‘Toplumsal İşbölümü (The Division of Labour in Society)’ başlıklı kitap, Fransız sosyolog Émile Durkheim’ın 1893’te yayınladığı doktora tezidir. Sosyolojik teorilerin ve düşüncelerin ilerlemesinde etkili olan önemli tespitleri Auguste Comte’tan mülhem fikirlerdir. Durkheim kabaca, ‘ilkel’ toplumlardan gelişmiş endüstriyel toplumlara geçişe dair ‘mekanik ve organik dayanışma’ ayrımı yapmakta; sosyal düzenin nasıl korunduğunu anlatmaktadır.
Durkheim, ‘ilkel’ bir toplumda, aynı şekilde hareket eden, düşünen insanların olduğunu; ortak, kolektif bir bilince sahip toplumda sosyal düzenin korunmasına izin veren şeyin ‘mekanik dayanışma’ olduğunu öne sürer. Durkheim, suçu normal, işlevsel bir sosyal gerçek olarak kabul etmekte, suçu ‘kolektif bilinç durumlarını tanımlayan’ bir eylem olarak görmektedir. Sosyal bağlar mekanik bir toplumda nispeten homojen ve zayıf olduğundan, yasanın kolektif bilince karşı işlenen suçlarına yanıt vermesi için baskıcı ve cezalandırıcı olması gerekir.
Gelişmiş, endüstriyel, kapitalist bir toplumda ise, karmaşık işbölümü sistemi mevcuttur. İşbölümü insanların toplumda liyakate göre dağıtılması ve buna göre ödüllendirilmesi anlamına gelir: Sosyal eşitsizlik, en azından toplumda tam eşitlik olması durumunda doğal eşitsizliği yansıtır. Durkheim, toplumda düzeni (veya organik dayanışmayı) sürdürmek için ahlaki düzenlemenin yanı sıra ekonomik düzenlemeye de ihtiyaç olduğunu savunur. Aslında bu düzenleme, işbölümüne cevaben doğal olarak oluşmakta ve insanların ‘farklılıklarını barış içinde oluşturmalarına’ izin vermektedir. Bu tür bir toplumda, hukuk, cezalandırmaktan çok tazmin edici/onarıcı olacaktır ve aşırı şekilde cezalandırmak yerine restore etmeye çalışacaktır.
Durkheim, bir toplumun ‘ilkelden’ ileri düzeye geçişinin büyük bir düzensizlik, kriz ve anomiye yol açabileceğini düşünür. Bununla birlikte, toplum ‘ileri’ aşamaya ulaştığında, çok daha güçlü hale gelir ve gelişme tamamlanır. Durkheim, Karl Marx’tan farklı olarak, endüstriyel kapitalist işbölümünü aşan veya onu bertaraf eden yeni bir toplumun ortaya çıkacağını öngörmez. Marx’ın aksine Durkheim çatışma, kaos ve düzensizliği modern toplum için patolojik fenomenler olarak görmektedir.
Durkheim, işbölümünün türeme kapasitesini ve çalışanların becerilerini arttırdığını tartışarak topluma fayda sağladığını iddia etmektedir. Aynı zamanda işbölümü bu işleri paylaşan insanlar arasında bir dayanışma duygusu yaratır. Ancak Durkheim, işbölümünün ekonomik çıkarların ötesine geçtiğini söylemektedir. Çünkü ona göre bu yeni durum süreç içinde, aynı zamanda bir toplumda sosyal ve ahlaki düzenin kurulmasına da yardımcı olur. ‘İşbölümü, ancak halihazırda oluşturulmuş bir toplumun üyeleri arasında gerçekleştirilebilir.’ demektedir…
Durkheim’a göre işbölümü, bir toplumun dinamik veya ahlaki yoğunluğu ile doğru orantılıdır. Bu, insan yoğunluğu ile bir grubun veya toplumun sosyalleşme miktarının bir kombinasyonu olarak tanımlanır. Dinamik yoğunluk, 1) insanların mekânsal popülasyonundaki artışla; 2) kasabaların büyümesiyle; 3)iletişim araçlarının sayısında ve etkinliğinde bir artış yoluyla ortaya çıkar. Bunlardan biri veya daha fazlası gerçekleştiğinde, emek bölünmeye başlar ve işler daha spesifik/özelleştirilmiş hale gelir. Aynı zamanda, görevler daha karmaşık hale geldiğinden, anlamlı varoluş mücadelesi de daha yorucu hale gelir.
Kitabın ana temalarından biri, ilkel ve gelişmiş medeniyetler arasındaki fark ve sosyal dayanışmayı nasıl algıladıklarıdır. Diğer bir odak noktası, her toplum türünün, bu sosyal dayanışmada ihlalleri çözmede hukukun rolünü nasıl tanımladığıdır.
Durkheim, iki tür sosyal dayanışmanın var olduğunu savunur: Mekanik dayanışma ve organik dayanışma. Mekanik dayanışma, bireyi hiçbir aracı olmaksızın topluma bağlar. Yani, toplum kolektif olarak organize edilir ve grubun tüm üyeleri aynı görevleri ve temel inançları paylaşır. Bireyi topluma bağlayan şey, Durkheim’ın ‘kollektif bilinç’ dediği şeydir ve bazen ‘ortak inanç sistemi’ anlamına gelen ‘kolektif vicdan’ olarak da tercüme edilir. Organik dayanışmada ise, toplum daha karmaşıktır; belirli ilişkilerle birleşmiş farklı işlevlerden oluşan bir sistemdir. Her bireyin ayrı bir işi veya görevi ve kendine ait bir kişiliği vardır.
Durkheim’a göre, bir toplum ne kadar ilkelse, o kadar çok mekanik dayanışma ve aynılık ile karakterize edilir. Örneğin, tarım toplumunun üyelerinin, oldukça sofistike teknoloji ve bilgi odaklı bir toplumun üyelerine göre birbirlerine daha çok benzemeleri; aynı inançları ve ahlaki değerleri paylaşmaları daha olasıdır. Toplumlar daha gelişmiş ve medeni hale geldikçe, bu toplumların bireysel üyeleri birbirinden daha ayırt edilebilir hale gelir. İnsanlar yönetici veya işçi, filozof veya çiftçidir. Toplumlar işbölümlerini geliştirdikçe dayanışma daha organik hale gelir.
Durkheim’a göre, bir toplumun yasaları, toplumsal dayanışmanın ve toplumsal yaşamın kesin ve istikrarlı biçimiyle örgütlenmesinin en görünür sembolüdür. Kanun, organizmalardaki sinir sistemine benzer şekilde toplumda rol oynar. Sinir sistemi, çeşitli bedensel işlevleri düzenler, böylece birlikte uyum içinde çalışırlar. Aynı şekilde, hukuk sistemi de toplumun tüm kesimlerini, birlikte etkili bir şekilde çalışacak şekilde düzenler. İnsan toplumlarında iki tür hukuk vardır ve her biri bir tür sosyal dayanışmaya karşılık gelir: Baskıcı hukuk (ahlaki) ve tazmin edici/iadevi hukuk (organik).
Baskıcı hukuk, ortak bilincin merkeziyle ilgilidir ve herkes failin yargılanmasına ve cezalandırılmasına katılır. Bir suçun ciddiyeti, zorunlu olarak bir mağdura verilen zararla değil, daha ziyade topluma verilen zarar olarak ölçülür veya bir bütün olarak kolektife karşı işlenen suçlar için cezalar tipik olarak serttir. Baskı hukuku toplumun mekanik biçimlerinde uygulanır. İkinci tür hukuk olan onarıcı hukuk, topluma neyin zarar verdiğine dair ortak inançlar olmadığından, bir suç olduğunda mağdura odaklanan tazmin hukukudur. Onarıcı/tazminatçı hukuk, toplumun organik durumuna karşılık gelir; mahkemeler ve avukatlar gibi daha uzmanlaşmış toplum organları tarafından uygulanır.
Baskı hukuku ve tazminat hukuku, bir toplumun gelişme derecesi ile doğrudan ilişkilidir. Durkheim, suçlara yönelik yaptırımların tipik olarak yapıldığı ve tüm toplum tarafından kabul edildiği ilkel veya mekanik toplumlarda baskıcı hukukun yaygın olduğuna inanmıştır. Bu ‘alt’ toplumlarda, bireye karşı suçlar meydana gelir, ancak ciddiyet açısından ceza merdiveninin alt ucunda yer alırlar.
Durkheim’a göre topluma karşı işlenen suçlar mekanik toplumlarda önceliklidir, çünkü kolektif bilincin evrimi yaygın ve güçlüdür, ancak iş bölümü henüz gerçekleşmemiştir. İşbölümü mevcut olduğunda ve kolektif bilinç neredeyse yokken, bunun tersi doğrudur. Bir toplum ne kadar uygarlaşır ve iş bölümü ortaya çıkarsa, daha fazla tazminat yasası ortaya çıkar.
Abdullah YARGI