Namaz (نماز) sözcüğü, Hintçeden Farsçaya geçmiş bir sözcük olup, “Ateş önünde eğilmek” manasında kullanılmıştır. Selçuklu döneminde Arapça kökenli “Salât” sözcüğünün yerine Farsça kökenli “Namaz” kullanılmaya başlandı. Farsça anlamıyla namaz, eğilmek suretiyle saygı sunmak demektir. Arapça karşılığı olan “Salât” sözcüğü ise genel anlamda “Dua” demektir.
Avesta (Zend Dili) dilinde nəmah- temenna olarak “İbadet” anlamında kullanılan Namaz, İslamî ibadet biçimi olarak tarihte en eski kaynak 1300 yıllından evvel Atebet-ül Hakayık eseri görülmektedir. Kayıtlara geçmiş ilk yazılı kaynaktır. Öncesinde sözlü olarak kullanılmış olabilir. Namaz sözcüğü esas olarak Sanskritçeye (Hint Dili) dayanmaktadır. Mana olarak námas-/namaskar ile birebir aynı haldedir.
Günümüzde Arap camiası Kur’an-ı Kerim’de yer alan “Salât (صلاة)” şekliyle kullanırken, Türk camiası kökeni Hint diline dayanan Farsça “Namaz” sözcüğünü kullanmaktadır. İngilizler dua, duacı anlamlarına gelen “Prayer”, Almanlar ise “Gebet” sözcüğünü “Namaz” için kullanmaktadır. Tümünde ibadet etme olgusu söz konusu olarak kullanılmaktadır.
Arapça “Salât” sözcüğü, günümüzde ibadet etme, dua vb. anlamlara yorulmaktadır. İslam dininde en önemli ibadetlerden birisini ifade etmektedir. “Salât” sözcüğünün kökenine bakıldığında ise Arapçanın atası olan Akkadçada birbirine benzer sözcükler görülmektedir. Arapça gibi, İbranice, Aramca, Sanskritçe (Hindu) dillerinin de atası olan Akkadçada bazı kelimeler söz konusudur.
- Salitu: Balık ve hayvan yakalama ağı demektir ki, Sümercede “Sa la” olarak karşılık bulur.
- Sülati: Askeri terim olarak savaşmak demektir.
- Salatu: Devletçilik terimi olarak üzerinde otorite sahibi olma manasına gelmektedir.
- Selütü: Dini terim olarak ise “adamak, ateşli taraftar, bağlılar, dindar, sofu, fanatik, hayran” gibi manalara gelmektedir.
- Seluutu: Dini terim olarak kullanılan bir başka sözcük olup, “özveri, sadakat, fedakârlık, bağlılık, düşkünlük, tanıtım, terfi, yükselme, yükseltme, tanıtma, artırma” anlamlarına gelmektedir.
İbadet ve fanatiklik, taraftarlık ve hayranlık kavramlarının birbiri ile olan ilişkisi sorgulanabilir. Bu durumda ise antik çağa yolculuk etmek, o dönemki inanış ve putperestlikler anımsanmalıdır, zira günümüzdeki insanların birçok takımı ve tuttuğu kulüp bulunmakta ve kendi takımlarını övmek, yüceltmek için birtakım tezahüratlarda bulunmakta, faaliyetlerde bulunmakta ve takımına, takımının imgelerine değer vermektedir. Antik çağ insanları da birden fazla tanrıya, puta ve imgeye inanıyor, saygı duyuyordu. Kendi tanrılarını yüceltmek, bağlılıklarını ifade etmek için de tezahürat ve faaliyetlerde bulunuyordu. Bu amaçla da çeşitli söz, söylem ve hareketler kullanılıyordu. Tüm bu amaç ve olguları belirten dönemin insanları için popüler sözcük “Salât” idi.
Salât kavramı ve eylemi ta Hz. Âdem (a.s) dönemine dayanmakta olup, Hz. Nuh (a.s) döneminde de mevcuttur ve bu dönemde ilk şirk, putperestlik oluşmaya başladığında ise çoğu kâfir topluluk uydurma tanrılarına salât etmeye devam etmiş, bu maksatla salât (namaz) ayinlerinin birkaç farklı tarzını kullanmışlardır.
Eski Yunan Toplumlarında putperestler, put önünde ellerini havaya kaldırıp, İslam dinindeki namaz esasına benzer biçimde tekbir getirir vaziyette tapınma eyleminde bulunmuşlardır. Günümüz Hıristiyanları ise Haç karşısına geçip, diz çökmekte ve dua etmektedir. Yahudiler ise Sinagoglarda kıyamda durarak (ayakta) dua ve ibadet etmektedir. Günümüzde ve eski dönemlerde “Salât – Namaz” her zaman var olmuş, çeşitli farklılıklar göstermiştir. Budistler de kimi zaman ayakta, kimi zaman secdede dua etmektedir. Bütün inanç ve dinlerde Namaz’ın (Salât) kırıntılarını görmek mümkündür. Samiriler, 2500 yıldan beri İslam dininin Namaz esas ve ayinlerine benzer biçimde günde 5 vakit namaz kılmaktadır. Günümüzde bilinen Tevrat’tan daha doğru, özgün bir Tevrat’ları olup, uzun yıllardan beri kendilerine özgü namaz ibadetlerini yerine getirmektedirler.
Namaz, İslam dininin Mekke’de nazil olmasıyla Müslümanların icat ettiği bir ibadet ritüeli değil, Hz. Âdem’den bu yana Allah’ın öğrettiği ibadet ritüelidir.
Kur’an-ı Kerim’de yer alan “El Salât” sıradan bir ibadet ritüelinden öte bir kavram ve manayı ifade etmektedir. Allah tarafından öğretilmiş özel sanat ve edebi hale büründürülmüş ibadet hali, yüceltme ve yücelme halidir.
Zümer 39. Ayet:
اَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ سَاجِدًا وَقَٓائِمًا يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّه۪ۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ۟
Yoksa inkâr eden, kâfir, gecenin bir kısım vakitlerinde, ilerleyen saatlerinde kalkan, secdeye kapanarak, uzun uzun kıyamda durarak, sorumluluk şuuruyla namaz kılan, saygıda kusur etmeyen, ahireti, ebedî hayatı hesaba katarak dikkatli ve uyanık davranan, Rabbinin rahmetini uman kimse gibi mi olur? “Hiç bilenlerle, bilerek ibadet edenlerle, bilgi toplumlarıyla, bilmeyenler, bilgiden yoksun olan toplumlar bir olur mu?” de. Ancak akıl ve vicdan sahipleri bunları düşünüp ibret alır. (Ahmet Tekin Meali)