15 Temmuz’daki menfur darbe girişiminin ardından, darbe ile akla gelebilecek sorulara cevap olması bakımından bir yazı hazırlamaya karar verdim. Darbenin genel anlamda ne demek olduğu, siyâseten ne anlama geldiği, bugüne kadar yapılan darbeleri ve kimlerin yaptığını, sonuçlarını elimden geldiğince paylaşmak istiyorum.

>> İlk Siyasi Darbe
>> Birinci darbe 27 Mayıs 1960 (başarılı) (1)
>> Birinci teşebbüs 22 Şubat 1962 (başarısız) (2) ve ikinci teşebbüs 21 Mayıs 1963  (başarısız) (3)
>> Üçüncü teşebbüs 9 Mart 1971 (başarısız) (4)
>> Birinci muhtıra 12 Mart 1971 (başarılı) (5)
>> İkinci darbe 12 Eylül 1980 (başarılı) (6)
>> İkinci muhtıra 28 Şubat 1997 (başarılı) (7)
>> Üçüncü muhtıra 27 Nisan 2007 (başarısız) (8)
>> Dördüncü teşebbüs 15 Temmuz 2016 (başarısız) (9)

İlk önce bu olguyu etraflıca tanımlamakla işe başlayabiliriz. Darbe, meşhur manasıyla ordunun, iktidar tarafından çözülemeyeceği öngörülen ve genellikle toplumsal olan krizleri bahane ederek siyasi yönetime el koyması ya da mevcut siyasi erke iktidardan el çektirmesidir.

Kelime kökeni olarak Arapça’dan gelmektedir ve “ضرب” fiilinden türemiştir. “Darebe” kelimesi Arapça’da “bir şeye sarsıcı şekilde vurmak” anlamına gelir. Bu minvalde hali hazırda dilimizde kullandığımız “darp etmek, darphane” gibi kelimeler bu kökenden gelmektedir. Ordunun, siyaseti, ülke gündemini ve son tahlilde toplumu ülke yönetimine el koymak suretiyle sarsması, bu siyasi olgunun “darbe” olarak tanımlanmasına yol açmıştır.

Darbenin, İngilizce’de karşılığı ise coup kelimesidir. Sözlükte coup, katı bir cismin kafa tasına çarpması sonucu travma oluşturan zedelenme anlamına geliyor. Anglosakson dünya da bunu “travmatik” bir olay olarak işaretliyor yani.

Darbe kelimesinin yanında onunla birlikte anılması vacib olan başka bir kelime daha var: cunta. Cunta, darbeyi yapan asıl asker topluluğuna işaret eder. Çünkü, darbelerde ordu içerisinde bu teşebbüsten haberi olmayanlar, ses çıkarmayanlar ya da karşı çıkan askerler olabilir. Darbeden sonraki siyasi ve askeri hiyerarşiyi cunta belirler. “Katılmak” anlamına gelen “jungere (lat.)” kelimesinden gelen bu kelime, aslında “herhangi bir idari kurulun yönetimine” işaret etse de genel anlamda darbe teşebbüslerini yöneten askeri komiteye denir.

İlk siyasi darbe

“Kuvvet-i kâhire”yi yani kahredici gücü elinde bulunduran ancak iktidar olamayan her grup eninde sonunda yönetime el koyarak iktidarı ele geçirmek istemiştir. Sözü edilen kuvvet, genellikle silaha ve öldürme yetkisine sahip olan askeriyede olduğu için darbeler her zaman askerî bir hüviyette olmuştur. Tarihçiler, ilk darbenin Roma İmparatorluğu döneminde yapıldığı söylenmektedir. Buna göre darbenin tarihi ilk çağa kadar gitmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ise dokuz darbe, teşebbüs ve muhtıra (ultimatom) olmuştur.

Darbe bildirisini 27 Mayıs 1960 sabah 5.25’te okuyan Kurmay Albay Alparslan Türkeş

Birinci darbe 27 Mayıs 1960 (başarılı) (1)

27 Mayıs 1960 günü saat 4 sularında ülkemiz ordunun içindeki bazı subayların gerçekleştirdiği ilk darbeye maruz kalmıştır. O gün Alparslan Türkeş’in okuduğu darbe bildirisi ile ülkemiz sıkı yönetim sabahına uyanmış ve sokağa çıkma yasağı gibi bir çok yasak uygulanmıştır.

Ülkemizin cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar ve 200’den fazla general tutuklanmış ve yargılanmıştır. Ülkeyi Milli Birlik Komitesi adındaki askeri cunta yönetmeye başlamış ve Başbakan Adnan Menderes idam edilmiştir. Cumhurbaşkanı ise yaş haddinden dolayı asılmaktan dolayı vazgeçilmiştir. Darbeden sonra emekli Orgeneral Cemal Gürsel komitenin başında bulunmuş olup ülke yönetimi bu cunta tarafından idare edilmeye başlanmıştır.

Darbeden sonra 1924 anayasası kaldırılmış ve 1961 anayasası kabul edilmiştir. Bu darbe emir komuta zinciri içinde gerçekleştirilmemiştir fakat 12 Eylül Darbesi emir komuta zinciri içerisinde gerçekleştirilmiştir.

Birinci teşebbüs 22 Şubat 1962 (başarısız) (2) ve ikinci teşebbüs 21 Mayıs 1963  (başarısız) (3)

27 Mayıs darbesinde ele geçirilen siyasi yönetimin korunmasını savunan bir grup asker tarafından Kurmay Albay Talat Aydemir önderliğinde yapılan teşebbüs olarak tarihe geçmiştir. Darbe sonrası yapılan ilk genel seçimlerde (15 Ekim 1961) DP yerine kurulan AP, beklenenden yüksek oy (%34) alınca, siyasi havanın 27 Mayıs öncesine dönmesinden endişelenen, Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’ın başında bulunduğu Silahlı Kuvvetler Birliği adlı komite tekrar askeri müdahaleye karar vermiştir. Milli Birlik Komitesi başkanı Cemal Gürsel’in Cumhurbaşkanı olması, CHP-AP koalisyon hükümetinin kurulması ve İsmet İnönü’nün ayaklanmaya karşı çıkmasıyla, Hava Kurmay Albay Talat Aydemir’in alarma geçirdiği birlikler dağıtılmış ve Aydemir göz altına alınarak emekliye sevk edilmiştir.

20 Mayıs 1963 teşebbüsü ise, 22 Şubat’ın devamıdır. Göz altına alınıp emekliye sevkedilen Talat Aydemir, tekrar hareket geçmiş; radyo evinde ihtilal bildirisi okutmuştur ancak kısa sürede kontrol elinden alınarak yine tutuklanmıştır. Bu olayda baş sorumlu Albay Talat Aydemir, 5 Haziran’da idam edilmiştir.

Üçüncü teşebbüs 9 Mart 1971 (başarısız) (4)

Ordudaki devrimci/solcu askerler parlamenter sistemin ve partilerin bir oyalamacadan ibaret olduğunu dile getirmiş ve ulusçu-devrimci parlamento dışı bir yapı hedeflenmiştir. “Millî Demokratik Devrimciler” adı altında emir-komuta zinciri dışında bir hareketlenme gerçekleşmiştir. Sol bir darbe hedefleyen bu komiteye, üst düzey komutanlar karşı çıkmıştır. Emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu ve Karacı Tümgeneral Celil Gürkan liderliğinde 9 Mart 1971 günü darbe yapılmak istenmiş ancak Genelkurmay tarafından MİT elemanları vasıtasıyla haber alınmış ve birçok asker emekliye sevk edilmiştir. 10 Mart günü yapılan bütün orgeneral ve korgenerallerin çağrıldığı “Genişletilmiş Komuta Konseyi” adlı toplantıda 12 Mart günü muhtıra verilmesi kararı çıkmıştır.

Birinci muhtıra 12 Mart 1971 (başarılı) (5)

Ordudaki genç generallerin 9 Mart 1971‘deki darbe teşebbüsü ile rejimi devirmek isteği belirginleşince 10 Mart günü yapılan “Genişletilmiş Komuta Konseyi” adlı toplantıda muhtıra (ultimatom) verilmesi kararlaştırılmıştır. 12 Mart 1971 tarihinde Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve kuvvet komutanlarının imzalarıyla Cevdet Sunay’a muhtıra verilmiş ve TRT radyolarında aşağıdaki bildiri okunmuştur:

Parlamento ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasasının öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.

Muhtıra sonucunda 32. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti olan 3. Demirel Hükümeti istifa etmiştir. Yerine CHP’den istifa ederek partiler üstü hükümet kurmakla görevlendirilen Nihat Erim, 33. hükümeti kurmuştur.

12 Eylül darbesi günü Hürriyet gazetesi manşeti.

İkinci darbe 12 Eylül 1980 (başarılı) (6)

1971 muhtırasının ardından silahlı kuvvetlerin ülke yönetimine üçüncü açık müdahalesi ise 1980 darbesidir. Başbakan Süleyman Demirel görevden alınmış ve meclis lağvedilmiştir. 1961 anayasası kaldırılmış ve 1982 anayasası kabul edilmiştir. Ülkeyi başta Kenan Evren’in olduğu Milli Güvenlik Konseyi yönetmeye başlamıştır. Tabii daha sonra Kenan Evren Cumhurbaşkanı olmuştur; tıpkı diğer darbeyi yapan Cemal Gürsel gibi…

Darbeye gerekçe olarak siyasi istikrarsızlık, ekonomik sebepler, güvenlik sorunları, dış siyaset etkenler gösterilmiş ve Türkiye’de yönetim bir kez daha cuntacıların eline geçmiştir. Sonrasında sayısı 50’yi bulan siyasi ve adli suçlu idam edilmiştir. 100 bine yakın kişi örgüt üye olmak suçundan yargılanırken, 30 bin kişi işten çıkarılmış ve 177 kişi işkenceyle öldürülmüştür.

Ülke yönetimi 1983 genel seçimlerine kadar Milli Güvenlik Konseyi lideri Kenan Evren’de bulunmuştur. Baraj uygulaması 12 Eylül sonrasındaki seçim kanunuyla ortaya çıkmış, ilk genel seçim sonrası Turgut Özal’ın başında bulunduğu Anavatan Partisi %45 oy oranıyla iktidara gelmiştir.

İkinci muhtıra 28 Şubat 1997 (başarılı) (7)

1960’dan sonra neredeyse her on (10) yılda bir yönetime müdahale eden ordu, 1997 yılında da daha sonraları postmodern darbe olarak adlandırılacak bir müdahale daha yapmıştır. 1995 genel seçimlerinden %21’lik oy oranıyla birinci parti olarak çıkan Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi‘nin kurduğu koalisyon hükümeti zamanındaki bazı uygulamaları laik düzen karşıtı / şeriatçı uygulamalar olarak gören ordu, 4 Şubat tarihinde Ankara, Sincan’da tankları yürütmüş, 28 Şubat 1997 tarihli olağanüstü Milli Güvenlik Kurulu toplantısında Erbakan Hükümeti’ne muhtıra vermiştir.

28 Şubat MGK kararları, kararların yumuşatılmaması nedeniyle Erbakan tarafından imzalanmamış ve 18 Haziran 1997 tarihinde istifa etmiştir. Bu süreçte muhafazakar kesime karşı büyük bir baskı oluşturulmuş, başörtülü öğrenciler üniversitelere alınmazken, birçok personel memuriyetten atılmıştır. Orgeneral Çevik Bir önderliğinde, muhafazakarlara karşı uygulamaya konulan yaptırımların denetlenmesi için Batı Çalışma Grubu kurulmuştur.

27 Nisan 2007 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesi üzerinden yapılan basın açıklaması “e-muhtıra” olarak kayda geçmiştir.

Üçüncü muhtıra 27 Nisan 2007 (başarısız) (8)

59. Türkiye Hükûmeti olan AKP Hükümeti zamanında, 27 Nisan 2007 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesi olan tsk.gov.tr’de yayımlanan bildiridir. Muhtıra mahiyetinde olduğu için daha sonra buna 27 Nisan E-Muhtırası denmiştir. Sebebi yine, 28 Şubat muhtırasında olduğu gibi ordunun, hükûmetin bizzat ya da dolaylı olarak laiklik karşıtı olaylara sebep olduğunu düşünmesidir. Asıl sebep olarak, 11. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin adayı, başörtülü bir eşi olan Abdullah Gül’ün aday gösterilmesi olarak yorumlanmıştır.

Süreç cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi 12 Nisan’da dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt‘ın “Cumhuriyet değerlerine sözde değil özde bağlı bir cumhurbaşkanının seçileceğini umut ediyorum.” açıklamasıyla başlayan süreç, hükûmet karşıtı grupların düzenlediği cumhuriyet mitingleri ile devam etmiştir.

27 Nisan’da cumhurbaşkanlığı oylamalarında Abdullah Gül için 357 oy kullanılmasına rağmen, toplam oy kullanan sayısı 361 olmuştur. Anayasanın 102. maddesi gereği toplantı yeter sayısının 367 olmasından dolayı AYM’ye dava açan CHP’nin iddiası kabul edilerek, seçimler iptal edildi. Aynı gece Genelkurmay Başkanlığı internet sitesinde daha sonra e-muhtıra denecek bildiri yayımlandı.

Bu bildiri sonrası Adalet ve Kalkınma Partisi “Genelkurmay Başkanının görev itibariyle Başbakan’a bağlı olduğunu, dolayısıyla bildiriye karşı olduklarını” ifade eden çok sert bir açıklama yaptı. Daha sonra cumhurbaşkanlığı seçimlerini tekrar etmeden erken seçim kararı olan Ak Parti hükumeti, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilebilmesinin önünü açan anayasa değişikliklerini meclisten geçirdi ve 22 Temmuz’da girdiği genel seçimlerden %46,6 oranında oy olarak seçimleri kazandı.

Cumhurbaşkanı adayı olarak yine Abdullah Gül gösterildi ve üçüncü oylamada 339 oy alarak Türkiye’nin 11. Cumhurbaşkanı oldu.

E-muhtıra, daha sonra 29 Ağustos 2011 tarihinde internet sitesinden kaldırıldı.

Dördüncü teşebbüs 15-16 Temmuz 2016 (başarısız) (9)

15 Temmuz 2016 günü, saat 21:30 sularında başlayan son askeri darbe girişimidir. 1971’den beri Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızdığı iddia edilen Fethullah Gülen liderliğindeki “Gülen Cemaati ya da Hizmet Cemaati” denen yapılanmaya bağlı birçok general rütbesindeki askerin ve subayın içinde bulunduğu darbe teşebbüsü, halkın karşılık vermesiyle başarısız olmuştur.

15 Temmuz 2016 günü yapılan darbe girişimi Fetullahcı Terör Örgütü’nün ordu bünyesindeki unsurları ve ordu içindeki cuntacılar tarafından planlanmıştır.

Darbe, kendisini Yurtta Sulh Konseyi olarak tanımlayan cemaat mensubu cuntacıların saat 22:00’de Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprülerinin Avrupa’ya giriş tarafını kapatması, Ankara ve İstanbul’da savaş jetlerini uçurmasıyla başlamıştır. 16 Temmuz saat 04:00 sularında başlatılması planlanan darbe girişimi, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın haber almasıyla erken saatlere çekilmiştir. Marmaris’te suikastla öldürülmek  istenen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, uçağıyla İstanbul Atatürk Havaalanı’na inmiş ve halkı darbeye karşı meydanlara çağırmıştır. Çağrıdan sonra akın akın caddelere, meydanlara, hava limanlarına koşan halk, silah kullanan darbeci askerlerle göğüs göğüse gelmiş, tankların durdurmaya çalışmış ve neticesinde 178 sivil hayatını kaybetmiştir. Toplam şehit sayısı 240’a ulaşmıştır.

Darbeye destek vermeyen askerlerin, emniyet teşkilatının, belediyelerin ve vatandaşların karşı koyarak sabaha kadar devam eden ve püskürtülen bu darbe teşebbüsünde, TBMM darbeciler tarafından iki defa bombalanmış ve MİT, Özel Harekat gibi pek çok devlet kurumuna ateş edilmiştir.

16 Temmuz sabahı birçok general ve subay tutuklanmış, hakim ve savcı görevlerinden alınmıştır. Paralel Devlet Yapılanması /Fetullahçı Terör Örgütü soruşturması kapsamında toplamda 16.899 kişi tutuklanmış, 85 bine yakın devlet memuru görevinden uzaklaştırılmıştır. Darbeden hemen sonra 20 Temmuz 2016 tarihinde üç ay sürecek olan Olağanüstü Hal ilan edilmiştir. OHAL’de yürürlüğe giren kararnamelerle birlikte TSK’nın yapısında önemli değişikliklere gidilmiştir. Genelkurmay Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığına; kuvvet komutanlıkları Milli Savunma Bakanlığı’na; Jandarma, İçişleri Bakanlığı’na bağlanıp, askerî okulların tümü kapatılmıştır.

Darbede en yüksek rütbeli, YAŞ Üyesi Orgeneral Akın Öztürk‘tür. TSK’dan, 151’i general ve amiral olmak üzere toplam 3185 subay ihraç edilmiştir.

Daha önce başarısız olan darbeler, orduda kendi içinde engellenmiş ancak; 15-16 Temmuz’da farklı bir durum ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin darbeler tarihinde ilk defa güçlü bir sivil karşı koyuşla bir darbe girişimi bastırılmıştır. Halk, darbeden sonra olası ikinci bir teşebbüse karşı teyakkuz maksadıyla  25 gün boyunca demokrasi nöbeti tutmuş ve 10 Ağustos 2016 itibariyle meydanlardan çekilmiştir.

Abdullah Yargı