Cogito ergo boom.

Susan Sontag

The mystery of the world is the visible, not the invisible.

Dünyanın sırrı görünendir, görünmeyen değil.

Oscar Wilde

El arte es la mentira que nos ayuda a ver la verdad.

Sanat hakikati görmemize yardım eden bir yalandır.

Pablo Picasso

 

1

Tam anlamıyla Wilde’ın dediği gibi aslında. Neden insanlar şeylerin arkasında sürekli başka şeyler ararlar bilmem. Bazı metinler vardır, tekrar tekrar okunması gereken bazı güzel metinler. Şemsiyemi evde unuttum mesela. Mesela Susan Sontag‘ın 1964’de yazdığı Against Interpretation, Michel Foucault‘nun aynı yılın Temmuzunda Colloque de Royaumont‘da sunduğu Nietzsche, Freud, Marx. Foucault şimdilik bir kenarda dursun, ben Sontag’ı yeniden okumak istiyorum. Şu kadarını söyleyebilirim ama: Foucault temelde anlam enflasyonundan şikâyet ediyor, hani her şeyi durmadan yorumlayarak anlam üretiyoruz ya, adeta bir kanser hücresi gibi büyüyen bir yekûn. Sontag ise tam da bu yüzden oluşan aralıksızlığın kaybından yakınıyor. Görünmezin peşinden koşarken görüneni, burnumuzun dibinde olanı kaybediyoruz. Bir şeyler giriyor devreye, araya. Arayı açıyoruz, ara açıyoruz. Temsiller, yorumlar gırla. Dünyanın yorumlarını anlıyoruz, temsilleri yaşıyoruz. Gerçek dünyanın üzerine giydirdiğimiz dünyadan bahsediyoruz. Aslında felsefeyi iki gruba ayırabiliriz: Bir tarafta bu arada yaşayanlar, diğer tarafta bu arayı aşanlar. Dünyaya ulaşanlar. Dokunamıyoruz dünyaya, dünya bize dokunamıyor, kendisiyle değil yorumlarıyla idare ediyoruz. Metinler için de böyle bu aslında. Muhtemelen Franz Kafka ve Friedrich Nietzsche, metinlerinin anlamları altında boğulanların en önde gelenleri. Bana kalırsa ikisini de sesli ve -nasıl olabilir ki başka- Almanca okumak gerekir. Cengiz Kurtoğlu var kulaklarımda. Ben seçmiyorum, seçebilirim ama, YouTube yapıyor o işi bir şekilde. Güzel ama, bu aşk yüzünden ölmem diyor, merak etme, sonra da yıllarım senindir. Anlamadım, ha işte bakın. Anlamaya gerek var mı? Yani anlamak başlı başına oldukça sakıncalı bir şey değil mi? Bu anlama istediği, Nietzsche’nin kelimeleriyle, der Wille zum Verstehen, bütün sorun burada, bu noktada başlamıyor mu? Anlamak her zaman bir adım geri çekilmektir. Bir şekilde Hermeneutik’in defterini dürmek gerekir, sıkıldık artık. Nefesumuz tutuldi, boğulduk da. Et gerek, et. Dokunacaksın, koklayacaksın, elini, gözünü, nefesini ne var ne yok hepsini yavaş yavaş, usulca ve sessizce ürkütmeden gezdireceksin hayatın kıvrımlarında. Aha şimdi, bu adam hayat derken ne demek istedi ki? Acaba şunu mu, yoksa bunu mu, yoksa ne bunu ne şunu onu mu? Hayat ne ki? İyi mi, adam çıkarıyor cüzdanını, önce besmele çekiyor, sonra abdest alıyor, sonra durmak yok yola devam diyerek paraların kıvrımlarını okşuyor. Yapar mı yapar bunlar, harcamasını bilmiyorlar çünkü, okşuyorlar sadece, ötekini de. Ya ellerinde ya dillerinde. Nietzsche aforizmalar yazıyor, kitap yazamıyor, eli gitmiyor. Ona benzemişim. Olmuyor. Öbür adam kitaplarını dizmiş önünde gururla poz veriyor, birilerine bir şeyler gösteriyor, bilmiyor ki biz yazamıyoruz, olmuyor, ama kıskanmıyoruz da. Bizimkisi bir lütuf çünkü. Nietzsche’nin eserlerinin editörlerinden Mazzino Montinari Nietzsche’nin -o hararetle aksini iddia etse de- sonuna kadar iştahlı bir okuyucu olduğunu, dolayısıyla öyle kaldığını söylüyor. Yani gözlerim görmüyor, başım götüm ağrıyor hikâye. Açıkça demese de aslında sahtekâr diyor Nietzsche’ye düpedüz. Pablo Picasso demişti ya, iyi sanatçılar kopyalar, dehalar çalar, dolayısıyla Nietzsche’nin durmadan çaldığını anlatıyor. Da mesele çalmakla bitmiyor işte, ki deha tam olarak burada çıkıyor ortaya. Nietzsche Jacques Derrida’yı kızdıracak bir şey yapıyor, metnin dışına çıkıyor. O da ne …? Hani il n’y a pas de hors texte’ti? Bu dışarısı içerisi aslında ama. Oradan geliyor Nietzsche’nin sesi. Kulak ver, yaklaş, dokun, bırak dokunsun sana, hisset, için ürpersin, kalbin yerinden çıksın, yaşa, ama düşünme; anlama, ne olursun anlama.

 

2

Sanat ilk başlarda bir araç, bir işlevsel olmak-ta-olan, ritüeller, merasimler, Tanrılar, kurbanlar, duvarlara, mağaralara çizilen resimler. Vahşi ve kan emici bir Tanrının susturulması gerek. Korku kilitler çünkü, kan çözer. Daha sonra taklit, gerçekliğin taklidi. De, bildiğimiz, yani etrafımızda rastladığımız araç gereç ne var ne yok zaten halihazırda bir taklit değil mi, sanat taklidin taklidi olmuyor mu bu durumda? Ne gerek var o halde? İyileştirici bir tarafı olduğu söyleniyor. Her halükarda Yunanda sanat, öyle ya da böyle, figüratif bir uğraş. Bir nesnesi var. Belki de somut demek gerekir, haddizatında şeysel. Dolayısıyla böyle bir sanatın karşısına çıkacak olan sanat şeysiz sanat olacak, soyut, ama sonraları, çok sonraları. Batı Yunan’ın çizdiği bu çerçeveyi terk edemedi hiçbir zaman, dolayısıyla sanat sürekli bir problem oldu durdu ve bu problemin çözümü için teklif edilen şekil içerik ayrımı çok daha büyük sorunlara yol açtı. Bu ayrım hiyerarşik bir ayrım, şekle karşı içeriği önceleyen bir yaklaşım. Sanat konuşur, sürekli konuşur, nasıl (şekil) konuştuğu değil, ne söylediği (içerik) önemli olan. Parmağa değil aya bakacaksın diyorya bazı dangalaklar, öyle bir şey işte. Düşünün, bir müzedesiniz, ya da Bedri Baykam’ı düşünün, boş çerçeve. Müzede kalalım. Bembeyaz bir tablo, sadece beyaz. Bu tablo ne demek istiyor dediğiniz noktada işiniz tamam. Oysa bunu demeden sadece beyaza baksanız … Muhtemelen hayatınızda gördüğünüz en beyaz beyazı göreceksiniz. Aslında daha önce hiç beyaz görmediniz siz zaten; beyaz araba gördünüz, beyaz ev gördünüz, haddizatında kar yağarken dahi, bembeyaz derken bile beyazı değil karı gördünüz ve işte burada hayatınızda ilk kez sadece beyazı görme imkanınız var, ki bu da ne demek? diyerek o fırsatınızı da heba ediyorsunuz. Konuşan evren, durmadan bir şey söyleyen evren, kulak verilmesi gereken, anlaşılması gereken evren. Yok öyle bir evren. Hiçbir şey kendisinden başka bir şey söylemez, de böyle yaparsak o başı götü belli, belirli kurallarla belirli şekilde belirli bir hedefe matuf, ki nedense bu hedef sürekli insanın kurtuluşu oluyor, ilerleyen, büyüyen, gelişen evren patır patır dökülüp önümüze yığılır. Konuşturmayın evreni, hiçbir şeyi. Allah’ın size içinizde ve dışınızda ayetlerimizi göstereceğiz dediği naif insanlar değiliz biz artık, kirlendik, cennetimizi kaybettik. Biz ikna olarak inananlardan değil, istediği için inananlardanız. Yorum ilk kez efsanenin güç kaybetmesiyle başlar. Dünya esrarını kaybetmiş, en azından kaybetmeye yüz tutmuştur, doğal yaklaşım peu à peu güç kazanır olmuştur. Bir nevi bilimselleşmenin başlangıcı diyebiliriz bu kendisini yavaş yavaş gösteren değişime. Bu durumda yorumun işlevi eldeki metinlerle gerçeklik arasında açılan bu arayı kapatmaktan ibaret. Ki bu ara bir bütün olarak sadece metinlerle gerçeklik arasında değil, dünyayla ben arasında açılan aradır da aslında. Dolayısıyla, ki Qur’an bu konuda iyi bir örnek, eğer benim dünyama ait olmayan bir metne hayatımda yer vereceksem, onu ihtiyaçlarıma uyarlamak zorundayım söz konusu metinden herhangi bir sebepten dolayı vaz geçemiyorsam eğer. Bu bir ikiyüzlülüktür de aynı zamanda, neyse, bu bir bahs-i diğer. Bu durum yorumu, haddizatında bir çeviriyi, tercümeyi, bir aktarımı zorunlu kılar. Ya da kendimi ve hayatımı tercüme edeceğim, metnin ait olduğu zamana götüreceğim. En basitinden gericilik buna denir. Fakat her halükarda bu aranın bir şekilde kapatılması gerek. Haliyle sabit bir insan doğasını varsayan ve söz konusu metinde bu sabit doğayı yaratan gücün konuştuğuna inanan bir kişi için insan değişmez, dolayısıyla ihtiyaçları da. Ki aslında ve dolayısıyla değişiklik olarak algılananlar bir sapmadan ibarettir ona göre. O halde burada bir geri dönüş değildir söz konusu olan sadece bir öze dönüş. The wor[l]d is out of joint diyelim William Shakespeare’den esinlenerek, tam anlamıyla olan budur ve yorum bu rayından çıkanı, o her neyse artık, tekrar rayına oturtma ameliyesidir. Eskilerin yorumu böyle, onlar metne saygılı, metnin üzerinde yeni bir anlam yükseltiyorlar, ama metni harap etmiyor, atmıyorlar köpeklerin önüne, parçalamıyorlar. Yeniler oysa agresif, yıkıcı, bozucu. Onlar için metin bir perde, örtüyor, gerçekliği örtüyor. Muhafazakardır, hatta iktidar işbirlikçisi, satılmış bir köpek, hakikatin üstünü örtüyor, dolayısıyla paramparça edilerek hakikatin tekrar gün yüzüne çıkarılması ameliyesidir yorum burada.

Canım sıkıldı, gerisi kalsın …

Mustafa KÜÇÜKHÜSEYİN