İbn-i Haldun Tunus’da 27 Mayıs 1332 senesinde doğdu. Soylu bir ailenin çocuğuydu. Dönemin ünlü alimlerinden hadis, tefsir, akaid, fıkıh, şiir, edebiyat, felsefe, matematik ve daha birçok ilim dalında dersler aldı. Hayatının bazı dönemlerinde katiplik ve başvezirlik yaptı. Arap çöllerine gidip bedevi araplar ile beraber yaşadı. Ama aslında her şey İbn-i Selame Kalesi’ne yerleşmesi ve kendini siyasi hayattan çekip tamamiyle ilme vermesi ile başladı. Bu çaba sonucu 1374’de Mukaddime adını verdiği dünyada sosyolojinin temellerinin atıldığı kitabını yazdı. Kitapta en dikkat çeken iki kavram var ki bunlar ”Umran” ve ”Asabiyet”. Biz yazımızda asabiyet üzerine duracağımız için umran kavramına hiç değinmeyeceğiz.
>> Asabiyetin Kelime Anlamı
>> Asabiyet ve Akrabalık
>> Asabiyetin Dereceleri
>> Günümüz Toplumunda Asabiyet
İbn-i Haldun hem doğu hem de batı dünyasında değeri geç fark edilmiş bir ilim adamı olsa da, tarih ve sosyoloji açısından getirdiği açıklamalar her kesimden takdir toplamıştır. Yukarıda bahsettiğimiz gibi Mukaddime’de geçen en güçlü kavram Asabiyet” olsa gerek. Çünkü ne İbn-i Haldun ne de Mukaddime üzerinde çalışma yapan düşünürler bu kavrama tam bir açıklama getirememişler ya da daha doğrusu bir ortak açıklama üzerinde mutabık olamamışlardır. Asabiyet J. P. Arnason’un tabiri ile ”İbn-i Haldun’un en tercüme edilemez terimi” dir. Asabiyet dilimize en yakın tabiri ile ”akrabalık bağı”, ”kan bağı”, ”kabile ruhu” veya ”toplumsal bağ” olarak açıklanabilir.
Asabiyetin Kelime Anlamı
Asabiyet; Arapça ”Asabe” den gelir. Akrabalar için Arapça’da ”Asabe” kelimesi kullanılır. ”Asb” kelimesi ise bağlamak, sarmak manasına gelmektedir. Bununla beraber ”İsabe” kelimesi de bağ anlamına gelmektedir. Tüm bu kelimelerden asabiyet kelimesine ulaşıldığını düşünürsek asabiyet; akrabalık bağı, bağlılık veya tutkunluk anlamlarına gelebilir.
Asabiyet ve Akrabalık
İbn-i Haldun asabiyet kavramını kullanırken iki ayrı toplum yapısına değinir. Birincisi; şehirde yaşayan, medeni toplumlar. İkincisi ise; çölde yaşayan bedevi toplumlarıdır. İnsan tabiatında iyilik de kötülük de mevcuttur. Dolayısıyla insanlar arasında görülen karşılıklı şiddet, toplumsal hayatın doğal bir unsurudur. İbn-i Haldun’a göre şehirde ikamet eden insanlar için asabiyetin pek bir önemi yoktur. Çünkü şehir insanını karşısındaki tehlikelere karşı koruyacak yasalar, kolluk kuvvetleri ve şehir duvarları vardır. Bedeviler için ise asabiyet hayatta kalmanın yegane şartlarındandır. Çünkü onları çöl ortamında dışarıdan gelecek tehlikelere karşı koruyacak olanlar sadece kendileri ve yakınlarıdır. M. Akif Kayapınar’ın dediği gibi ”İbn-i Haldun asabiyeti kan bağı ile sınırlandırılamaz, asabiyet tanımı genetik değil, fonksiyoneldir”. Buradan ne anlamalıyız? İbn-i Haldun’a göre asabiyet en temel olarak kan bağı iledir. Kan bağının derecesi ve topluluktaki kişilerin sayısı arttıkça asabiyetin derecesi de o nispette düşer. Ancak İbn-i Haldun’a göre asabiyetin tek kaynağı kan bağı değildir. İnsanlar arasında kan bağı haricinde de arızi olarak asabiyet oluşabilir. Çevresinde yakınlık hissettiği veya arasında bir şekilde çıkar ilişkisi bulunan kişilerle kurduğu bağlar insanlar arasında asabiyeti oluşturabilir. Bunlar yakınlık ve samimiyet ile sürekli veya çıkar ilişkilerinde çıkarların sonlanması ile biten genel/geçer asabiyetlerdir.

J. P. Arnason’un tabiri ile ‘İbn-i Haldun’un en tercüme edilemez terimi’ asabiyet kavramıdır.
Asabiyet Mukaddime’deki geniş anlamı ile elle tutulup gözle görülmeyen, toplumun huzur ve refahını sağlayan, toplumu ileri medeniyet seviyelerine taşıyan toplumsal ruhtur. Geniş manada asabiyet ayrıştırıcı değil tam aksine bütünleştirici bir mana taşır. İbn-i Haldun’a göre din veya toplumu birleştirici ideolojiler asabiyet kavramı dışında düşünülemez. Yani aynı dine/ideolojiye mensubiyet geniş anlamda asabiyetin oluşmasında genel unsurdur. Son olarak bu konuda şunu diyebiliriz ki İbn-i Haldun’a göre asabiyetin varmak istediği gaye mülktür. Mülk (devlet) ise tam olarak egemen olmaktır. Bu egemenlik varlığını asabiyeye borçludur.
Asabiyetin Dereceleri
İbn-i Haldun’a göre her asabiyet aynı değildir ve kendi aralarında dereceleri vardır. En büyük asabiyet aile bireyleri anne, baba, kardeşler arasında olan asabiyettir. Kan bağı ile bağlı olduğu yakın akrabaları amca, dayı, hala, teyze, dede, nine ve kan bağı olmayan yakın ve tutkun olduğu insanlar arasındaki asabiyetler takip eder. Bunu ise bir öncekinin çocukları takip eder. Özetle İbn-i Haldun’a göre asabiyetin dereceleri özelden genele gidildikçe azalır. Ancak aynı toplum içinde insanları bağlayan ortak bir asabiyet bağı kesinlikle olacaktır.
Günümüz Toplumunda Asabiyet
Her ne kadar günümüzde insanlık artık genel itibari ile şehirlerde yaşıyor olsa da asabiyet sadece bedevi topluluklar özelinde bir kavram değildir. Şehir insanı arasında da akrabalık bağları ya da özellikle yakınlık ve çıkar ilişkisinden doğan asabiyeler görülür. Özellikle günümüz toplumunda yakınlıktan doğan asabiyetler kan bağı ile var olan asabiyetin önüne geçmektedir. Bununla beraber insan ilişkilerinin giderek yapaylaşması ve ilişkilerde çıkarların gözetilmesi insanlar arasında gözlenen asabiyetin gerçek manada mı yoksa suni bir yapıda çıkar ilişkisi mi olduğunu ayırt etmek çok zorlaşmaktadır.
Aramızda gerçekten böyle görünmez bağlar var mı? Neden diğer insanlara karşı bağlar kurarız? Bizi birbirimize bağlayan şeyler nelerdir? Gerçek manada merak ettiğim sorulardır. Sevgili okuyucu halen okumakta olduğum İsmet Özel‘in ”Neyi Kaybettiğini Hatırla” kitabında tam da bu yazıyı yazma sürecinde denk gelen konuyla alakalı bir bölümle sizlere veda ediyorum. İyi, sağlıklı, huzurlu günler diliyorum.
‘Bir türlü geçemediğim husus insanın insanla bağlantısını neyin ihdas ettiği hususdur? Bu konuyu merak ediyorum zira insanların insanlarla gönül bağı kurduklarına dair ciddi şüphelerim var. Televizyon ekranlarında karşıma çıkan insan görüntülerinden, günlük hayatımda karşılaştığım insanlara kadar her bana benzer yaratığa bakıyor ve soruyorum: Bu insan ne kadar ben? Ben ne kadar bu insanım? Kan bağı da dahil olmak üzere insanı insana bağlayan asli ve esasi bağlar yürürlükte mi? Eğer insanlar arasında hayatın idamesine hizmet edecek değerdeki geçerli bağlar varsa bize acı veren bütün zorlukların aşılabileceği inancı var içimde. Ama eğer bağlar asli ve esasi değilse zorlukların çoğalacağını ve beni nefes alamaz derecelere getiren sıkıntılara sokacağını görüyorum.
Biz insanları derece derece mecburiyet bağlarıyla bağlamışlar. Bu bağlar çözüldükçe savunmasız kalıyor, çaresizliğe düşüyoruz. Mecburiyetler kalkınca yalnızca şaşkına dönmüyoruz aynı zamanda bizi bir dönem mecburiyet altında tutmuş olan şartlara ve kimselere olan hıncımızı dışa vuruyoruz. Dolayısıyla mecburiyet bapları insan olarak birbirimize kötülük yapmamızın, birbirimize kötü davranmamızın da başlangıcı…‘
Hamza ERBİR