Türk mitolojisinde, Kutup Yıldızı’nı anlamak için, öncelikle dönemin evren algısını incelememiz gerekir. Belirtmek gerekir ki toplumların evren hakkındaki düşünceleri, tek ve değişmez bir yapı değildir. Dolayısıyla eski Türk halklarının evren algısı da diğer toplumlarda olduğu gibi döneme ve sosyal şartlara bağlı olarak değişmektedir. Ancak değişime uğramayan iki temel öge olduğunu belirtmek gerekir. Bunlar evrenin iki ana bölgesini oluşturan gök ve yer kavramlarıdır. Yer; kare veya dikdörtgen şeklinde, üzerindeki gök ise; daire ve de bir kapak gibi yeryüzünü örtmektedir. Gök ile yer, göbeklerinden geçen bir eksen ile birbirine bağlıdır. Gök bu eksen etrafında dönmektedir. Bu eksenin gökteki sembolü Demirkazık olarak adlandırılan Kutup Yıldızı’dır. Yer bir direk ile Kutup Yıldızı’na bağlanır. Çadır, dağ, tapınak, konut, mezar, ağaç, sütun, ateşin dumanı gibi unsurlar, dünyayı orta yerinden göğe bağlayan eksenin yerdeki sembolleridir. Yerin göğe bağlandığı bu unsurlar, aynı zamanda dünyanın, Gök Tanrı’ya bağlandığına inanıldığı kutsal nesneler ve alanlardı. Tanrılarla ilişkiye geçmek için ve evrenin katları arasındaki gidiş gelişler için bu eksenlere ihtiyaç vardı.
Altay Kuzey Türk destanları ve düşüncelerinde, “Göğün Direği” anlatısı çok önemli bir yer tutar. Bir Altay destanında “göğün direği alınsa” deniyor. Bu, kıyamet kopsa demektir. Bazı anlatılarda “göğün direği bir çadır direği gibidir” denmiş. Böylece düşünce yerli bir tabanı oturtulmuş oluyor. Aynı zamanda göçebe kültüründe, çadırın bir evren gibi de algılanarak, çadır direğine de göğün direği gibi bir önem atfediliyor.
Kutup Yıldızı veya Altınkazık tepesi, göğün kapısıydı. İlkel Türk kültür çevrelerinde buna “Demir Ağaç” veya “Demir Direk” denmişti. Dönemin düşüncesine göre Kutup Yıldızı gökte hiç kımıldamadan duruyor, bütün gezegenler ile yıldızlar ise onun çevresinde dönüyorlardı. Ana düşünce budur. Kutup Yıldızı tanrının ışıklı ülkeleri olan, yüksek gökle yeryüzünü birleştiren kutlu bir kapı idi. Bu kapı gökle yeri, ruh alemi ile madde alemini, aynı zamanda insan ile tanrıyı birbirinden ayıran bir sınır idi. Şaman törenlerinde, Tanrı ruhlarından birini elçi olarak gönderir, Kutup Yıldızı kapısında şamanlar ile ilgi kurardı. Ruhlar da bu kapıdan aşağıya inemezlerdi.
Türk atlı kültürünün temellerinden gelen motiflerde, göğün direğine bağlı bir arabayı çeken, iki aygır vardı. Kutup Yıldızına bağlı en yakın yıldız, Küçükayı burcu idi. Yedi yıldızdan oluşan bu yıldız kümesinin kuyruğundaki yıldız, kutup yıldızına çok yakındı. Küçükayı burcu bu kuyruğu ile sanki kutup yıldızına bağlanmış gibiydi. Türkler kuyruktaki bu iki yıldızı, iki aygır gibi düşünmüşlerdi. Biri Ak Bozat diğeri Gök Bozat idi. Arkadaki dört yıldızı çekiyorlardı. Bu da dört tekerlekli bir araba idi. Atlar ile dört yıldız arasındaki küçük yıldız da, araba oku oluyordu. Kırgız Türkleri bu küçük yıldıza “Urgan Yıldızı” derlerdi. Araba ve atlar, Kutup Yıldızı’nın çevresinde dönüp dururlardı.
Büyükayı burcunun yedi yıldızı ise birer aç kurt idiler. Küçükayı burcunun iki atını kovalayıp duruyorlardı.
Büyükayı burcu bazı anlatılarda “Yedi Kardeşler” olarak bilinir. Büyükayı’nın kuyruğundaki üç yıldız, hafif bir kıvrım yapar. Bu kıvrımın ortasındaki yıldızın karşısında bir yıldız vardır. Buna “Alcor” adı verilir. Bu küçük yıldız başlangıçta yoktu. “Yedi kardeş” veya “Yedi Hakan” bu küçük yıldızı başka yıldızlardan yağma yoluyla almışlardı. Bunun için bazı Türkler Büyükayı burcuna “Yedi Hırsız” veya “Yedi Haydut” diyorlardı. Diğer gezegenler ise, çalınan bu yıldızı yeniden almak için bu yedi kardeşi kovalar dururlardı. İşte bütün bu yıldızlar peş peşe kutup yıldızına zincirlerle bağlı, etrafında dönüyorlardı ve kıyamet bu zincirlerin koptuğu gün olacaktı, çünkü göğün düzeni alt üst olacaktı.
Kutup Yıldızı’na Demirkazık denmesi, Yakut Türklerine ait bir hikayeden gelir. Dünyanın ortasından, Kutup Yıldızı’na kadar uzanan, bir demir ağaç vardı. Yer ve gök yaratılırken, bu ağacın tohumu da atılmış, yer ile gök geliştikçe bu ağaç da ikisini birleştirmişti. Sibirya’nın tundralarında yaşayan Yakut Türkleri, bunu demir ağaç olarak düşünmüşlerdi. “Yer ile gök yaratıldığı ve yavaş yavaş büyümeye başladığı zaman, bir demir ağaç da yeşermeye başlamış. Büyüyerek yer ile gök arasında yükselmiş.” Demir dağ motifi Ergenekon efsanesinde geçer.
Demirkazık denmesi öte yandan, Türk at kültürü ile ilişkiliydi. Buna çadırın çevresinde çakılı kazıkları da katabiliriz. Ancak at kazığı her şeyin temeli idi. Kutup yıldızının bir kazık, onun çevresinde dönen aygırların da bir gezegen olmaları günlük hayata uygun geliyordu. Ona kutlu at kazığı da derlerdi. Kutup Yıldızı’nın ikinci derecede bir tanrı olduğuna da inanmışlardı ve bu tanrıya da, at kazığının kutlu ruhu “toyunu” derlerdi.
Tanrıların At Kazığı: Bu konuda Kutup Yıldızı için söylenen “Demirkazık” anlayışının, Türklerdeki önemi üzerinde de duralım. Atlı Türklerin her birinin evinin önünde, hayvanların bağlanması için bir kazık vardı. Katanof’un gördüğü bir geleneğe göre, “Tanrıların da bir atı vardı. Bunun için de tanrının evinin önünde de atını bağlaması için bir kazık vardı. Buryat Moğolları, Yakut Türklerinin Güney kesimlerinin tesiri altında idiler. Demircilik yalnızca mitolojilerde geçer. Böyle derin bir sanatları yoktur. “Demircilerin baş tanrısı, Boşintoy’un dokuz oğlu varmış. Bu dokuz demirci, kutup yıldızından bir at kazığı yapmışlar” şeklinde geçer.
Kutup Yıldızı Göğün Kapısı: Kutup Yıldızı’na “Orta Kapı” ya da “Tanrıyolu” diyenler de vardır. Göğe çıkan şamanlar, bu kapıya kadar çıkarlar ve daha ötesine gitmezlerdi. Bazı Altay Türk destanlarına göre, bu geçit bazı şamanlar tarafından geçilmişti. Kutup Yıldızı göğün 5. katında idi. 6. katında ay, 7. katında güneş vardı. Tanrı ise 9. katta bulunuyordu. Kuzeydeki Geri Buryat inanışlarına göre, göğün kapısı her zaman açık değildi. Açıldığı zaman gökten yıldızlar ile meteorlar akardı.
Gök Çadırı, Baca Deliği: Şimdi Kutup Yıldızı ile ilgili, yeniden benzer bir düşünce üzerinde, yeni belgeler sunacağız. Yakut Türklerinin bir kesimi de şöyle düşünüyordu. Tanrı insanları gökyüzündeki kötülüklerden korumak için bir çadır gerip, direkle tutturmuş. Yıldızlar bu çadırın deliklerinden giren ışıklar imişler. Bu düşünceyi Bering Boğazı’na doğru izleyelim; Çukcı’lara göre, bu dünyadan göğe, bir delik varmış. Bu delik Kutup Yıldızı imiş. Şamanlar ile büyük yiğitler, kartala binerek bu delikten göğe geçerlermiş. Bu anlayış Baykal Gölü kıyılarındaki Buryatlarda da görülür.
Yeraltı dünyasının Demirkazığı: Yer ve gökten oluşan evren anlayışına, sonraki dönemlerde yerin altının da eklendiği görülür. Dış tesirlerin girdiği Altay destanlarında, yeraltı dünyasının hanı, İrle Han’dı. “Yer altında tıpkı dünyada olduğu gibi, 9 dallı büyük bir ağaç vardı. İrle Han atını bu ağaca bağlıyordu…“
Oğuz destanında Kutup Yıldızı, parlaklık ve güzellik sembolü olarak geçer: “Oğuz Kağan bir yerde tanrıya dua ediyormuş. Birden bire bir karanlık basmış ve gökten parlak bir ışık düşmüş. Işığın içinde, güzel bir kız oturuyormuş. Başındaki tacı Demirkazığı andırıyormuş…“
Tanrı Dünya ile gezegenleri Kutup Yıldızı’na bağlamıştı. Dünya da Kutup Yıldızı ile göğe bağlanmıştı. Dünya yani yer ve gökte kutup yıldızı sabit duruyor; güneş, ay ve tüm gezegenler, Kutup Yıldızı’nın etrafında dönüyordu. Kutup Yıldızı yaşamın merkezindeydi. Bundan dolayı Türkler Kutup Yıldızı’nı çeşitli semboller ile canlandırmak istemişlerdi. Atlı Türkler; “Altınkazık”, “Demirkazık” demişlerdi. Bazı Kuzey Türkleri kuluçkaya benzetmişlerdir. Çünkü kuluçka yerinde dururdu. Bazıları yükselen bir bakır dağ gibi görmüşlerdi. Kuzeydeki ormanda Türkler, bir demir ağaç gibi düşünmüşlerdi. Dünya ağacı da, uçları ile Kutup Yıldızı’na değiyordu…
Kevser ÇAKIR