Hans-Georg Gadamer’nın düşünmesini bir bütün olarak önyargı övgü ve rehabilitasyonu başlığı altında bir araya toplayabiliriz. Bu demek Gadamer’nın meselesi, önyargı’yı bizim, bu demek insan varoluşu, dolayısıyla insani varoluş, yani Dasein için haiz olduğu önem açısından tekrar hak ettiği yere çıkartmaktır, ki aydınlanma hareketinin önyargıyı menfi ve zararlı olarak ileri sürmedeki büyük başarısı hepimizin malumu.

Her zaman kişisel, bu demek bireysel bir akıl yürütmenin, dolayısıyla bir çabanın sonucu olarak algılanan yargının aksine önyargı, sadece kişisel değil değil, aynı zamanda kökü karanlıklarda kaybolan ve ne idiği bilinmeyen, hakikatin önünde engel ve bertaraf edilmesi gereken bir safsatadır çünkü. Prima facie son derece güçlü ve etkileyici bir argüman. Oysa Gadamer için önyargının kişisel olmayışı menfi ve/veya zararlı değil, müspet ve istenilen, hatta zorunlu bir durumdur da aksine. Haddizatında içinde yaşadığımız toplumun gelenek ve kültürüyle içiçe oluşumuzun bir göstergesidir tam olarak. Ki söz konusu kültür ve gelenek her ne kadar tek tek bazı noktalarda kabul edilmeyebilir ve tartışmaya açık ve bir bütün olarak sürekli bir devinim ve değişim yaşıyor olsa da ve biz ne kadar kişisel ve bireysel düşünürsek düşünelim ya da düşündüğümüzü sanalım ayrıca, yine de bu içiçelikten kurtulmamız mümkün gözükmemektedir; iyiki de. Nitekim bu içiçeliktir bize çevremizi, bu demek dünyayı yakın, aslında yakından da yakın ve onu bizde/le, bizi onda/la içiçe tutan, onun yabancılığını giderip onu bizim için yaşanır ve anlaşılır kılan. Bu bağlamda mümkün olmayan sadece önyargıdan kopmak değildir Gadamer için öyleyse, hocasının, yani Martin Heidegger’nın izinde anlamaktan, bu demek yaşamaktan kopmak, anlamadan, bu demek yaşamadan durmak da mümkün gözükmemektedir son tahlilde. Meğerki tekrar dirilmecesine yok olup toprak olalım.

Gadamer’nın Wahrheit und Methode‘de klassik hermeneutiğe karşı kendi hermeneutik konseptini geliştirdiğini söyleyebiliriz. Bu bağlamda geleneksel anlamanın bilinen belirli şekillerine ve aynısı çerçevesinde zorunlu olarak tabii ki bilinç felsefesine karşı getirilen bir eleştiriden, bu demek öznel idealizme karşı beslenen bir şüpheden de söz edebiliriz ayrıca. Gadamer’nın özne eleştirisi bu noktada her ne kadar Heidegger’nın aynı istikametteki eleştirisine paralel ilerlese de, Heidegger’nın özneyi neredeyse tamamen yok sayan eleştirisinin radikalliğini onaylamaz her zaman fakat. Fakat buna rağmen Gadamer için de otonom, bu demek özerk, kendi farkında olan ve bilginin temelini oluşturma görevini üstlenmesi beklenen ve varlığı bir çokları tarafından kabul edilen söz konusu bu özne bir yanılsamadan ibarettir. Aynısına karşı Gadamer tarihi öne çıkartır. Aslında tarih bize değil, biz tarihe ait’iz der. Ona göre geriye dönük kendi kendimizi kendi başımıza anlamadan çok önce, kendi kendimizi kendinden menkul bir şekilde içinde yaşadığımız aile, toplum ve devlet içinde anlarız. Burdan yola çıkarak o, öznellik odağının bir yanılsama olduğunu ve bireyin kendini belirlemesinin, tarihsel yaşantının kapalı cereyan edişi içerisinden bir yanıp sönmeden başka bir şey olmadığını iddia eder ayrıca.

Gadamer’ya göre özneler tarih içerisinde yaşarlar (view from somewhere) ve kendilerini tarih, dolayısıyla tarihin dışına (view from nowhere) yansıtamazlar. Gadamer için tarih aynı zamanda Wirkungsgeschichtedir de. Bu demek hem özne içerisinde etkin olan bir tarih, hem de bu etkilerin toplamından oluşan, kendini bu etkiler üzerinden dışa vuran ve özneyi aşan bir tarih. Bu bağlamda öznenin tarih karşısında nesnel bir mesafe kazanması mümkün gözükmemektedir, ki öznenin kendisi ile arasındaki mesafeyi de tarih belirler ona göre.

Gadamer’nın özne eleştirisi, yukarda da kısmen değindiğim gibi, özneyi felesefi temellendirici olarak inkara kadar gider zaman zaman. Bunun bir sonucu olarak Gadamer öznel, özneye ait ve öznenin sevk ve idare ettiği bir anlama şeklinden uzaklaşır ve tarih içerisinde hayat bulan özneler üstü bir anlama şekline yaklaşır. Bu demek onun için anlamak öznel bir dışavurum olmaktan çok, bir aktarım sürecine dahil olmak, söz konusu bu süreçten pay almaktır. Bu aktarım sürecinde bireyselliğin herhangi bir rolü yoktur. Bu çerçevede Gadamer söz konusu aktarım sürecini, Tradition’u, tanımlamak için ‘oyun‘ kavramını kullanır. Bu oyunun öznesi, oyunun kendisinden başkası değildir son tahlilde onun için. Michel Foucault’nun, mealen, dediğini tekrarlar ve ‘nereye ve ne kadar gidersen git, Hegel senden önce oraya varmış ve seni orda bekliyor olacaktır‘ dersek, burda da Friedrich Hegel’in açık etkisini görmemiz gerekir. Tabii ki, ne olursa olsun, yine Foucault’nun mealen söylediği gibi, sahilde kumun üzerine çizilmiş ve dalgaların gele gide yavaş yavaş erittiği bir sureti andıran, ki bu noktada Foucault’dan ayrılıyorum, ve fakat buna rağmen bir türlü yok olmayı bilmeyen ve yok olmak istemeyen ve haddizatında olmayan ve, muhtemelen, olmayacak olan öznenin, hafif de olsa, kalan izlerini, bu demek yanıp sönmelerini de.

Bunun yanı sıra ve farklı bir katmanda, Gadamer metodik bir anlamaya da karşı çıkar ve aynısıyla bağlantılı olarak epistemolojinin temelini veren özne/nesne dualitesini de kabul etmez haliyle. Özne süreki belirli bir yerdedir (view from somewhere – önyargı) ona göre, bu demek, Jacques Derrida’nın ifadesiyle, mealen, başlamak her zaman bir yerden başlamaktır onun için ve dolayısıyla anlayan ile anlaşılan arasında aşılması gereken bir mesafe, tekrar, dolayısıyla geride bırakılması gereken bir yol, bu demek anlayan ve anlaşılan olarak bir ikilik de yoktur bu durumda. Yani, demin de söylediğim gibi, sürekli anlarız biz ve her bir anlama diğer bir anlamanın ön şartı, tekrar ve dolayısıyla anlamayı, bu demek yukarda sözü geçen aktarıma dahil olmayı mümkün kılan, maalesef ki ne esef, bir önyargıdır. Farklı bir perspektiften bakarsak bu şekil bir anlama aynı zamanda zihinsel bir faaliyetten çok bir ‘yapabilirliği‘ ifade eder tam olarak ve bu şekliyle Gadamer’yı Heidegger üzerinden Aristoteles’e bağlar.

Koşu bandı üzerinde koşarcasına bir var oluş bizimkisi ve anlamak, bir şekilde bu bandın üzerinde kalmayı becerebilmektir son tahlilde.

Hermeneutik ile ilgili ilk yazıyı okumak için tıklayınız.

Mustafa KÜÇÜKHÜSEYİNOĞLU