Postmodernizmin ortaya çıkışı, sosyal bilimlerde paradigmatik bir değişim etkisi yaratmıştır. Postmodernizm, modernizmin sonuçlarını yıkıcı olarak görmekte, kendisini modernitenin dışında ve üzerinde kurarak onu yapıbozuma uğratmayı amaçlamaktadır. Modernliğin, insanlığı bilgisizlik ve akıldışılıktan kurtarıp kurtaramadığı en çok post-modern çalışmalarda tartışılmıştır. Nitekim dünya savaşları, Nazizm, soykırım, Hiroşima gibi felaketler modern çağa özgü felaketler olarak ortaya çıkmıştır.

Postmodernizm bundan dolayı, modernite dahil bütün meta anlatılara, totaliter anlatılara meydan okumaktadır. Postmodernistler bugünün (modern) geçmişten (gelenek) farklı ve üstün olmadığını vurgular. Dolayısıyla böyle bir amacı olmasa da din ve doğa üstü anlatılara tekrar önemli bir alan açmış olur.

Modernistlere göre objektif bir doğal gerçeklik vardır ve bu gerçekliğin varlığı ve özellikleri mantıksal olarak insan aklından, sosyal uygulamalarından veya araştırma tekniklerinden bağımsız olarak vardır. Postmodernistler bu fikri bir tür naif gerçekçi perspektifle reddederler. Postmodernistlere göre var olan gerçeklik, kavramsal bir yapı, bilimsel pratiğin ve dilin bir eseridir. Nesnel bir doğal gerçekliğin reddedilmesinden kaynaklanan bu bakış açısı, bazen ‘hakikat‘ diye bir şeyin olmadığı söylenerek ifade edilir.

Modernistlere göre akıl ve bilginin kullanılması; bilim ve teknolojinin sağladığı daha özel araçlar vasıtasıyla, insanların kendilerini ve toplumlarını daha iyiye doğru değiştirmesi muhtemeldir. Binaenaleyh geleceğin toplumlarının şimdikinden daha insancıl, daha adil, daha aydınlanmış ve daha müreffeh olacaklarını beklemek mantıklıdır. Postmodernistler, modernistler tarafından insanlığın ilerlemesinin şartı olarak gösterilen bilim ve teknolojiye olan bu Aydınlanma inancını reddederler. Birçok postmodernist, bilimsel ve teknolojik bilginin yanlış yönlendirilmesinin, dünya savaşlarının kitlesel imha teknolojilerinin geliştirilmesine yol açması gibi katastrofik olaylara neden olduğunu ileri sürerek ilerlemeci modernist anlayışın doğası gereği yıkıcı ve baskıcı olduğunu iddia etmektedir.

Postmodernistler için akıl ve mantık yalnızca kavramsal yapılardır ve bu nedenle yalnızca kullanıldıkları yerleşik entelektüel gelenekler içinde geçerlidir. İnsan psikolojisinin hemen hemen bütün yönlerinin tamamen sosyal olarak belirlendiğinde ısrar ederler.

Postmodernistlere göre dil, Amerikalı pragmatist filozof Richard Rorty’nin Aydınlanma görüşünü tanımladığı üzere “doğanın aynası” değildir. İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure’un çalışmalarından esinlenen postmodernistler, dilin semantik olarak kendi kendine yeten veya kendi kendine referans veren bir şey olduğunu iddia ederler: Bir kelimenin anlamı, dünyadaki statik bir şey veya hatta zihindeki bir fikir değil, diğer kelimelerin anlamlarıyla bir dizi karşıtlık ve farklılıktır.

Kendine gönderme, yalnızca doğal dilleri değil, aynı zamanda belirli toplulukların veya geleneklerin daha spesifik “söylemlerini” de karakterize eder; bu tür söylemler sosyal pratiklere gömülüdür ve kullanıldıkları topluluk veya geleneğin kavramsal şemalarını, ahlaki ve entelektüel değerlerini yansıtır.

Postmodernistler, meta anlatılar içeren makro teorileri boş bir rüya olarak görürler. Bu teoriler sadece yanlış oldukları için değil, aynı zamanda diğer perspektifleri veya söylemleri ezdikleri, marjinalleştirdikleri veya susturdukları için zararlıdır. Bu yüzden Derrida, bütünlüğe yönelik teorik eğilimi totaliterlikle eşitlemektedir.

Abdullah YARGI


Bu makalenin bir kısmı https://www.britannica.com/topic/postmodernism-philosophy adresinden çevrilmiştir.