Kıymetli Bizimköşe Ailesi,
İktisat Bilimi, temel iktisat eğitimlerinde her ne kadar sınırsız ihtiyaçların sınırlı kaynaklarla karşılanabilmesi olarak tanımlansa da asırlardır süregelen çalışma, tez ve teorilere konu olmaktadır. 1450-1750 yılları arasında özellikle Batı Avrupa’da etkili olan Merkantilist görüşe göre ekonomideki milli servet ülkedeki altın ve gümüş gibi kıymetli madenler olurken temel ekonomik sorun ise Dış Ticaret Açığı olmuştur. Merkantilizmin yetersiz kalışı Fizyokrasinin (Fizyokrasi doğanın gücü, doğanın hakimiyeti anlamlarına gelen Yunanca bir kelimeden türemiştir.) gelişimine ortam hazırlamıştır ( 1760-1780 ). En ünlü temsilcisi ve kurucusu Francois Quesnay‘dir (1694-1774). Fizyokrasi 18. Yüzyılda Fransa’da başlamış olup Merkantilizmin devlet müdahaleciliği fikrinin aksine doğal düzeni (Ekonomideki doğal düzen tanrısal bir olgudur ve kusursuz işleyen bir mekanizmadır.) savunmaktadır. Fizyokratlara göre en verimli sektör tarım olup yalnızca üretken olan tarım sektörü vergilendirilmelidir. Klasik İktisat Görüşüne göre ise servetin kaynağı emektir. A. Smith buradan hareketle Emek Değer Teorisini (Teorinin temel varsayımı; üretilen bir metanın değeri kullanılan emek miktarına eşittir.) geliştirmiştir. Görüşün fikir babası ve en önemli savunucusu Adam Smith kabul edilir. Fizyokrasinin devamı niteliğinde olan Klasik Görüş, doğal düzenin yanı sıra ekonominin daima tam istihdamda olduğunu ve fiyat istikrarını sağlayan “görünmez bir el” den söz etmiştir. Burada sözü edilen görünmez el Klasiklere göre Fiyat Mekanizmasıdır. “Laissez Faire Laissez Passer” (Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.) görüşü ekonomiye hakimdir.
Dünya Ekonomik ve Siyasi Tarihine Kara Perşembe olarak geçen ve 24 Ekim 1929 tarihinde ABD de başlayan Dünya Ekonomik Krizi sonrası Liberal Ekonomik görüş tozlu raflarda yerini alırken yerine Devlet Müdahaleciliğini savunan John Maynard Keynes’in başını çektiği Keynesyen İktisat Politikaları popüler hale gelmiştir. Dönemin ABD başkanı Franklin Roosevelt New Deal (Yeni Düzen) adı altında Keynes’in piyasalara gerektiğinde müdahale edilebilen, Jandarma Devlet Anlayışının (Devletin yalnızca adalet ve güvenlik gibi asli görevlerinin dışında piyasaların işleyişine hiçbir şekilde müdahalede etmemesi) aksine Devlete daha çok misyon yükleyen bir yönetim politikasını benimsemiştir. 1936 yılında kaleme aldığı Paranın, İstihdamın ve Faizin Genel Teorisi adlı ünlü eserinde Klasik Görüşe ciddi eleştirilerde bulunan İngiliz İktisatçı J.Maynard Keynes, klasiklerin aksine ekonominin her zaman tam istihdam seviyesinde dengeye gelmeyeceğini, ekonomik durgunluktan çıkmak için maliye politikalarının para politikalarına göre daha etkin ve tercih edilebilir olduğunu savunmuştur. Fikir akımlarının her biri ayrı bir yazı konusu olabileceği için görüşlerin temel özelliklerine değinerek yazımın esas kısmını oluşturan Likidite Tercihi Teorisine ve Likidite Tuzağı konusuna değinmek istiyorum. Keynes’e göre para talebi fertlerin likiditee tercihlerine bağlıdır. Kişiler paralarını tahvil veya hisse senedi gibi gelir getiren yatırım enstrümanlarına yatırmayıp nakit olarak da ellerinde tutabilir. Keynes’e göre kişiler parayı üç duruma göre talep ederler:
-İşlem Güdüsü (Günlük ihtiyaç, alışveriş vs. maksadı ile elde para tutulması.)
-İhtiyat Güdüsü (Kaza, hastalık, salgın, doğal afet vs. gibi beklenmedik olaylar karşısında hazırlıklı olmak için elde para tutulması.)
-Spekülasyon Güdüsü (Karşılaşılacak maddi beklentiler ve fırsatlardan yararlanmak maksadı ile faiz veya temettü gibi gelirler elde etmek için elde para tutulması.)
Değerli Dostlar,
Keynes özellikle spekülasyon amaçlı para talebi üzerinde durmuş ve faiz oranları ile Tahvil fiyatları arasındaki ters yönlü ilişkiden söz etmiştir. Bunu bir örnekle açıklayalım: Diyelim ki 100 TL nominal değerli tahvili 90 TL ye almış olalım. Bu durumda tahvilin faiz getirisi (100-90) / 90 = %11,1 olacaktır. Sahibi olduğumuz tahvilin değeri 95 TL ye yükseldiğini düşünelim. Böyle bir durumda ise faiz getirisi (100-95) / 90 = %5,55 olacaktır. Yani tahvil değer kazandıkça faiz düşer. Keynes e göre denge faiz oranı para arzı ile para talebinin eşitlendiği noktada oluşur.
J.Maynard Keynes faiz oranlarının düşebileceği minimum bir sınır olduğu kanısındadır. Artan Para arzı karşısında faiz oranları düşmekte ve para talebinin faiz karşısındaki elastikiyeti şekilden de görüleceği gibi Ms1 seviyesinden Ms0 seviyesine gidildikçe artmaktadır. Ms2 seviyesinde para talebinin faiz karşısındaki elastikiyeti artmaya devam etmekte ve i1 seviyesindeki faiz oranına karşılık olarak para talebinin faiz karşısındaki duyarlılığı sonsuz seviyededir (tam esnektir). Fertler faiz oranlarının minimum seviyede kalmayıp tekrar yükseleceği beklentisiyle tahvil alımından vazgeçerek paralarını ya mevduat olarak tutmayı tercih ederler veyahut paralarını faiz oranlarının yüksek olduğu ekonomilere doğru kaydırırlar. Fertler faiz artışı beklentisinde olduğundan tasarruf etmeyi tercih ederler ve böylelikle tüketimlerin kısılması neticesinde yatırımlar ve üretimler azalacak , doğal olarak milli gelir seviyesi de azalacaktır. Parasal genişlemeye rağmen faiz oranlarının daha fazla düşmemesi durumuna (para talebinin sonsuz esnekliği durumu) iktisat literatüründe Likidite Tuzağı denmektedir. Aynı zamanda bu durum para politikasının etkinliğini yitirdiğini göstermektedir.
Likidite Tuzağının yakın tarihte görülen ilk büyük yansıması ise Japonya’da görüldü. Japonya Merkez Bankası 90’lı yıllarda durgunluğa giren ekonomiyi canlandırmak için piyasada banka ve diğer aracı kurumların ellerinde bulunan tahvil, bono gibi menkul kıymetleri satın alarak (Niceliksel Parasal Genişleme) piyasaya para kanalize ettiler. Faiz oranları sıfıra yakındı ve Keynes’in ifade ettiği gibi Japon Halkı parayı elde tutmayı tercih etti. Aynı şekilde 2008 de başlayan Küresel Krizde Avrupa Merkez Bankası ve Amerika Merkez Bankası (FED) Niceliksel Parasal Genişlemeye gitmesine rağmen ekonomide beklenen reaksiyon görülmemiştir.
Faydalı olması Temennisiyle..
Emre Kayaalp