Gümüş yapraklı söğüt ağacı, sen kaç yıldır burdasın? Allah kurtarsın. Yaşken eğilmiş gövden, bir tarafa eğilmiş dalların. Eğildiğin tarafa zorunlu istikamete, isyan eder gibisin. Sıralı söğütlerle aynı dursan da, sen onlardan biri değilsin. Sıksam yumruklarımı tüm gücümle, toplayıp nefesimi bir çığlık atsam, kopsa tüm yapraklarım savrulsa göklere der gibisin. Uçup gitse, üstünde her birinde başka anılar yazan, taze yapraklarım, tüm biriktirdiğim hatıralarım. Bir kadın yaslandı ağladı, yaşlı dallarımda neşeli çocuklar sallandı, bir ihtiyar adam sol yanımdan bir asa kesti aldı…
Unutsam şu geçmişte benim yüklediğim anlamlarla değerlenen anlamsız anıları, hasret kalsam yaşamak için var olması muhakkak sandığım suya toprağa güneşe, kurusa taze dallarım. Kesip götürse şu gövdemi bir oduncu, ihtiyar şeyhin mistik kokulu dergahında yansa her yanım. Ateşle temizlenmek, pişmek istiyorum diyorsun sen de her hakikat arayan yolcu gibi sanki.
Yıllar yılı esen serin rüzgarlar, yarpuz kokulu nevbahar, pırıltılarla uyandıran şu coşkun ırmak, ve bu otlakta öyle bomboş savrulmak sana ne fayda verdi? Tebdil-i mekandaki ferahlıktan mahrum eden köklerin, bu güzel manzaralı dünyada oyaladı durdu değil mi? Görünen güzelliklerin ötesindeki hakikate talip gibisin. Ama hepimizin misafir olduğu dünyada “misafir umduğunu değil bulduğunu yer” bilmez değilsin. Kaldır heybetli kollarını sen semaya, bir nefes zikir, bir mahzun dua, derinden bir ah, o ateşe seni götürsün ya da yangınları sana getirsin. Güneşten sudan topraktan, sakın vazgeçme yaşamaktan.
Ne zaman dolar vade, ne zaman biter çile, bilinmez. Ama ilahi ikram sana ulaştığında anlayacaksın, beklemeye değer; iyi niyetin götürdüğü yer, beklemeye değer…
Kevser TUTUŞ