Modernlik ve Modernleşme

Modernlik, kısaca insanoğlunun yeni deneyiminin adıdır. İnsanlığın kaderinin yeniden yazıldığı, zaman ve mekan anlayışının değiştiği, tarihin ilkel olandan gelişmiş olana doğru giden lineer (ve evrimci) bir çizgide kesitlere ayrıldığı yeni dönem, ‘modern dönem’ olarak adlandırılmaktadır. Bilme cesaretine sahip yeni akıl, doğaya, tarihe ve topluma egemen olma iddiasını taşırken, böyle olmadığı zamanları ise ilkel ve metafizik dönem olarak tanımlamıştır.

1453 yılında eski dünyanın yitirilişi, 1492’de ise yeni dünyanın keşfiyle birlikte metafizik öğretiler modernlikle birlikte toplumsal dünyanın ve varlık algısının dışına itilmiş, akıl ve bilim rehberliğinde, insan merkezli, köklü bir devrim yaşanmıştır. Aydınlanma çağının sonucunda, dinin irrasyonel olduğu vurgulanarak akıl ve bilim yüceltilmiş, insanın üzerinde hiçbir otorite tanınmamıştır. Batı Avrupa’da başlayan bu durum zamanla tüm dünyada yaygınlaşmıştır.

Batı Avrupa’da ortaya çıkan modernliğin dünya genelinde yaygınlaşması sanayileşme ve kalkınma ile mümkün olmuştur. Böylece Batı Avrupa’da ortaya çıkan köklü devrime modernlik, batı-dışı toplumların sanayileşme ve kalkınma ile Batıvari kazanımlar edinerek dönüşme isteğine veya Avrupasentrik bir hayat tarzının dünya genelinde yaygınlaşmasına modernleşme denmiştir.

Batı dışı toplumlarda yaşanan modernleşmelerin çoğu (örn; Türk ve Hind modernleşmesi) birbirinden farklı olmuştur. Bununla birlikte, sanayileşme, kentleşme, bilimsel ve teknolojik ilerleme, okuryazarlığın artması gibi benzer modernleşme parametreleri her modernleşme tipinde görülegelmiştir. Bundan dolayı klasik modernleşme kuramları ve modelleri, modernleşen toplumları anlamak için sık sık başvurulan rehberler haline gelmiştir.

Modernleşme sürecinde akıl ve bilgiye olan güven artmış, eşitlik ve özgürlük idealiyle birlikte vatandaşlık olgusu ortaya çıkmış, devlet bürokrasi ve merkezileşme ile rasyonelleşmişş, hukukun üstünlüğü tartışılmaz bir konum elde etmiştir. Ekonomi alanında tarım toplumlarından kapitalist endüstriyel ve finansal yatırım yapan toplumlara geçilmiş, cemaat ve topluluk tipi örgütlenmenin önemi zayıflayarak bireyselleşme hız kazanmıştır. Bütün bunlar geleneksel olanla modern olan arasında büyük bir uçurum yaratmıştır.

Türk Modernleşmesi ve Din

Türk modernleşmesi Osmanlı İmparatorluğu zamanında başlamış, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e, oradan da Cumhuriyet’e uzanan bir seyr izlemiştir. Şüphesiz erken Cumhuriyet döneminde toplumu Batılı bir toplum haline getirebilmek için radikal reformlar uygulanmıştır. Yönetim şekli imparatorluk yapısından ulus-devlete evrilirken, iktisadi düzen de tarım ekonomisinden -nispeten- sanayi ekonomisine geçiş yapmıştır. Bir direnç noktası haline gelen ‘dini hayat’, devletin dine müdahalesi olarak adlandırılan ‘laisite’ politikaları ile baskılanmış, modern Türkiye toplumunda büyük bir problem haline gelmiştir.

Modernleşme tartışmaları ideolojik bir çehre kazanıp ‘ilericilik-gericilik’ ikiliğine neden olunca süregelen bir çatışma ortamı meydana gelmiştir. Bu ortam, dindarlar için modernitenin mutlak anlamda dine karşı bir duruş veya dinden uzaklaşma olarak algılanmasına neden olmuştur. Böylece, modern olana karşı reaksiyoner bir tavır, dindarlığın tabiatından addedilmiştir.

Devletin dine, dinin de devlete karışmadığı bir formül olan laiklik, Türkiye’de laisite şeklinde uygulanmış, kamu düzeni ile bireysel özgürlükler arasındaki sınır sorunu bahane edilerek devletin dine sürekli bir biçimde müdahalesinin önü açılmıştır. Böylece laikliğin ideal teorik modelinde birbirine karışmaması gereken iki kurum olan din ve devlet arasında, birincisinin ikincisine boyun eğdiği, otoriter politikalarına koşturulduğu ve milliyetçilik aşılanarak yeniden yapılandırıldığı absürt, heterodoks ve etnomezhepçi bir görüntü ortaya çıkmıştır.

Laiklik ve din tartışmaları, gerilim ve çatışma üreterek dindar ve din-karşıtı aydınlar arasında keskin pozisyonlar alınmasına neden olmuştur. ‘Yanlış din anlayışı’ argümanından yola çıkan her iki taraftan dindar olanlar, dinin doğrusunu ortaya koymaya çalışırken, din karşıtı aydınlar ise din yerine seküler inanç biçimleri olarak Kemalizm ve Türk Milliyetçiliğini ikame etmeye çalışmışlardır.

Abdullah YARGI