Efesli Heraklitos m. ö. 535 yılında doğdu. Üslubunun anlaşılmaz olmasından dolayı ona “karanlık filozof” denmiştir. Oldukça seçkinci bir tavra sahip olan Heraklitos hemen herkesi küçümserdi. Özellikle Efes halkına karşı özel bir öfke besliyordu. Krallar soyundan gelen Heraklitos, taht hakkından vazgeçmiş ve asosyal bir şekilde yaşamayı tercih etmiştir. Heraklitos ile Miletli filozoflar arasındaki ortak nokta onun da onlar gibi temel gerçeklik nedir sorusunu ele almış olmasıdır. Ona göre temel gerçeklik ateştir. Ancak Miletli filozoflardan farklı olarak Heraklitos, temel gerçekliğin doğası hakkında da bir iddiada bulunmuş ve temel gerçekliğin daimi bir hareket ve değişim halinde olduğunu söylemiştir. Yani onun en önemli felsefi görüşü “varlık aleminde daimi bir hareket vardır” öğretisidir.
Heraklitos’un görüşlerini anlamak için onunla aynı dönemde yaşayan büyük Elealı filozof olan Parmenides ve öğrencisi Zenon ile görüşlerini karşılaştırmalı olarak okumak gerekir. Zira bu iki büyük filozof temel gerçekliğin doğasına dair birbirinin tam zıttı olan düşüncelere sahiptirler. Heraklitos’a göre her şey süreki değişirken, Parmenides ise asıl olanın sükun ve hareketsizlik olduğunu iddia etmiştir. Parmenides’in öğrencisi Zenon ise hocasının bu görüşünün doğru olduğunu ispat edebilmek için her birisi hareketin imkansız olduğunu gösteren altı tane paradoks ortaya koymuştur.
Heraklitos’un asıl olan değişimdir görüşünü anlayabilmek için onun hangi yollardan veya akıl yürütmeler sonucu bu sonuca vardığını ve bu akıl yürütme ve temellendirmelerin tam olup olmadığına bakmak gerekir. Bu açıdan meseleye baktığımızda üç farklı yol ile bu sonuca varılmış olabileceğini görüyoruz:
1. Kıyas bil-Nefs yolu!
Bir analojiden ibaret olan bu tarz bir akıl yürütmede insan kıyasın merkezine kendisini koyarak kendisi için geçerli olanın kendisi dışındaki var olanlar için de geçerli olduğu sonucuna varır. Bu açıdan Heraklitos’un temel iddiasına baktığımızda şunu görmekteyiz. İnsan kendi iç dünyasına baktığında halden hâle geçtiğini görmektedir. Mesele insan bazen üzgünken bazen de mutludur, bazen severken bazen nefret etmektedir, bazen acıkmışken bazen de doymaktadır, bazen umut ederken bazen de umutsuzluk hissetmektedir. Kısaca insan derûnî yaşamı açısından her daim bir halden başka bir hale geçmektedir. Yani insanın iç dünyası halden hale geçerek her daim değişmektedir.
İşte bir insan bu durumda; ben halden hale geçerek değiştiğime göre öyleyse benim dışımdaki var olanlar da benim gibi olabilir dolayısıyla onlar da halden hale geçiyor der ve sonuçta “varlık aleminde daimi bir hareket bulunmaktadır” derse kıyas bil-nefs yapmış olur. Burada kişi analoji yani benzetme yoluyla kendisi için geçerli olanın başka şeyler için de geçerli olduğu sonucuna varır. Heraklitos da bu yolla böyle bir sonuca varmış olabilir. Ancak bu akıl yürütmeyi felsefi olarak analiz ettiğimizde onun tam olmadığını görmekteyiz. Burada iki temel itiraz ortaya çıkmaktadır.
a. İnsanda soyut bir nefs veya ruh bulunduğunu kabul edersek bu durumda soyut bir şey için geçerli olanın soyut olmayan şeyler için de geçerli olduğunu iddia edemeyiz. Zira insanın dışındaki var olanların en azından bir kısmı maddi şeylerdir ve bu yüzden de insanın soyut ruhu için geçerli olan bir durumun maddi şeyler için de geçerli olduğunu söylemek doğru olmaz. Zira soyut olan ile maddi olan arasında her açıdan bir farklılık bulunmaktadır. Bu yüzden birisi için geçerli olanın diğer için de geçerli olduğunu iddia etmek kategori hatası yapmak olur. Dolayısıyla bu tarz bir akıl yürütme eğer insan maddi olmayan bir ruha sahip ise geçerli olmayacaktır.
b. İnsanın soyut bir ruha sahip olmadığını varsaydığımızda yani insan ile insan dışında bulunanların aynı kategoride olduğunu varsaysak bile yine de bu taz bir akıl yürütme doğru olmayacaktır. Bu itiraz iki şekilde ileri sürülebilir. İlk olarak hem insan hem de insan dışındaki şeyler açısından tam bir materyalist olunabilir. Yani hem insan hem de insan dışında var olanların maddi olduğu söylenebilir. Ya da bunun tam tersi yapılabilir. Yani hem insan açısından hem de insan dışında var olanlar açısından animist yani ruhçu olunabilir. Ancak bu durumda dahi kıyas bil-nefse dayalı akıl yürütme tam olmayacaktır. Çünkü yine hangi delilden dolayı varlık aleminin bir kısmı geçerli olan bir durumun diğer için de geçerli olması gerektiği tam olarak anlaşılamamaktadır. Zira evrenin bir kısmının değişime tabi olduğu gerçeğinden diğer kısmının da değişim ilkesine tabi olması gerektiği sonucu çıkarılamaz. Dolayısıla kıyas bil-nefse dayalı bir akıl yürütme ile Heraklitos’un kendi görüşünü temellendirebilmesi mümkün değildir. Ancak bir görüşü temellendirmenin tek yolu bu değildir.
2. Dış duyular aracılığıyla “asıl olan değişimdir” iddiasının temellendirilmesi!
Varlık aleminin harekete tabi olduğunu temellendirmenin diğer bir yolu duyular olabilir. Bizler dış duyulara başvurarak, dış alemin hareket halinde olduğu sonucuna varabiliriz. Ancak bu tarz bir akıl yürütme birkaç açıdan sorunludur.
a. Başta Molla Sadra olmak üzere bazı filozofların iddiasına göre hareket mahsûs bir olgu değildir. Buna göre bizler aslında hareket denen şeyin kendisini asla göremeyiz ve bu yüzden de hareketin kendisini duyular ile idrak edebilmek mümkün değildir. Bu filozoflara göre bizler duyularla ancak hareket eden şeyi görürüz ancak hareketin kendisini göremeyiz. Böyle durumlarda bizlerde hareketin varlığına dair bir idrakın oluştuğu kesindir. Ancak buna sebep olan şey ard arda gelen sakin karelerdir. Bu tıpkı bir sinemada ekran karşısında bulunmak gibidir. Bu durumda da nasıl ki bizde hareket idrakini oluşturan şey sinema karelerinin çok hızlı bir şekilde ard arda gelmesi ise tıpkı bunun gibi dış alemde de ard arada gelen hareketsiz kareler bizde hareket idrakinin oluşmasına sebep olmaktadır. Bu tür filozoflara göre hareket ancak duyular ve aklın işbirliğiyle idrak edilebilir. Tek başına duyular veya akıl ile idrak edilemez. Dolayısıyla eğer hareket mahsus bir şey değilse dış duyulardan hareketle dış alemde hareket bulunduğu sonucuna varamayız.
b. Ama hareket mahsus bir olgu olsa dahi, yine de dış duyular aracılığıyla hareketin genelliği sonucuna ulaşamazdık. Çünkü bizler duyular aracılığıyla sadece a’nın, b’nin, c’nin ve diğer belli sayıdaki olgunun hareketini görürüz. Dolayısıyla sadece gözlemlenmiş sınırlı sayıda var olanda hareket olduğu sonucuna varabiliriz. Ancak bu yolla henüz gözlemlenmemiş var olan her şeyde hareket olduğunu iddia edemeyiz.
c. Hareket görülebilen bir şey dahi olsa hâlâ izale edilmesi gereken bir seçenek daha bulunmaktadır ki bu da duyuların hata yapabileceği ihtimalidir. Duyuların en azından bu durumda hata yapma ihtimali geçersiz kılınmadan duyulardan hareketle varlık aleminde daimi bir hareket bulunduğu sonucuna varılamaz. Bu açıdan Aristo duyuların hata yapmadığını hatanın akıl aşamasında ortaya çıktığını söylemiştir. Zira ona göre duyular varlık alemi karşısında pasiftirler ve karşılarında ne varsa onu göstermektedirler.
Descartes ve Kant gibi filozoflara göre ise duyular sistematik hata yapmaktadırlar. Yani duyular hiçbir zaman olanı olduğu gibi bize göstermezler. Buna göre duyuların gösterdiği ile olan arasında daimi olarak bir farklılık bulunmaktadır. Bu açıdan duyular hiç hata yapmaz diyen Aristo ile duyular sistematik olarak hata yapıyor diyen Descartes ve Kant’ın ifrat ve tefrit içerisinde oldukları söylenebilir. Bu açıdan sağduyuya uygun olan duyuların bazen hata yapsalar da çoğunlukla hata yapmadıklarıdır.
Heraklitos eserlerinde hangi yolla hareketin genelliğine ulaştığı noktasında kararsız görünmektedir. Bazen dış duyulara dayanarak hareketi temellendirmektedir. Mesela şöyle demektedir; ‘Bizler her şeyin hareket halinde olduğunu görüyoruz. gençler yaşlanıyor, çocuklar gençleşiyor, gündüz gece, gece de gündüz oluyor, mevsimler ardı ardına değişmektedir. Şu halde evrende hareket bulunmaktadır.‘
Bu tarz bir akıl yürütmenin sorunu daha önce de söylediğimiz gibi öncelikle duyuların hata yapmadığı varsayımına dayanması ikinci olarak ise duyuların hata yapmadığı ispat edilse dahi du akıl yürütme ile ispat edilen şey hareketin bulunduğudur. Ancak bu hareketin var olan her şey için geçerli olduğu yani bütün evrende bulunan bir olgu olduğu bu yolla ispat edilemez. Bu yolla sadece tek tek gördüğümüz şeylerin hareket ettiğini söyleyebiliriz. Ama henüz görmediğimiz şeylerin de hareket edip etmediğini bilemeyiz.
3. Aklî delil yoluyla temel iddianın ispat edilmesi!
Heraklitos her şeyin hareket ettiğine dair üçüncü bir delil daha ortaya koymaktadır ki bu yolla varlık aleminde neden daimi bir hareket bulunduğunun ontolojik açıklamasını yapmaya çalışmaktadır. Var olanlar arasında tezatın varlığı!
Heraklitos var olanlar arasında tezat bulunduğunu söylemektedir. O, bunu ispat edebilmek için iki yoldan hareket etmektedir:
Birinci yol: Ne zaman bir şeyi başka bir şey ile birlikte göz önünde bulundurursak şu iki durumdan birisinde bulunduğunu görürüz. Ya bu iki şey birbiriyle zamansal açıdan beraberdirler. Yani aynı zaman diliminde bulunurlar. Halihazırda birlikte mevcut olan şeyler gibi. Ya da böyle değillerdir. Yani zamansal açıdan bir arada mevcut olmazlar. Bazıları mesela bir yıl önce mevcutken bazıları şimdi, bazıları da gelecekte mevcut olacaklardır. Yani şeyler birbirleriyle olan nispetlerinde ya çağdaştırlar ya da değillerdir. Muasır olan şeyler, birbirlerini mekansal açıdan sınırlandırmaları açısından birbirleriyle zıtlık ilişki içerisindedirler. Buna göre her bir var olan belli bir mekansal boşluğu doldurduğundan, diğer bir şey aynı mekanı dolduramaz ve bu yüzden de şeyler birbirlerini mekansal açıdan sınırlandırmış olurlar.
İşte bu yüzden mesele herhangi bir şey mekansal açıdan altı yönde mutlak bir özgürlüğe sahip olmak ister ve evrenin her köşesine gitmek isterse diğer şeylerin mekansal varlığı buna engel olacaktır. Bu açıdan mesela evrende sadece ben bulunuyor olsaydım her istediğim yönde istediğim kadar özgürce yolculuk edebilirdim. Ancak diğer şeylerin varlığı buna engel olmaktadır. Dolayısıyla diğer şeyler mekansal açıdan benim özgürlüğümün önünde birer engeldirler. Yani ben hareket halindeyken duvara, masaya, sandalyeye, taşa toprağa ve benzeri şeylerle karşılaşır ve durdurulurum. Bunun anlamı diğer şeylerin benim mekansal özgürlüğümü nefiy ettikleridir. Bu açıdan aslında benim dışımdaki her bir şeyin varlığı benim zindanımın parmaklıklarından birisini oluşturmaktadır. Dolayısıyla benim dışımda ne kadar çok şey varsa bu parmaklıkların sayısı o kadar fazla demektir. Ve parmaklıkların sayısı arttıkça da benim özgürlüğüm bu oranda azalacaktır. Ancak aralarında zamansal çağdaşlık bulunmayan şeyler arasında ise bunlar da birbirlerini zamansal açıdan sınırlandırırlar. Bu açıdan mesele bir şey beş yıl önce mevcut idiyse şimdi mevcut değildir. Ve şimdi mevcut ise gelecekte mevcut olmayacaktır. Bu durumda bir şey açısından zamansal bir engel ve sınır oluşturan şey ondan önce ve sonra gelen şeylerdir. Heraklitos’a göre bu da zamansal açıdan bir zindanda bulunmaktadır. Var olanlar açısından hangi zamanda var oldukları açısından bulunan bir farklılık ve karşıtlık bizlerin zamansal zindanını oluşturmaktadır. Bizler bu yüzden ancak belli bir zaman aralığında var olabiliyoruz. Bu açıdan bir şeyden sonra meydana gelen bütün şeyler ve ondan önce meydana gelmiş olan bütün şeyler o şeyin belli bir zaman aralığında hapis olmasına sebep olmaktadırlar. Şu halde çağdaş olan şeyler birbirlerini mekansal açıdan sınırlandırırlar ve çağdaş olmayan şeyler de birbirlerini zamansal açıdan sınırlandırırlar. İşte Heraklitos’a göre bu mekansal ve zamansal sınırlanma ve sınırlandırma bir çeşit tezattır!
Bu durumda var olan her şey bir diğer var olan ile bir çeşit düşmanlık ve karşıtlık ilişkisi içerisindedir ve onu ya mekansal olarak ya da zamansal olarak sınırlandırmakta veya engellemektedir. Bu yüzden şeyler birbirlerininin varlıklarını mekansal ve zamansal olarak sınırlandırmaktadırlar ve bu yüzden hiçbir şey kendi varlığını mekanda ve zamanda yayamamaktadır. Ancak bu tarz bir tezat anlayışının felsefi açıdan pek savunulamayacağını söylemek gerekir. Çünkü bizler hareketimiz esnasında diğer şeyler tarafından sınırlandırıldığımızı söylediğimizde aslında belli bir varsayımdan hareket etmiş olmaktayız o da “Bir var olanın mekanda ve zamanda hareket etmek istediğidir.” Zira ancak bu durumda diğer var olanlarla mekansal ve zamansal olarak kuşatılmış olma aynı zamanda onlar tarafından hapsedilmiş olma anlamına da gelir. Ama eğer bir var olan bu şekilde hareket etmek istemiyorsa işte o zaman diğer şeyelerin varlığının onun için bir sınır ve engel olduğundan bahsedemeyiz. Yani her çevrelenmiş olma hapsedilmiş olma anlamına gelmez. Bu ancak bizler hareket etmek ister ve diğer şeyler buna engel olursa öyle olur. Bu yüzden de aslında dört duvarla çevrili bir odada bulunduğumuz halde bazen ona zindan der bazen de ev deriz. Zira ilkinde dışarı çıkmak istediğimiz halde bunu yapmamıza izin verilmez ve bunu sağlayanlar da duvarlar veya parmaklıklardır. Ancak eğer aynı odanın içinde yaşar ve dışarı çıkmak istemezsek işte o zaman odanın zindan olduğundan bahsedemeyiz. Bu yüzden ancak bir şey altı yönde hareket etmek istiyor ve diğer şeyler buna engel teşkil ediyorsa onlar tarafından kuşatılmış olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu varsayım olmadan diğer şeyler tarafından kuşatılmış olduğumuzu söylemenin bir anlamı yoktur. Diğer yönden bu varsayım insanlar için nispeten geçerli olsa da insan dışındaki var olanlar için geçerli değildir. Zira onlarda bu yönde bir niyet veya kast söz konusu değildir.
İkinci yol: Heraklitos’un şeyler arasında tezat olduğunu gösterebilmek için ikinci dayanağı ise şudur; buna göre bir şey diğer şeylerle çatışmadan kendi varlığını devam ettiremez!
Buna göre bir şeyin kendi varlığını devam ettirebilmesinin garantisi diğer şeylerin fenası yani yok olmasıdır. Yani x’in varlığı ancak y’nin yok olmasındadır. Dolayısıyla bir şeyin hayatta kalabilmesinin tek yolu diğerlerinin ölmesi veya yok olmasıdır. Bu durumun için en iyi örnek ateştir! Ateş ancak diğer şeyeleri yaktığı yani yok ettiği sürece varlığını sürdürebilir. Eğer bu durum bir gün son bulursa ve ateş artık yakacak yani yok edecek bir şey bulamazsa işte o zaman ateşin kendisi de yok olacaktır. Dolayısıyla ateşin varlığını devam ettirebilmesi için süreki ve daimi olarak diğer şeyleri yok ederek onlarla beslenmesi gerekmektedir.
Heraklitos’a göre bütün mevcutlar bu açıdan ateş gibidir yani ancak diğer şeylerle beslendikçe hayatta kalabilirler. Buna göre bizler bir şeyi diğer şeyleri ona feda etmedikçe onu hayatta tutamayız. Buna göre hayatta kalmanın bedeli diğerlerini yok etmekten geçmektedir. Heraklitos’un bu sözünü reddedebilmek için varlık aleminde bu şekilde hayatta kalmayan bir şey bulunduğunu gösterebilmemiz gerekir. Yani öyle bir şey bulmalıyız ki o şey diğer şeyleri yok etmeden yani onlarla beslenmeden hayatta kalabilmelidir. Ancak mümkün var olanlar evreninde böyle bir şey gösterebilmek muhale yakın bir şeydir. Ancak burada varlık alemini içine Tanrıyı da alacak şekilde kullanırsak bu durumda Tanrının varlığını devam ettirmesinin buna bağlı olmadığını söyleyebiliriz. Tanrı mutlak ve ideal varlık olduğundan varlığı zorunludur ve bu yüzden de bekası diğer şeylerle beslenmesine bağlı değildir. İşte bu yüzden de Tanrı ile evren arasında bir tezat ilişkisi bulunmadığı söylenebilir ve bu Heraklitos’un görüşünü bir istisnasını oluşturur. Ancak o, böyle bir Tanrı anlayışına sahip olmadığından bu onun açısından bir istisna teşkil etmeyecektir. Bu noktada Heraklitos, var olan her şeyin böyle olduğunu yani ancak diğer şeyleri yok ederek hayatta kalabildiğini göstermek yerine bizden böyle olmayan bir şey göstermemizi istemektedir. Yani o bizden diğer şeyler ile bu açıdan tezat ilişkisi içerisinde olmayan bir şey bulmamızı istemektedir. Diğer biri ifadeyle kendisi delil getireceğine bizden delil talep etmektedir.
Bu durum ancak vicdaniyatta geçerli bir akıl yürütmedir. Yani bizler ancak vicdaniyatta taalluk eden konularda kendimiz delil getirmek yerine karşı taraftan delil talep edebiliriz. Vicdaniyat altı bedihi önerme çeşitlerinden birisidir ve bedihi önermelerin temel özelliği kavrandıklarında insan tarafından tasdik edilebilmeleridir. Mesele psikolojide pek çok durumda bu akıl yürütme tarzı kullanılmakta ve delil karşı taraftan talep edilmektedir. Örneğin “her insan ölümsüz olmak ister“, “insan adaleti ister“, “her insan zülümden nefret eder” gibi cümlelerde yaptığımız şey tam olarak budur. Bu tür konuları ispat edebilmenin tek yolu, herkesi kendi vicdanıyla baş başa bırakmak ve her kesin durumun böyle olup olmadığını görmesini saplamaktadır. Zira bu tür önermelerin misdakı aslında insanların iç dünyalarında bulunan inançlarıdır. Bu yüzden de durumun böyle olup olmadığını ancak onlar bize söyleyebilir. Ancak herkese kendi nefsine vicdanına dön ve durumun ne olduğunu gör dediğimizde aslında kendi iddiamızı ispat etmiş olmayız. Bu durumda bize karşı olanlardan bunun aksi bir durumu bulup getirmelerini isteriz. Yani inancı olduğu halde ölümsüzlüğü talep etmeyen, adalet kötüdür, zülüm iyidir diyen birisini bulmalarını isteriz. İşte bu delili karşı taraftan talep etmektir ve söz konusu sadece vicdaniyat olunca bu geçerli bir yoldur. Zira böyle durumlarda bir iddiayı ispat etmenin bundan başka bir yolu yoktur. Yani vicdani olan önermelerin doğruluğunu herkes kendi açısından tespit etmelidir. Bu açıdan Heraklitos’a yöneltilebilecek itiraz şudur ki; o, bu tarz bir istidlal anlayışını vicdani olmayan durumlarda da kullanmak istemektedir. Ancak bu durumda, bizim bir şeyi bulup bulmamamız hiçbir şeyi ispat etmez. Bu yüzden de bu görüşü geçersiz kılacak bir örneğin bulunamamış olmasından böyle bir örneğin var olmadığı sonucuna varılamaz. Zira bulamamak başka yok olmak başladır.
Bu açıdan Heraklitos’a yöneltilebilecek ikinci itiraz ise şudur: O da tıpkı kendisinden önceki filozoflar gibi, bir şeyin nitelikleri yani vasıfları arasında bulunan tezat ile eşya arasında bulunan tezatı birbirine karıştırmış gibi görünmektedir. Bu iki tezat arasındaki farklılık Aristo ile birlikte açıklığa kavuşacaktır. Bu iki tezat şeklini birbirine karıştırmanın oldukça ciddi sonuçları olacaktır zira bu ikisi arasında çok ciddi farklılıklar bulunmaktadır. Şöyle ki; tezat iki türlüdür: Tezat bazen bir konuya arız olan iki nitelik arasında olur ve buna mantıki tezat olur ki bu muhaldir. Burada bir şeyin aynı anda birbirine zıt olan iki vasfa sahip olamayacağı söylenir. Mesela bir şey aynı anda hem beyaz hem de siyah olamaz. Buna arazlar arasında bulunan tezat da denir. Ancak tezat bazen de iki şey arasında yani iki cevher arasında olur ki buna da felsefi tezat denir. İşte bu ikinci tarz tezat hem mümkün hem de bazılarına göre matluptur. Aristo’ya kadar bu iki tezat çeşidi arasındaki fark net olarak bilinmediğinden, Heraklitos’un bu ikisini birbirine karıştırdığı görünmektedir. Yani o, arazlar arasında bulunan tezatın sahip olduğu özelliklerin cevherler arasında bulunan tezat için de geçerli olduğunu düşünmüştür. Sonuç olarak onun var olan her şey arasında tezat bulunduğunu ispat etmek için kat ettiği iki yolun da tam olmadığı söylenebilir. Ancak bunlardan ikinci yolun daha sağlam bir temellendirme olduğu söylenebilir. Yani eğer şeyler arasında bulunan tezadı, onların birbirleriyle beslenmesi sonucu hayatta kalmaları şeklinde anlarsak ve bu beslenmeyi de en geniş anlamıyla alırsak, en azından mümkün var olanlar evreninde bunun bir istisnası olmadığını akli bir istikra yöntemiyle rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu anlamıyla tezat mümkün var olanlar evreninde var görünmektedir. Söz konusu mümkün var olanlar olunca bunun bir istisnasını ortaya koyabilmek muhal olmasa da muhale yakın görünmektedir. Bunun tek istisnası ancak Tanrı olabilir!
Abuzer DİŞKAYA