Akıl ile iman arasındaki sınırı belirli kılmak açısından Kelime-i Tevhid’in açık kıldığı yapı her şeyi kolayca ve anlaşılır bir şekilde ortaya koyuyor aslında. Ve İbrahim ile Allah arasında geçen ve Mushafta yerini bulan kısacık diyalog, Kelime-i Tevhid’de teorik olarak dışa vurulanın, dolayısıyla ortaya konulan gerçeğin pratik olarak küçük bir sahne alışından başka bir şey değil haddizatında.
‘Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana gösterir misin?‘ sorusuyla söz konusu sınırı aklıyla aşma talebini Rabbine ileten İbrahim’e Rabbi, ‘Yoksa inanmadın mı?‘ sorusu, dolayısıyla cevabıyla birlikte haddini bildiriyor. Öyledir; akıl sizi ‘La’nın sınırına kadar götürebilir sadece; yani size karanlık bir teselli, tesellisiz bir karanlık sunabilir ancak. Akıl sizi Allah’ın kapısının önüne kadar götürüp, ayrıca bir de içeriye eşlik ederek Allah ile aranızda geçen, geçmesi gereken konuşmada tercümanlık görevini üstlenmez, üstlenemez, üstlenmesi de gerekmez zaten, çünkü her insan, ki Allah bütün dilleri konuşur, kendisinden ne öncesinde ne de sonrasında başka hiç bir kimsenin konuşmadığı, konuşamadığı, konuşmayacağı ve sadece kendisine özel kılınmış bir dille, kendisi olarak yani konuşur Rabbiyle.
‘Gayri Metluv Vahiy‘, ya da ‘Hadis-i Kutsi‘ kavramlarını duyunca bedenlerindeki bütün tüylerin düşman görmüş süvarilerin mızrakları gibi havaya kalktığı akıl havarilerini hak ettikleri bir kenara bırakıyorum bu noktada. Hani Türkler diyorlar ya, ‘görmemişin oğlu olmuş ve ….‘; işte benim de bu akıl havarilerini görünce ya da duyunca aklıma gelen bu güzel söz oluyor sürekli ve ‘görmemişin aklı olmuş ve…‘ diyerek meseleyi noktalıyorum. Bu demek alegorik bir okumayla, yani kelimenin tam anlamıyla bir başka türlü söyleyerek Cebraili akıl olarak konumlandırır, ki yapabiliriz, ve Hz. Peygamberi de hepimizi temsilen insan olarak öne çıkartırsak, Necm Suresi 14. ayette sözü edilen ‘Sidretil Munteha’ kavramını da akıl ile iman arasındaki sınır olarak belirleyebiliriz. Bu demek; Cebrail (akıl) Hz.Peygambere (insan) Sidretil Muntehaya (aklın sınırı) kadar eşlik eder, fakat ordan sonrasını Hz.Peygamber (insan) tek başına (iman (ile)) gitmek zorundadır. Yani; Kelime-i Tevhidin ilk bölümü akıl, ikinci bölümü imandır. Yani; iman aklın bittiği yerde başlar. Yani; ikisinin birbirine karışması, eğer uygulayıcı, dolayısıyla kullanıcı salak, dolayısıyla aptal değilse, mümkün değildir.
Sören Kierkegaard’ın ‘leap of faith – yes, but only after reflection’ dediği tam da buna işaret ediyor işte. Aklınızla ‘la’nın sınırına gelirsiniz, yani aklınızı tüketirsiniz ve karşınızda bir ‘unbridgeable abyss‘ durmaktadır. Aşılması mümkün olmayan bir uçurum ve karanlık. Bu noktada iki seçeneğiniz vardır. Ya ne pahasına olursa olsun o karanlığa atlamayı tercih edersiniz, çünkü ihtiyacınız vardır, aklınız size ihtiyacınız olanı vermemiştir, verdiği size yetmemiştir, duramazsınz. Risk alırsınız. Umud edersiniz ki, atladığınız o karanlıkta sizi bekleyen ve içine düşeceğiniz bir merhametli, şefkatli bir avuç, Allah’ın avucu olsun, ki olmayabilir de tabii ki, fakat bu riski göze almadan bunu öğrenemezsiniz. Ve atlarsınız, yani ‘illa Allah’ dersiniz. Ya da o sınırdan geri döner, aklın kapsamı içinde kalmayı tercih edersiniz. Ya ihtıyacınız yoktur, ya da riske girmek istemezsiniz. Fakat aklınızı bırakmadan karşıya geçemezsiniz, ki aklınız geçmenize müsaade etmez zaten. Aklınıza rağmen geçebilirsiniz ancak, dolayısıyla aklınız yanınızda olduğu sürece de karşıya geçmiş sayılmazsınız.
Mustafa KÜÇÜKHÜSEYİNOĞLU