2019 Aralık ayında Çin’in Hubei Eyaleti’nin Wuhan şehrinde, iddialara göre yarasadan insanlara geçen ölümcül bir Covid-19 virüsü ortaya çıktı. Muhtemelen Dünya halkları aniden bir virüsün çıkıp herkesi uzun bir zaman eve kapatacağını aklına getirmezdi. Ama oldu. Aralık 2019’dan içinde bulunduğumuz Nisan ayının şu günlerine kadar insanlar evde takılıp, aileleriyle, dostlarıyla, yalnız başına ya da baktıkları evcil hayvanlarla vakit geçirmek durumunda kaldı. Ne var ki, Koronavirüsüne farklı kültürlerin tepkisi farklı şekilde oldu. Virüs bilimsel olarak herkes için eşit tehlike arzediyor iken, bazı ülkelerin vatandaşları ve yönetimdeki siyasiler acil önlemleri ivedilikle alırken bazı ülkeler onlarca kayıp verdikten sonra daha yeni yeni önlem almaya başladı. Peki bu farklılık neden kaynaklanıyor?

Dünya her ne kadar küreselleşse de, yerel kültürler baki kalıyor. Herkes kendi dilini, sofra kültürünü, görgü kurallarını, dinini, alışkanlıklarını korumakta ısrarcı. Tabii ülkenin politik kültürü, sosyolojisi, demografisi, coğrafi şartları, şehir-kırsal ilişkisi vb. de virüse karşı insanların farklı tutumlar geliştirmesine yol açtı. Her birey nev-i şahsına münhasır olsa da, ortak kültürün ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle marjinal dahi olsanız, günün sonunda, örneğin o kültüre ait yemekleri yemek durumundasınız (başka bir ülkede yaşamıyorsanız).

Dünya’da Monarşi, Krallık, Sultanlığın halen egemen olduğu ülkelerde korona ortaya çıktıktan sonra ilginç gelişmeler yaşandı. Hem içe kapalı hem de dışa bağımlı bir görüntü çizen Malezya’da Başbakan Mohamad Mahathir istifa etti ve yeni başbakan Muhyiddin Yassin yeni 1 Mart’ta göreve başladı. Göreve gelir gelmez tüm ülkede sokağa çıkma yasağı ilan etti. İhtiyaç sahiplerine 500 ila 1600 Ringit arası ekonomik destek yardımı yaptı. Sokağa çıkan vatandaşların 1000 ringit (yaklaşık 1500 TL) ile cezalandırılacağını ilan etti. Shopee, Lazada gibi Online alışveriş uygulamalarının popülaritesi onun sayesinde arttı. Ülkede yaşayan insanlar MCO (Hareket Kontrol Emri) sırasında harfiyen kurallara uydu ve sosyal mesafe konusunda oldukça hassas davrandılar.

Sıcak tropikal bir ülke olan Malezya’da, halk zaten virüsten önce de elini kolunu sallayıp sokağa çıkıp gezemezdi. Gün içinde sıcaklığın 43 derece hissedildiği ülkede insanlar sadece akşam 7’den sonra ya da sabahın çok erken saatlerinde yürüyüşe çıkabiliyordu. Dolayısıyla Malezyalılar için değişen pek de birşey olmadı. Arabası olanlar, yine arabalarıyla alışverişlerine devam ettiler. Hintlisi, Çinlisi, Endonezyalısı, Bangladeşlisi, Sri Lankalısı Malezyalısı ile tek yürek olmuş bu ülke, tüm farklılıklara rağmen bir arada hareket etme, insanların birbirine salgın zamanında dahi saygı duyması ve yardımlaşma faaliyetleriyle Asya’da diğer ülkelere örnek olmayı başardı. Malay müslümanların ‘redha‘ inancı, yani, her şeyi, herkesi, her durumu olduğu gibi kabul etme düşüncesi, onları salgın sırasında güçlü kılmışa benziyor. 

Malezya’da bunlar yaşanırken, Tayland’da da sıkı önlemler dikkat çekti. Kralın emriyle sokağa çıkma yasağı hemen uygulanmaya başlandı. Sokaklar boşaltıldı. Kral tek ve en yüce otorite olduğundan ve halk da krala hem saygı duyduğu hem de ondan korktuğu için, ondan gelen emirler doğrultusunda bir gecede tüm Bangkok sokakları boşaldı. Yalnızca kamusal araçlar ve yemek servisi yapan kuryeciler sokaklarda var olmaya devam etti.

Hindistan’da Başbakan Modi, olağanüstü hal ilan etti. Güneydoğu Asya ve Uzak Doğuda da benzer önlemler alındı. Disiplinli ve insanların kültürel olarak birbirine mesafeli olduğu Güney Kore’de virüsün hızla yayılması dikkat çekti. Bu şaşırtıcıydı çünkü Kore kültüründe insanlar sevindiklerinde dahi birbirlerine kolay kolay sarılmazlar. Kore’de kamu kuruluşlarında katı bir sosyal mesafe kuralı uygulanır. Asya’nın kapalı kutusu Kuzey Kore’den salgın boyunca çıt çıkmadı. Çin’de binlerce kişiyi öldüren virüs Kuzey Kore medyasına göre bu ülkeyi teğet geçti. Kuzey Koreli lider Kim Jong-Un tarafından kontrol edilen ve Çin’e komşu olan ülkede Koronavirüsü vakası halen ‘0’. Dışa kapalı, otoriter bu gibi ülkelerde medyanın güçlü bir şekilde kullanıldığının bir ispatı bu. Çin yönetiminin de gerçek rakamları bir şekilde sakladığı düşünülüyor.

Dünyada genel olarak kalabalık ülkeler ve kalabalık şehirler koronavirüsünden fazlaca etkilendi. Ölüm sayılarının artması yalnızca yaş ortalaması ve cinsiyet değişkenleriyle açıklanamaz elbette. Demokratik biçimde yönetilen AB ülkelerinde, özellikle İtalya, İspanya ve Fransa’da virüs hızla yayıldı ve on binlerce can aldı. Bir arada yaşama kültürü yüzyıllara dayanan AB halkları, bir anda sınırlarını birbirlerine kapattı. Immanuel Kant ve Aydınlanma çağı ile özdeşleşen ‘Sapere Aude (Bilmeye cesaret et!)‘ deyişi, Avrupa insanın düşünme şeklini yüzyıllardır biçimlendirdiğinden, Avrupalılar virüs ilk ortaya çıktığında virüsün varlığını sorguya çekmiş ve ona inanmak istememişlerdir. Özellikle 2010 civarında yuvalarından çıkan ve pik yapan post-gotik, isyankar, nihilist, apolitik, devrimci Avrupalı gençler, yasaklara rağmen sokaklarda yemeye, içmeye, öpüşmeye, gezmeye ve birbirlerine sarılmaya devam etmişlerdir. Bu da virüsün çok hızlı bir şekilde yayılmasının önünü açmıştır. Avrupa’nın ortasında Almanya’da, Çekya’da, Slovakya’da ve İngiltere’de virüse meydan okuyan gençler, virüs ortamının getirdiği kaosu da fırsat bilerek LGBTQ, Kürtaj Hakkı, Çevre vb. konuları tekrar gündeme getirmişler ve yürüyüşler düzenlemişlerdir.

Amerika’da binlerce genç benzer konularda haklarını aramak için sokaklara dökülmüştür. Yukarıda söylenenlerden yola çıkarak Aydınlanma aklının, korkusuz, ölüme meydan okuyan, eleştirel, Hipokritik bir Avrupalı insan tipolojisi yarattığı açıktır. Amerika’ya bağlı küçük bir uydu devlet olarak AB ülkeleri, ABD’den oportünizmi de fazlasıyla kapmayı başarmıştır. Korona’nın getirdiği kaos ve boşluk ortamında özellikle gençler ezelden bu yana dört gözle bekledikleri , istedikleri her şeyi özgürce yapabilecekleri ‘özgür kamusal alan’ ütopyasına çok erken kavuşmuşlar ve pandemiyi bir koz olarak kullanmakta bir sakınca görmemişlerdir. Nitekim, İngiltere dahil birçok Avrupa ülkesinde gençler kamusal alanda polis uyarılarına rağmen ulu orta ilişkiye girmişlerdir. Yerel bir polis, Londra’da Buckingham Sarayı önünde ilişkiye giren çifti uyarınca şu cevabı almıştır: Lütfen sosyal mesafeyi koruyalım!

Koronavirüsü sürecinde Türkiye, kendine özgü duruşu ve önlemleriye dikkat çekmiştir. Virüs hızlı bir şekilde Avrupa ülkelerinde yayılırken ve bu gerçek Türk halkı tarafından sosyal medyada takip edilmiş olmasına rağmen, büyük şehirlerde özellikle Türkiye’nin dev metropolü İstanbul’da önlemler hafif kalmıştır. Ülkede sokağa çıkma yasağı dahi iki hafta önce anca ilan edilmiştir.

Aydınlanma, Avrupa-merkezli bir düşüncedir ve Avrupalı entelektüeller ‘aklı keşfedip’ insanlık adına konuşmaya başlamıştır. Türkiye, insanlık adına karar veren bir ülke olmamıştır. Modern Türkiye Cumhuriyeti’nden önce bile Osmanlı Devleti, fethettiği ülkelerin iç işlerine karışmayan, halkı yönlendirmeyen ve onlara belli bir düşünceyi kabul ettirmeye çalışmayan bir imparatorluk anlayışını takip etmiştir. Ki, bu anlayış Batı Aydınlanmacı sömürgecilik düşüncesi ile taban tabana zıttır. Böyle olunca, Osmanlı Devleti’nin bir uzantısı olan Türkiye’de ‘Yardım’ ve ‘Zekat’ kültürü gelişmiştir. Devlet, Koronadan etkilenen vatandaşlara ücretsiz sağlık hizmeti sağlamış ve 3 faz şeklinde halkına Sosyal Ekonomik Destek Hizmeti adı altında 1000 TL ödeme yapmıştır. Bununla da yetinmeyerek ücretsiz maske dağıtmıştır.

Türk Halkı, Koronavirüsü konusunda daha duyarlı olmaya başlamıştır ve iyileşen hasta sayıları da her geçen gün artmaktadır. Buna rağmen, İstanbul’un nüfusunun fazla olması ve toplu taşıma araçlarının çok kalabalık oluşundan dolayı virüs bir şekilde yayılmayı başarmıştır. Türk halkı,  inatçı bir karaktere sahiptir. Bu, Türk insanın sorgulayan bir akla sahip olduğunu göstermez. Yalnızca, her söyleyene inanmaz ve ayak diretir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından açıklanan Koronavirüsü vaka ve ölüm istatisiklerine rağmen bir çok Türk vatandaşı ‘Koronavirüsü uydurmacadır’ demeyi sürdürmüştür. Bazı Türk vatandaşları Korona’ya kafa tutup ‘Korona ayağını denk al, aklını alırım’ bile diyebilmiştir.

Koronavirüsü, son 100 yılın en büyük salgını olarak tarihe geçmiştir. Dünya’daki Jeopolitik dengeleri, insan ilişkilerini değiştirip dönüştürdüğü ise yadsınamaz bir gerçektir. Dünya, koronadan sonra yapay zekanın hakim olduğu bir yere mi dönüşecektir yoksa insan türü bu vb. virüslere ve robotlara karşı yaşam mücadelesini nasıl sürdürecektir soruları önümüzdeki süreçte kafamızı meşgul etmeye devam edecek gibi duruyor.

Furkan ARISOY