluş Savaşı’nın ardından kurulacak yeni devletin yönetim şeklinin neden cumhuriyet olması gerektiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından şu şekilde açıklanmıştır. “Cumhuriyet, demokratik idarenin tam ve mükemmel bir ifadesidir. Bu rejim, halkın gelişimini ve yükselişini sağlayan, onlardan esirlik, soysuzluk, dalkavukluk hislerini uzaklaştıran bir yoldur.”
Bugün dünya üzerinde yaşayan yahut yaşamış olan bütün topluluklar arasında Türkler kadar hür tabiatlı ve bu tabiatına böylesine sevdalı bir millet daha örnek vermek zordur. Türkler çeşitli dönemlerde farklı yönetim anlayışları ile yönetilmişlerse de devlet ve millet menfaatleri söz konusu olduğunda gerektiğinde devlet başındaki hükümdarı tahtından indirmeye kadar birçok teşebbüse girişmişler ve her şeyden evvel devletin bekasını kollamışlardır. Böylesine devletçi ve bir yandan hür tabiatlı bu topluma en yakışan yönetim biçiminin Cumhuriyet olması ise çok da şaşılacak bir mevzu olmasa gerek.
Ahmet Tahsin ERBİLEN