Şiîlerin üç önemli kolundan biri olan Zeydiyye mezhebine mensub olan Hûsîler’in soykökleri Hz.Peygamber’e dayanmaktadır. “Mü’min Gençlik” olarak kendilerini isimlendiren bu söz konusu hareketin manevi lideri Dahyan şehrinde doğan Bedreddin b. Emiruddin b. el-Hüseyin b. Muhammed el Hûsî’dir. Kendisinin Zeydî mezhebinden son derece uzak olduğu ancak, Rafizî Câferî’liğe yakın olduğu söylenilir. Hûsî hareketinin çıkış yeri ve kalesi Sa’de’dir. Sa’de Yemen’in kuzeyinde bulunan bir vilayettir. Burası verimli toprakları ve mu’tedil iklimiyle meşhur olan bir yerdir. Bu önemli stratejik konumundan dolayı merkezdeki gel-gitler sa’deyi pek etkilememektedir. Bu anlamda Sa’de gayr-i resmi otonom bir yerdir denilebilir. Ayrıca merkezi idareden ekonomik olarak da bağımsız sayılır. Sa’de bu vaziyeti nedeniyle genel anlamda merkezin çokça ihmaline maruz kalmıştır. Çünkü merkez buraya karşı pek ilgisiz davranmaktadır. Mesela şehri, başkent San’a’ya bağlayan Karayolu bile 90’lı yıllarda tam anlamıyla asfalt haline getirilebilmiştir. Aynı şekilde devlet başkanının bu vilayeti ziyaret edebilmesi için Sa’de halkının 20 yıl beklemesi gerektiği durumlar olmuştur. Bununla birlikte Yemen Rejimi, şebâb başta olmak üzere Hûsîlerle ilişkisi bulunan kurs, hastane, camii vb. kurum ve kuruluşları kapatmıştır. Hûsîlerin elindeki elektronik medya cihazlarına da yasak getirmiştir. Aynı şekilde şehirde kayıp insan sayısı da artmıştır. Can güvenliği kalmamış, halk, sağlık imkânlarından ve en temel insanî ihtiyaçlardan dahi yoksun bırakılmıştır.
Bu baskılar sonucunda 150 bin insanın evlerini bırakmak ve terk etmek zorunda kaldığı söylenilmektedir. Söz konusu tüm bu hadiseleri “Yemen Cumhuriyeti’nin eski imamet rejimine olan varoluşsal tepkisi” şeklinde okumamız mümkündür.
Bununla birlikte Suudi Arabistan’ın da Yemen hükümetiyle birlikte Hûsîlere karşı savaşa katılması sorunu uluslararası arenaya taşımıştır. Aynı şekilde Sa’de ve çevre eyaletlerde söz konusu olan “kabile dengeleri” de bu sorunu çok boyutlu bir duruma getirmişitr. Bölgedeki istikrarsızlığın bir başka boyutu ise, el-Kaide ile olan girift ilişkiler ağı oluşturmaktadır. Hûsîler ve el-Kaideci gruplar bir yandan devletle savaşırken diğer yandan da kendi aralarında çatışmaktadırlar. Ancak el-Kaide, aşiretler içerisindeki örgütlenme sayesinde aktif bir şekilde Hûsîlere karşı mücadele etmektedir. El-Kaide ve işbirlikçileri olan aşiretler silahlanarak bölgeyi Hûsîlere karşı korumaya çalışmaktadırlar.
Ancak Hûsîler, siyasi bir projesi olan ve yeterince silahlanmış bir örgüttür. Hûsî hareketi, dini-politik açıdan Lübnan Hizbullah örgütü modelini benimsemektedir. Aynı şekilde hareket, Humeyni Devrimini ve Lübnan Hizbullah’ını övmektedir.
Batılı devletleri, İsral’i ve Suudi Arabistan’ı asıl endişelendiren şey ise; Hizbullah’ın Lübnan’da, Hamasın da Gazze’de oluşturduğu otonom güce benzer şekilde Hûsîlerin de Sa’de vilayetinde böyle bir güç oluşturmasıdır.
Peki, bu bölgede iran neyi amaçlamaktadır? Klasik kaynaklara göre İran, ilk olarak bölgedeki petrol ve doğalgazın peşindedir. İkinci olarak da mezhepsel bir siyaset izleme derdindedir. Ancak İran, -askeri raporlarda da bu endişeler ifade edildiği gibi- iki noktayı korumak ve konrol altına almak peşindedir. İran, Yemen vesilesiyle Bab el-Mendeb’i tutmak ve Kızıldeniz üzerindeki askeri ve ticari yolları kontrol altına almayı hedeflemektedir. Aynı şekilde Bahreyn’i de görece olarak kontrol etmek istemektedir.
Tüm bunlarla birlikte Hûsî hareketinin İran tarafından desteklendiği de bazı iddialar arasında yer almaktadır. Bu söz konusu iddialara göre İran, Hizbullah ve Hamas kanalı üzerinden Hûsîlere yardım etmekte ve Hûsî hareketinin militanları İran ve Lübnan gibi yerlerde eğitilmektedir. Ancak bu iddialar hem Hûsîler hem de İran tarafından resmi düzeyde reddedilmektedir.
Ancak şu bir gerçektir ki İran, bölgede etkisini arttırmak ve Suûdî nüfusunu kırmak ve geriletmek için Yemen Hûsî problemiyle yakından alakadar olmaktadır.
Bu gayeler doğrultusunda İran, 2008 senesinden sonra Hûsîlerin savaş motivasyonunu iyileştirecek askerî ve malî yardımlarda bulunmuştur. Söz konusu yardımların yapıldığına dair uluslarası düzeyde kanıtlar da mevcuttur.
Nitekim Yemenli yetkililer tarafından 2011 yılında bir İran balıkçı teknesinde İran’a ait 900 tane anti-tank ve anti-helikopter füzesi ele geçirilmiştir. Aynı şekilde 2013 yılında Yemen sahil güçleri ile ABD donanmasının beraber katıldığı ortak bir operasyonda askerî mühimmat taşıyan “Cihan 1” adında bir İran gemisi yakalanmıştır.
Öte yandan İran’ın üst düzey yetkililerinden birisinin dediğine göre, “Kudüs Gücü” komutanı Kasım Süleymanî’nin, Hûsîlerin güçlendirilmesi konusunu görüşmek için üst düzey DMO (Devrim Muhafızları Ordusu) elemanlarıyla bir görüşme gerçekleştirmiştir. Söz konusu görüşmede Hûsîlere olan silah ve maddi yardımla birlikte eğitim desteğinin de arttırılacağına karar verilmiştir.
Eski bir İran güvenlik güçleri yetkilisi ise, Devrim Muhafızlarının Yemen’deki ve bölgedeki hâkimiyetini arttırmak için Hûsî militanlarını güçlendirmeyi tasarladıklarını söylemiştir. Yetkiliye göre böyle bir tasarımı amaçlamalarının sebebi, Lübnan Hizbullah’ına benzer bir yapılanmayı Yemen’de Hûsîler eliyle gerçekleştirmektir.
Öte taraftan Hûsîler, kendilerinin Şiâ zümresinden olmadıklarını, Zeydiyye ekolünden olduklarını her fırsatta vurgulamaktadırlar. Aslında bu söz konusu iddialar (Hûsiler ve İran arasındaki ilişkiler bağı/bağlamı) İran’ın Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’daki Şiilere yönelik kışkırtıcı faaliyetlerde bulunduğu yönünde oluşturulan güçlü algıya dayanmaktadır. Bu durumun mezhepsel bir boyuta taşınmaya çalışılmış olduğu da görünmektedir. Çünkü Yemen ve Körfez ülkeleri medyası Hûsîlerden “Şiî isyancılar” şeklinde bahsetmesi ve İran’ın da sürekli artan bir sıklıkla Zeydileri “Hûsî Şiîler” şeklinde görmeye çalışması bu iddiayı destekler niteliktedir.
Hûsîlere Carûdîlik olarak bakılması da aslında Hûsîleri Zeydilik ana bünyesinden koparıp onları, İmamî-Şiîliğe yakınlaştırma ve onları ötekileştirme girişimlerinin bir sonucudur. Bununla birlikte Hûsîlerin de tüm Zeydî tabanı kucaklayıcı ve kapsayıcı bir politik dini söylem tarzı geliştirdikleri de söylenemez. Çünkü Hûsîler ilk üç halife başta olmak üzere sahabeleri reddetmektedirler. Onlara göre bu kişiler ümmetin baş belasıdırlar. Bedreddin el-Hûsî bu konuyla ilgili olarak şöyle demektedir: “Ben kendi nefsimce inanıyorum ve onları (sahabeleri) tekfir ediyorum; çünkü onlar Resulullah’ı(s.) ve âline temelde muhalefet ettiler.”
Hareketin diğer bir lideri olan Hüseyin el-Hûsî ise; “Bu ümmetteki tüm kötülüğün, başına gelen tüm zulmün asıl sorumlusu bizzat Ömer’dir. Çünkü kendisi tüm bu yaşanan sürecin tamamını tasarlayandır”demiştir. Dolayısıyla Hûsî hareketi bu görüşleriyle Zeydiyye’den farklılaşmaktadır. Aynı şekilde Hûsîlerin toplumu çağırdıkları fikirlerden ön plana çıkan en önemli mesaj “imamettir.” Bundan dolayı bu hareketin İsna Aşeriye (Oniki İmamcı Şiâ) düşüncesini sahiplendiği iddia edilmektedir. Harekete göre iktidara en layık kişiler de kendileridir. İktidarı ele geçirme amaçlarından birisi de imamet idaresini tekrar ülkede hâkim kılmaktır. Suudi Arabistan’la olan çatışmalarının altında yatan sebeplerden biri de Şer’i bir husus olan söz konusu imamî idarenin ülkede hâkim kılınmaya çalışılması hususudur.
Tüm bu iddialara rağmen, Yemendeki Hûsî hareketini, 90’lı yılların başında ortaya çıkan Sa’de merkezli Zeydî bir uyanış olarak görebiliriz. Bu siyasi, sosyal ve zihnî uyanış Hizbü’l Hakk’ı ve sivil İslamcı faaliyetlerde bulunan Şebâb’ı ortaya çıkarmıştır…
Sonuç olarak diyebiliriz ki, İran’ın dış politikasını pragmatik ve ideolojik faktörler belirlemektedir. Bu anlamda İran, hiçbir siyasi ve sosyal hadiseyi kendi millî değerleri ve çıkarları doğrultusunda kullanmaktan çekinmemektedir. Söz konusu faktörlerden yola çıkarak İran; Suriye savaşını, Yemen’deki yönetim değişikliğini ve sonrasında meydana gelen istikrarsız ortamı Hûsîler eliyle kendi lehine çevirmeyi başarmıştır. Aynı şekilde İran, Ortadoğu’da Suûdî gücü kırmak veya minimize etmek amacıyla Hûsîleri dengeler arası bir güç olarak kullanmaktadır.
Hamdi YALÇIN