Bismillâhirrahmanirrahim

  1. “Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Allah’ın kudreti her şeye yeter.”
  2. “Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, aklını iyi kullananlar için (yol gösterici) belgeler vardır.”
  3. “O akıl sahipleri ki, ayakta, otururken ve yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratışlı hakkında (iyice) düşünüp: “Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni (boş ve gereksiz şey yaratmaktan) tenzih ederiz. Bizi (Cehennem) ateşinin azabından koru.” (derler.)”

“Benim bilim ile uğraşma sebebim Al-î İmran Suresi’nin bu ayetidir.”der; Ebu Reyhan Muhammed bin Ahmed el-Birûnî.

Tüm ömrünü İslam coğrafyasında bilim ile uğraşarak harcamış, yüzlerce kitap yazmış; öyle ki yaşadığı yüzyıla Birûnî çağı denilmiş bilge bir insan El-Birûnî.

Anlatılanlara göre, satranç oyununun mucidi zamanın hükümdarının takdirini kazanmış. Hükümdar bu oyundan o kadar memnun kalmış ki mucidini yanına çağırtmış ve onu ödüllendirerek cömertliği göstermek istemiş. Huzura gelen mucit hükümdardan tek isteğinin buğday olduğunu dile getirmiş.

Miktarını soran hükümdara ise cevabı; “Satranç tahtasındaki karelerden birincisi üzerine bir, ikincisi üzerine iki, üçüncüsü üzerine dört dördüncüsü üzerine sekiz buğday tanesi konularak devam edilmek üzere tahtadaki bütün kareler doldurulduğu zaman elde edilen miktar kadar buğday istiyorum.” der mücid.

Hükümdar buna sinirlenir, mucidi küstah yerine koyar ve uzatmadan isteğinin derhal yapılmasını ister. Saray çalışanları başta bir sorun yaşamazlar fakat 10. karede bir avuç buğday 17. karede yalnızca 1,5 kg.

25. kareye geldiklerinde vermeleri gereken buğday miktarı 1,5 ton; 33. kareye geldiklerinde işin şaka olmadığını anlarlar. Keza 49. karede bir ülkenin buğday üretimine ulaşmışlardır. Ortaçağ el yazmalarının birinde bunu ödeyebilecek hükümdar yoktur denilerek sonlanan bu hikâye ve hikâyeye konu olan problem yüzyıllar boyunca matematikçilerin ilgisini çeker.

Yeryüzünde bunu ödeyebilecek bir hükümdar yoktur ama 127 işlemi sadece 7 işleme indirerek çözen bir âlim çıkacaktır; El-Birûnî.

El-Birûnî 973. Yılında Doğu Harezm’in merkezi olan Kas’ta doğdu. Mektebe başladığı yıl babasını kaybeden El-Birûnî mektep müdürü astronom Ebu Nasr Mansur’un tavsiyesi ile Harzem sarayına alındı ve eğitime burada devam etti.

Burada Yunan bilgilerinden ders aldı. Hayatı boyunca altı ayrı hükümdarın himayesi altında yaşamak zorunda kaldı. Keza yaşadığı 11. yüzyıl büyük karışıklıklar ile anılan bir yüzyıldır.

Kas işgal edilince El-Birûnî ülkeden kaçarak Cürcan’a (Gürgan) yerleşti. Burada kendisinden sadece 7 sene sonra doğan büyük âlim İbn-i Sina ile tanıştı ve ondan hekimliği öğrendi. Hatta İbn-i Sina ile beraber hastaların beyinleri açtıkları ameliyatlar yaptıkları da anlatılır. Buradaki cürcan sarayında bir tarih kitabı olan El-Âsâr’il-Bâkiye an’il-Kurûni’i-Hâli-ye’yi yazdı.

Sarayda her gece gözlemlediği yıldızlar kaymalarının aslında sıcaklık yüzünden yanan yıldız parçaları olduğunu ispatlamaya çalıştı. Bu kitap El-Birûnî’nin ilk önemli ve büyük eseridir. Hatta 1930’lu yıllarda Orta Asya hakkında çalışmalarını sürdüren Sovyet bilim adamları ana kaynak olarak kullanmışlardır. İbn-i Sina’dan da ilk olarak burada bahseder.

El-Birûnî coğrafyadan jeolojiden fiziğe, astronomiden tarihe, edebiyattan din ve mezhep tarihine kadar hayatın tüm alanlarında çalışmalar yapıyor ve ilgi duyuyordu. 1009 yılından Gazneli Mahmud’un Gürgenç’i fethedip binlerce kişiyi esir alana kadar çalışmalarını sürdürdü. Daha sonra Gürgenç’ten Gazne’ye esir olarak götürüldü.

El-Birûnî’nin bundan sonraki hayatı Afganistan ve Hindistan topraklarında geçti. Keza bugün Türkmenistan sınırları içinde olan Gürgenç 11. Yüzyılda bir medeniyet merkezi idi. Çağının en büyük akademilerinden birine ve muhteşem bir kütüphaneye sahipti.

Afganistan’da yoksulluk içinde yaşarken dahi çalışmalarından vazgeçmeyen El-Birûnî burada devrinin coğrafi ve kültürel haritasını çıkarır. Bu yılları El-Birûnî için hem zor hem de çok verimli geçmiştir. Gazne sarayında kendisi gibi sürgün olan Hintli âlimlerle tanışır ve hayatının hatrı sayılır miktarını Hindistan’ı araştırmak ile geçirir. Hatta Hindistan’ı karış karış gezdiği de bilinmektedir.
Gazneliler zamanında verdiği eserlerden olan Tahdidü Nihayati’l-Emakin’de yeni bir bilim dalı bulur ve geliştirir.

Günümüzde jeodezi denilen bu bilim dalı yerin boyutları ve biçimi ile ilgilenmektedir. Bu alanda çalışmalarını arttıran El-Birûnî coğrafi boylamların saptanmasında yeni yöntem bulmuş ve yerin yarıçapını belirlemiştir.

Astronomi alanında baş eserlerinden olan El-Kanunü’l-Mes’udi ile bir süre Dünya’nın döndüğünü yani yer kürenin döndüğünü benimsese de aslında yeryüzünün değil gök kubbenin döndüğünden bahseder.

Ne kadar üzücüdür ki El-Birûnî’nin astronomi hakkındaki birçok eseri kayıptır. 1030 yıllarında El-Birûnî Hindoloji alanında yazılmış büyük eserlerden olan Tahkiku ma li’l-Hind’i tamamladı. Bu eser hakkında Cemil Meriç; “Hint düşüncesinin ilk fatihi Harzemli bir Türk’tür. İslam dünyası ve brahmanlar arasındaki ilk köprü onun eseridir. El- Biruni’den bahsediyorum. Bin yıl önce yaşayan El- Biruni’den. Yeni bir din götürmüşüz Hint’e yeni bir dil sunmuşuz. Batı bizden öğrenmiş Hint masallarını. Hümayunname Avrupa’nın bütün dillerine çevrilmiş ama biz tanımamışız Hint’i…

Çok uzun bir ömür süren El-Birûnî zihni hiçbir zaman berraklığını yitirmedi. Yaşlı hallerinde dahi çalışmalarına devam etti.

El-Cemâhir fî Ma’rifeti’l-Cevâhir (Kıymetli Taşlar ve Metaller)’de sekizi maden olmak üzere 23’ü katı maddenin özgül ağırlıklarını kendi geliştirdiği aletler ile belirledi. Son ve en büyük eserlerinden olan kendisine orta çağ eczacılığının babası unvanını getiren, dünyadaki ilk eczacılık kitabı olarak bilinen Kitâbü’s-Saydana Fi’t-Tıb‘ı ömrünün sonlarına doğru bitirdi. Bu kitap 1972 yılında Bursa Kurşunlu Camii kütüphanesinde bulundu.

Orta çağ İslam dünyasının en büyük bilgini olan El-Birûnî 30’a yakın bilim alanında çalışma yaptı ve ardından 150’ye yakın kitap bırakmıştı. Günümüze kadar maalesef sadece 27 eseri ulaşmıştır. Sonsuz bir öğrenme isteği olan bu büyük âlim 1048 yılında Rahmet-i Rahman’a yürüdü. Bize ise onun yaşadığı yüzyıldan seslenişini düşünmek kaldı.

İnsanların fikir ve içtihatları türlü türlüdür ve cihanın mamuriyeti de bu görüşlerin çeşitliliği ile kaimdir.

Muhammed Ali ASLAN