Michael Inwood Husserl ve Heidegger arasındaki farkı şu şekilde dışa vuruyor:
Husserl … describes the experience of seeing a table in the following way. As I walk round a table, it presents to me various visual aspects which, though not identical in shape and colour, are systematically related to each other in such a way that I can, by ‘retaining’ or remembering the aspects of the table that I have already seen, eventually ‘synthesize’ them or piece them together to form a conception of the table as it objectively is, a brown rectangular top based on four legs. Heidegger gives, in his early Freiburg lectures on ontology, a quite different account. What I see is not just a table, but the table, the table in this room. The table is for writing on, or for eating at. I see it as for something. I do not first see it as an extended object and then only later as for something. I hardly take note of the geometrical dimensions of the table or its spatial location with respect to the points of the compass. I see it as well or badly positioned, as, say, too far from the light for reading. I notice scratches on the table, not just interruptions of its uniform colour, but damage done by the children. I think back to the past and recall that it is the table at which we used to discuss politics or at which I wrote my first book.
Husserl … bir masayı görmenin tecrübesini şu şekilde tasvir eder. Masanın etrafında dönerken o bana farklı görsel bakış açıları sunar, ki bunlar şekil ve renkte her ne kadar farklı olsalar da sistematik olarak birbirleriyle ilişkilidirler. Öyle ki ben masanın henüz gördüğüm söz konusu açılarını muhafaza ederek ya da hatırlayarak ardından aynılarını dikdörtgen ve kahverengi bir üst ve dört bacaktan oluşan nesnel bir masa halinde bir araya getirebilirim. Heidegger bu bağlamda farklı bir yaklaşım sergiler. Ben sadece bir masa görmem, o, yani bu odadaki, masayı görürüm. Söz konusu masa onda yazmak, onda yemek içindir. Ben onu sürekli bir şey için işe yarar görürüm. Ben onu önce yer kaplayan bir nesne olarak görerek ardından bir şey için işe yarar görmem. Haddizatında masanın geometrik şeklinin ya da mekandaki konumunun çok fazla farkına varmam. Onun uygun bir noktada durup durmadığını tespit ederim, dolayısıyla üstünde çalışabilmek için yeteri derecede ışık sağlayan bir yerde durup durmadığını fark ederim. Üzerinde çizikler olduğunu görürüm. Bu çizikler masanın boyasının kesintiye uğradığı noktalar değildir ama, çocukların oluşturdukları hasarlardır. Sonra geçmişe dönerim: onun, üzerinde ilk kitabımı yazdığım masa ve onda siyaset konuştuğumuz masa olduğunu hatırlarım.
Fernando Flores ve Terry Winograd bu bağlamda şu açıklamayı getiriler:
The Western philosophical tradition is based on the assumption that the detached theoretical point of view is superior to the involved practical viewpoint. The scientist or philosopher who devises theories is discovering how things really are, while in everyday life we have only a clouded idea. Heidegger reverses this, insisting that we have primary access to the world through practical involvement with the ready-to-hand-the world in which we are always acting unreflectively. Detached contemplation can be illuminating, but it also obscures the phenomena themselves by isolating and categorizing them.
Batı felsefi geleneği uzaktan olan kuramsal bakış açısının, içinde bulunulan pratik bakış açısından daha üstün olduğu kabulü üzerine kuruludur. Kuramlar geliştiren bilim adamı ya da filozof, şeylerin gerçekten nasıl olduğunu keşfederken, biz günlük yaşantıda sadece muğlak bir bilgiye sahip oluruz. Heidegger bunu tam tersine çevirir ve dünyaya birincil müdahil oluşumuzun onunla pratik ilişkimizde ortaya çıktığını söyler. Bu ilişkide düşünmeden davranırız. Uzaktan olan düşünce aydınlatıcı olabilir, fakat aynı zamanda şeyleri onları bağlamlarından çözerek ve kategorize ederek muğlaklaştırır.
Dolayısıyla,
Heidegger rejects the commonsense philosophy of our culture in a deep and fundamental way. The prevalent understanding is based on the metaphysical revolution of Galileo and Descartes, which grew out of a tradition going back to Plato and Aristotle. This understanding, which goes hand in hand with what we have called the `rationalistic orientation,’ includes a kind of mind-body dualism that accepts the existence of two separate domains of phenomena, the objective world of physical reality, and the subjective mental world of an individual’s thoughts and feelings.
Heidegger kültürümüzün genel geçer felsefesini köklü bir şekilde ret eder. Temel kabul Galileo ve Descartes’ın metafiziki devrimine dayanır ki aynısı Platon ve Aristoteles’e kadar geri giden bir gelenekten neşet eder. Rasyonel yönelim olarak adlandırdığımız anlayışla el ele yürüyen bu yaklaşım belirli bir tarz zihin-beden düalizmi taşır içinde ki aynısı iki farklı fenomen alanını kapsar: Fiziki gerçekliğin nesnel dünyası ve bireysel düşünce ve duygulardan müteşekkil öznel mental dünya.
Heidegger’ya göre…
…the separation of subject and object denies the more fundamental unity of being-in-the-world (Dasein). By drawing a distinction that I (the subject) am perceiving something else (the object), I have stepped back from the primacy of experience and understanding that operates without reflection. Heidegger rejects both the simple objective stance (the objective physical world is the primary reality) and the simple subjective stance (my thoughts and feelings are the primary reality), arguing instead that it is impossible for one to exist without the other. The interpreted and the interpreter do not exist independently: existence is interpretation, and interpretation is existence.
… özne ve nesnenin birbirinden ayrıştırılması altta yatan daha temel bir bütünlüğü, dünyada olmayı (Dasein), inkâr eder. Ben (özne) ve algıladığım başka bir şey (nesne) arasını ayırarak yansıtmasız işleyen birincil yaşantılama ve anlayıştan geri çekilirim. Heidegger ikisine de karşı çıkar: Basit nesnel kabule bir tarafta (nesnel fiziki dünya birincil gerçekliktir), basit öznel kabule diğer tarafta (benim düşüncelerim ve duygularım birincil gerçekliktir). Ona göre biri olmadan diğeri olamaz. Yorumlayan ve yorumlanan birbirlerinden bağımsız olarak olamazlar: Var olmak yorumdur, yorum var olmaktır.
Mustafa KÜÇÜKHÜSEYİN