1.

Descartes kendi döneminde yürütülen bilimsel faaliyetlerde yanlış yöntemler kullanıldığını düşünür. Bunun bir sonucu olarak da söz konusu faaliyetlerde herhangi bir ilerleme kaydedilemediğini söyler. Bilimsel zeminde ilerleme kaydedilmek isteniyorsa şayet bu ancak yeni bir yöntemle mümkün olabilir ona göre. Bu çerçevede iki farklı yönteme karşı çıkar ve aynılarıyla arasına mesafe koymak ister. Bir tarafta doğa araştırmalarında sadece gözlemlenebilir olandan yola çıkmanın yeterli olmadığını ileri süren bir bilim anlayışı bulunmaktadır. Bu bilim anlayışına göre nesneler gizli fakat etkin güçlere sahiptirler. Nesnelerin özünü ve diğer nesnelerle aralarında var olan sebep sonuç ilişkilerini bu gizli güçler belirlemektedir. Bu tarz bir anlayışı kesinlikle kabul etmez Descartes ve bilimin sadece ve dışlayıcı olarak gözlemlenebilir olana, dolayısıyla aralıksız olarak bize ulaşana itibar etmesi gerektiğini vurgular. Ona göre gizli güçlerin bilimsel bir yöntemde yeri olamaz kesinlikle. Bilimsel araştırmaların hedefi her zaman gözlemlenebilir olanı tekil bir doğa fenomeni olarak tasvir etmek ve ardından genel bir yasa altında konumlandırmak olmalıdır. Bunun yanı sıra Descartes’ın karşı çıktığı diğer bir yöntem Aristotelesçi skolastik bilim yöntemidir. Bu düşünceye göre sağlam ve kanıtlanabilir bilgiye ulaşmak sadece tasımsal çıkarım (syllogism) yoluyla mümkündür. Tasımsal çıkarımlar bir üst ve bir alt cümleden bir son cümle çıkarma şeklinde gerçekleşir. Bu çıkarımlar son cümlenin belirli formel yasalar çerçevesinde üst ve alt cümleden çıkarılmış olmaları durumunda geçerli olurlar ancak. Descartes bu yöntemin hiçbir fayda sağlamadığına inanır ve onunla gerçekleşen çıkarımları petitio principii, yani kanıtlanmaya çalışılanı halihazırda kanıt sürecine dahil etmek olarak kabul eder. Ona göre üst ve alt cümleler son cümleyi içlerinde barındırır ve belirlerler her zaman. Dolayısıyla bu şekil bir kanıtlamayla yeni bir bilgi elde etmek mümkün olamaz. Sadece elimizde olan bilgiyi açıklamış oluruz bu şekilde. Descartes’a göre burada uygulanan bir endüksiyondur (tümevarım) son tahlilde. Nitekim önce, mesela, herhangi bir insanın canlı olduğunu gözlemliyoruz ve ardından bu gözlemden yola çıkarak bütün insanların canlı oldukları sonucuna varıyoruz. Bu noktada şu veya bu insanın canlı olduğunu gözlemlendiğimiz için değil, insan türünün canlılar cinsi altında düzenlendiğini tespit ettiğimiz için her insanın canlı olduğunu söylüyoruz denilebilir. Fakat bu durumda da tür ve cins tek tek insanlardan bağımsız olarak ne anlama gelir sorusuna cevap vermek gerekir. Bu cevap, “Onlar kendinden var olan ve belirli bir düzende birbirleriyle ilişkide bulunan tümellerdirler.” olabilir. Fakat Descartes’a göre bu şekilde tümellerden yola çıkarak genel ifadeler kullanan herkes, kendileri de bizatihi açıklanmak zorunda olan geniş metafizikî belirlemeler yapmış olur. Dolayısıyla tümeller varsa dahi onlar sadece aralıksız ve açık seçik olarak bize ulaşandan soyutlama yoluyla elde edilirler.

Descartes’ın eleştirisine biraz daha yakından baktığımızda, onun tasımsal çıkarımın her zaman endüksiyonel okunması gerektiğinden yola çıktığını görürüz. Ve o bu tarz bir yaklaşımın üretken olmadığını iddia eder. Bu noktada Descartes’ın muhataplarını, bilinçli ya da bilinçsiz, çok dikkatli okumadığını görüyoruz ayrıca. Nitekim tasımsal çıkarımın Aristoteles’te aynı zamanda açıklayıcı olarak da kullanıldığını göz ardı eder. Dolayısıyla tasımsal çıkarımın katkısı verili bir durumun ön şartlarının açıklanmasıdır bu bağlamda. Ve onun bu şekilde oldukça üretken olduğunu da söyleyebiliriz açıkça. Bununla birlikte onun dışlayıcı olarak yeni bir bilgi üretmek için kullanılması gerektiğini kabul eder Descartes ve bu kabulünü sorgulamaz. Oysa bu kabul kendinden anlaşılır bir kabul değildir. Nitekim tasımsal çıkarım didaktik bir işlev de üstlenebilir. Elde olan bilgilerin bu şekilde didaktik açıdan hazırlanarak formel bir yapıya büründürülmesini sağlar nitekim. Diğer bir nokta olarak Descartes’ın doğruluk ile geçerlilik arasındaki farkı dikkate almadığını söyleyebiliriz. Bu fark tasımsal çıkarımın değerlendirilmesi açısından son derece önemlidir oysa. Tasımsal çıkarımın ilk etapta sadece bir teknik olarak düşünülmüş olduğunu söylemek gerekir öncelikle. Fakat Descartes’ın en başından itibaren üzerinde yoğunlaştığı nokta, tasımsal çıkarımla içeriksel olarak yeni bir bilgi nasıl elde edilir sorusudur. Bununla birlikte tasımsal çıkarıma onun kendisi için iddia etmediği bir iddiayı atfetmiş olur haliyle. Fakat her halükârda Descartes’ın bu yaklaşımıyla birlikte şu gerçeği dışa vurduğunu söyleyebiliriz; erken yeni dönemde formel açıdan doğru düşünmek için yöntem bulma çabaları ilerleyen zamanda yerlerini yavaş yavaş içeriksel olarak yeni bilgi üretme yöntemleri bulma çabalarına bırakıyor. Var olanı doğru anlamak çabası, henüz bilinmeyeni bilme çabasına evriliyor yani.

Descartes’ın bu yöntemsel eleştirisinin temelde iki noktayı öne çıkardığını söyleyebiliriz; bir tarafta ölçülebilir olandan, dolayısıyla aralıksız olarak bize ilk ulaşandan yola çıkan ve gizli güçleri hesaba katmayan bir yöntem geliştirme gereğini, diğer tarafta bu yöntemi sadece formel süreçleri değil, içeriksel açıdan yeni bilgi edinme hedefini de gözeten bir yöntem olarak tasarlamayı. Bunun yanı sıra Descartes’a göre söz konusu yöntem geneli kapsayıcı olmalıdır ve bütün alanlara aynı şekilde uygulanabilmelidir. Nitekim sadece bu yolla bütün alanlarda oluşan sonuçların kesinliğinin ve doğruluğunun garanti edilmesini sağlayan kriterlerin geçerliliğini temin etmiş oluruz. O halde genel kapsayıcı bir yöntem nasıl olmalıdır? Descartes Discours’un ikinci bölümünde bu konuyla ilgili dört kural belirler: 

1- Bir araştırmada sadece doğru olan ve kesinlikle bilinenden yola çıkılmalı. Tahmin edilen ve şüphe taşıyan hiçbir şey dikkate alınmamalıdır. 

2- Bir araştırma bağlamında gündemde olan sorunları o denli küçük birimlere bölmeli ki, öncelikle çözülebilir olan sorunlardan başlamak mümkün olmalı. 

3- Bununla birlikte her zaman kolay ve idrak edilen şeylerden başlamalı ve adım adım zor olanlara doğru ilerlemeli. 

4- Gerekli bütün soru, dolayısıyla sorunlar belirlenmeli ve dışarıda hiçbir şey bırakılmadığından emin olunmalı. 

Yakından bakıldığında bu kurallarda iki prensip gösterir kendisini. Önce redüktif, indirgemeci, ardından konstruktif, yapılandırıcı bir istikamet izlenir. Her ne kadar Descartes’ın savunduğu bu yöntem bu şekliyle kendi dönemi için çok da yeni sayılmasa da Descartes’ın en küçük birim nedir, nasıl idrak edilir ve en küçük ve en basitten en zora doğru ilerlerken hangi kurallara göre hareket edilir sorularına cevap aradığı ve verdiği noktalarda ilginçleşir yine de.

Mustafa KÜÇÜKHÜSEYİN