Demokrasi hiçbir zaman var olmadı (mı?)
Ünlü Fransız düşünür Jean Jack Rousseau der ki;
‘Kelimenin tam anlamıyla gerçek bir demokrasi hiçbir zaman var olmadı ve var olmayacaktır.‘
Gerçekten de böyle midir? Biliyorsunuz ülkemiz hala demokratikleşme hareketleri içerisinde olan ülkelerden sayılıyor. Bizler ne zaman tam bir demokratik ülke olacağız sizce? Sanırım bunun cevabı Rousseau’nun sözünde saklı. Belki de adına demokrasi dediğimiz şey hala kendi tam olarak var olmadı ki biz demokratik ülke sayılalım. Fakat demokrasiye ne dersek diyelim. Bulunduğumuz çağ demokrasi çağı. Her ülke her ne yönetim biçiminde olursa olsun demokratiklikten dem vuruyor. Hatta bir başka ülkeyi işgal etmek veya sömürmek bile sırf demokrasi götürmek (özgürlük götürmek) adına oluyor. Yakın zamanda ki Irak Savaşı veya geçmişteki Afrika’daki sömürü hareketleri bunlara dahildir. Halen buralarda milyonlarca insan ölmekte ve o bahsettikleri özgürlük maalesef buralara uğramamaktadır. Güçlü ülkeler işte sömürü düzeninin adını demokrasi götürüyoruz diye bütün dünyaya yutturuyorlar. Aslında herkes biliyor; bunun sömürü olduğunu fakat işte minareyi çalan kılıfını da uyduruyor… Ya da ben güçlüyüm ne dersem olur geçerli oluyor. İşte bugün bizim hala ülke olarak sahip olmaya çabaladığımız Batılıların ise sömürü için kullandıkları demokrasiden ve onun tarihi gelişiminden bahsetmek istiyorum.
Dostlar, Demokrasi sözcüğünün etimolojik kökeni ‘demos‘ (halk) ‘karatos‘ (egemenlik) kelimelerine dayalıdır. Kısaca demokrasi, halkın egemenliği demektir. Demokrasi de egemenliğin sahibi birey nihayetinde devlet sınırları içerisinde yaşayan ‘’halktır’’. Türkçeye Fransızca demokcratie sözcüğünden geçmiştir. Demokrasi hareketlerinin ilk oluşumu Antik Yunan dönemine dayanmaktadır. Yunanlılar o dönem site adını verdikleri şehir devletleri halinde yönetiliyordu. Ülke için önemli kararlar bu şehir devletlerinin yöneticilerinin oluşturduğu meclis tarafından veriliyordu. Fakat demokratikleşmenin en önemli adımı olarak tüm dünyada Magna Carta Antlaşması görülür. Kral Yurtsuz John bu antlaşmayı imzalayarak yetkilerinin kısıtlanmasını kabul etmiştir. 1215 yılındaki bu antlaşma dünya demokrasi tarihinin dönüm noktasıdır. Zira o döneme kadar kral hakimiyeti var iken ilk defa bir kralın yetkileri kısıtlanmış ve hukukun üstünlüğü kabul edilmiştir.
Dostlar başta dediğimiz gibi günümüz çağı demokrasi çağıdır. Ama eski çağlar genellikle monarşi (tek kişinin hüküm sürdüğü) ya da oligarşi (belli bir aile yada zümrenin hüküm sürdüğü) yıllar olmuştur. İşte bu yüzden sonsuz yetkileri olan bir kralın hukuku tanıması ve yetkilerinin sınırlandırılmasını kabul etmesi dünya tarihi açısından önemli bir olaydır. Fakat demokrasi bu olaydan sonra hemen ortaya çıkmadı. Demokrasi, uzun yılları alan bir olgu olarak ortaya çıktı. İşte ilk demokratikleşme hareketlerine 1215 yılı Magna Carta’yı söylüyoruz fakat ondan beş yüzyıl sonra ortaya çıkan Fransız İhtilali demokrasinin tam olarak dünyaya yayılmasına zemin hazırlayacaktır.
Dostlar dünyada o zamana kadar hala krallık rejimleri hakimdir. Fakat bu ihtilal-i kebirden önce ortaya çıkan Rönesans ve Reform gibi iki önemli gelişme demokrasinin ayak sesleri olmuş ve krallıkların yıkılışını hızlandırmıştır. İtalya’da ortaya çıkan Rönesans ile insanlar kilisenin bağnaz düşüncelerinden kurtulmuş ve kendilerini özgür düşünceye, sanata ve bilime vermişlerdir. Rönesans ile birlikte artık sorgulayan okuyan bir kesim ortaya çıkmış ve bu akım tüm Avrupa’da yayılmaya başlamıştır. Yine reform hareketleri ile kiliseye duyulan güven azalmış ve insanlar kilisenin boyunduruğundan kurtulmaya başlamışlardır. İşte Fransa’da ortaya çıkan ihtilal ile merkezi krallıklar son bulmaya ve ulusal devletler ortaya çıkmaya başlamıştır. Artık halklar kendi kendilerini yönetme kararlarını almışlardır. Fransız İhtilali’nin yaydığı milliyetçilik, özgürlük ve demokrasi düşünceleri tüm Avrupa’ya yayılmıştır. Bu fikirler krallıkların sonunu getirmiştir. Monarşi ve oligarşi ile yönetilen devletlerin yerini Demokrasi ile yönetilen devletler almıştır.
Evet Avrupa’da halen sembolik krallıklar vardır fakat rejim olarak parlamenter sistem ve yönetim olarak demokrasi vardır. Fakat gerçek demokrasiyi doğru uygulayıp uygulamadıkları başta belirttiğim gibidir. Bu yüzden bunun değerlendirmesini siz okuyucularıma bırakıyorum. Fakat daha önce Viyana Kongresi yazımı okuyanlar aslında bu demokrasi düşüncelerini nasıl kendilerine göre uyguladıklarını ve aslında kullandıkları bu düşüncelerin kendilerine sıçramaması için nasıl uğraştıklarını göreceklerdir.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bugüne demokrat mıydı?
Peki biz en baştan beri demokratik bir ülke miydik? Gelin biraz da buna bakalım.
Öncelikle bizde demokratikleşme hareketi Osmanlı’nın son dönemine rastlar. Zira bildiğiniz gibi Osmanlı eskiden beri saltanat sistemi ile yönetilmiştir. Fakat 1839 yılında kabul edilen Tanzimat Fermanı ile Osmanlı Devleti’nde ilk demokratikleşme hareketi görülmüştür. Bu ferman ile kanun üstünlüğü kabul edilmiş ve halka yeni haklar verilmiştir. Bu ferman daha sonra yeterli görülmemiş ve II. Abdülhamid döneminde ilan edilen Kanun-ı Esasi ile Osmanlı ilk anayasasına kavuşmuş ve Osmanlı, Meşrutiyet yönetimine geçmiştir. Bu yönetimle birlikte ülke padişah idaresi ile birlikte meclis tarafından yönetilmiştir. Halkın ilk temsil hakkı gerçekleşmiş olmuştur. Fakat I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti yıkılmış ve yeni Türk Devleti kurulmuştur. Ülkemiz yönetim olarak cumhuriyeti benimsemiş. Fakat demokrasiye geçiş yıllar almıştır. Çünkü ülke kurulduktan sonra ülkeyi Cumhuriyet Halk Partisi yönetmeye başlamış ve tek parti iktidarı uzun yıllar ülkede hüküm sürmüştür. Zira ülke kurulduktan sonra yapılan çok partili hayat denemeleri başarısız olmuş ve ülke uzun yıllar tek parti yönetimi altında kalmıştır. İşte bu yüzden demokrasi Cumhuriyet döneminde ülke kurulduktan sonra hemen gerçekleşmemiştir. Ta ki Demokrat parti ve Milli Kalkınma Partisi gibi partiler kurulup çok partili seçimler gerçekleştirilinceye kadar. Çünkü Cumhuriyet dönemi kurulan partiler bir takım olaylar yüzünden kapatılmıştır. Bundan dolayı ülkemiz uzun yıllar çok partili hayatı beklemiş ve Demokrat Parti’nin seçimleri kazanmasıyla tek parti dönemi son bulmuştur.
O günden beri ülke olarak demokratikleşmeye çalışan ülke olarak devam etmekteyiz. Tam bir demokratik ülke ne zaman oluruz bilinmez. Belki de Rousseau haklıdır; demokrasi hiç var olmamıştır ya da olmayacaktır. Fakat benim naçizane bir temennim var. Ülke olarak ister tam demokratik ülke olalım ister hala demokratikleşmeye çalışan ülke olalım… Her ne olursa olsun biz bütün ülke olarak birbirimize sevgi ve saygı gösterelim. Her görüşe saygı duyalım. Hangi partiye oy verirsek verelim hainlik hariç her konuda fikirlere saygılı olalım ve hoşgörümüzü kaybetmeyelim. Bizler Türkü, Kürdü, Çerkezi, Lazı, Rumu ile bir bütünüz. O yüzden bizler bu ülkenin renkleriyiz ve bu bütünlüğü her daim korumalıyız. Komşumuz ya da akrabamız her ne görüşten olursa olsun ‘’hainlik dışında’’ o düşüncesi ile kabul etmeli ve hoşgörülü olmalıyız. Belki de bu sayede gerçekten demokrasi denen şeyi gerçekleştirmiş oluruz. İşte bu birlikle mazlum halklara da örnek olmuş oluruz…
Mesut Buldu
Ülkece senin gibi genç dinamik ve araştırmacı arkadaşlara ihtiyaç olunduğu bu günlerde yapmış olduğun çalışmalardan ötürü seni tebrik ederim. Harikulade bir yazı..
Erdem Bey çok teşekkür ederim değerli yorumunuz için. Elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz, bu vatana hepimizin ihtiyacı var. Bizde elimizi taşın altına koyuyorsak ne mutlu bize..
Keşke herkes bu düşüncelerin bilincinde olsa elinize emeğinize sağlık tebrik ederim. 😊
Rica ederim çok teşekkür ederim..