Fall City; 14 Aralık 2044

Asker: “Efendim, Metro’lular yeryüzüne çıkmaya hazırlanıyor“.

?:”Durdur onları!”.

Asker: “Anlaşıldı, Denekleri salıyoruz“.

Büyük felaket yaşanalı 9 yıl olmuştu. O günden sonra rahat nefes alamaz olmuştuk. Nereden geldiği belli olmayan bir tehdit ile burun burunaydık. Tek yapabildiğimiz hayatta kalmak ve hayatta tutmaktı. Sevdiklerimiz vardı, yaşayan ve yaşamayan. Bunların tek sorumluluları ise EvO’lardı. Onlara bu ismi vermiştik. Yeryüzü insanlarının bize hediyesi ve cezasıydı. Metro’ya geldiğim zaman ise herkes yanımdaydı, artık hayatımda sadece kardeşim ve küçük yeğenim kalmıştı. Ben madenciydim ailemi korumak için bu işi kabul etmiştim. Madencilik sandığınız gibi bir meslek değildi. Bizler altın ve kömür peşinde koşmazdık. Tek amacımız yiyecek bulmak ve bize düşman olan diğer istasyonlarla savaşmaktı. EvO’larla ilk defa 2044 yılında karşılaşmıştık. Nükleer savaştan sonra her ay 1 defa yeryüzüne çıkar ekipman ve erzak arardık. Ama son gidişimizde her zamankinden çok daha tuhaf bir şey olmuştu…

İçimde değişik bir his vardı. Sanki izleniyorduk.. Her şey normal başlamıştı, her daim olduğu gibi etrafta dolaşıp alet edevat arıyorduk. Şehir meydanından geçerken garip bir şey fark ettik. Savaş bölgesinde bulunan cesetler yoktu.. Daha iyi incelemek için olay yerine gittik, sadece kan ve sürüklenme izleri vardı. Yanımda ki askerler iyice telaşlanmaya başlamışlardı, bizde Metro’ya dönme kararı aldık. Metro girişine yaklaştığımızda sarı amblemli kamyonetleri gördük. Değişik simgeli bu kamyonetler neyin nesiydi bilinmez ama, ağır hasar almışa benziyorlardı…

Dikkatli bir biçimde kamyonetleri incelemeye başladık. Gözcü: “Patron, buna baksan iyi olur!“. Birini bulmuştuk vücudu parçalanmıştı. Yüzü tanınmayacak haldeydi, giydiği kıyafette ‘Bio Hazard‘ yazıyordu. Ve değişik bir gaz maskesi kullanıyordu. Girişe doğru ilerledikçe ceset sayısı artıyordu…

Merdivenlere vardığımızda ise işler iyice tuhaflaşmaya başlamıştı. Artık sadece pençe  izler ve kurşun delikeri vardı. Pençe izleri mi??… İlk başta bunları bir hayvanın yapabileceğini düşündük, ama ne yerde ne de gökte bu kadar büyük pençe izi görmemiştim.. Burada bir savaş olduğu kesindi, bazılarından geriye sadece bir ayakkabı ve bir kol kalmıştı. Tedirgin bir şekilde Metro’ya doğru yol aldık…

Askerler çok yorulmuştu, iyice bitkin düşmüşler ve devam edecek enerjileri kalmamıştı. Bizde 19. İstasyonun yakınlarında bir kamp kurduk. Bir şeyler yedik ve yattık. Cesetler ve kan izleri aklımdan çıkmıyordu. Tüm gün beni uyutmamıştı. Nasıl bir tehditle karşı karşıyaydık bilmiyordum. Bunları düşünürken uyuya kalmıştım…

Beni uyandıran silah sesleri olmuştu. Gözlerimi açtığımda şiddetli bir baş ağrısı hissediyordum. Midem bulananıyordu, askerleri kontrol etmeye giderken izlendiğimi fark ettim. Bir anda arkama baktım ve değişik bir yaratıkla gözle göze geldim. Bana bakıyordu, o kadar çok korkmuştum ki kılımı bile kıpırdatmıyordum. Göz ucuyla etrafımı kontrol ettim birkaç tane adamımın öldüğünü gördüm. Kalbim duracak gibi olmuştu. Öyle çok korkuyordum ki yem olmamak için Tanrı’ya dua ediyordum. Bir anlık refleks ile yanımda duran barikatın arkasına geçtim, tekrar ona baktığımda yerinde yoktu. Onunla aramda sadece 20 metre vardı. Ama işin tuhaf kısmı canavar bana saldırmamıştı. Sanki bir yabancıymışım gibi beni izliyordu. Yakalanmamak için geriye hamle yaptım, derken. Gözcü: “Patron, KAÇ!!”, diye bağırarak ateş açmaya başlamıştı. Herhangi bir silahım olmadığı için destek getirmeye diğer askerlerin yanına gittim. Boşa çıkan iki Taarruzcu ile geri döndüm, ama tekrar geldiğim de Gözcü’yü yerinde bulamadım. Sadece sürüklenme izleri ve yanından ayırmadığı silahı vardı…

~~2. BÖLÜM SONU~~

Samet DÖNMEZ