Abdurrahman Kurt’un “Din Sosyolojisi” başlıklı kitabının önsözünde belirttiği üzere kitabın temel hedef kitlesi Din Sosyolojisi bölümü öğrencileridir. Bununla birlikte, din ve toplum ilişkilerine dair başlangıç düzeyinde bilgi edinmek isteyen araştırmacılar da kullanabilir ve istifade edebilir.
Din Sosyolojisi kitabı yaklaşık 360 sayfadan oluşmakta, sonunda geniş ve hacimli bir kaynakça ihtiva etmektedir. 17 baskı yapması hasebiyle Din Sosyolojisi alanında en çok satın alınan kaynak kitaplardan biridir. Kitap onbir (11) ana bölümden oluşmaktadır. Sosyoloji biliminin konu edildiği ‘Din Sosyolojisinin Temelleri’ başlıklı birinci bölümde, sosyolojinin tarihçesi, konusu, nicel ve nitel olmak üzere araştırma yöntemleri, detaylı ve anlaşılır bir üslupla işlenmiştir. Din Sosyolojisinin tarihçesinin ele alındığı başlıkta gerek Antik Yunan’da, gerek İslam dünyasında gerekse de Sosyoloji biliminin ortaya çıktığı tarihi toplumsal bağlam olan Modern Batı’daki din ve toplum ilişkileri irdelenmiştir.
İkinci bölümde Din Sosyolojisi, konusu ve yöntemi açısından ele alınmaya çalışılmıştır. ‘Din sosyolojik bakış nasıl olmalıdır?‘ sorusunda üzerinde duran ve din olgusunun sosyolojik bir perspektifle ele alındığı bu bölümde, sosyolojik din tanımları verilmiş, din sosyolojinin konusu, klasik ve çağdaş yaklaşımlar bağlamında incelenmiştir. Sırasıyla Marx, Comte, Durkheim ve Weber gibi kurucu sosyologların dine bakışı incelenmiştir. Karl Marx, Emile Durkheim ve Max Weber’in Din Sosyolojisi’ne yapmış olduğu katkılar üzerinde duran Kurt, bilim insanlarının din-toplum etkileşimine yönelik analizleri, geliştirdikleri temel kavramlar, açık ve anlaşılır bir biçimde okuyucuya aktarmaktadır.
Din olgusunun tarihi, insanoğlunun tarihi ile yaşıttır denilebilir. Yüce bir varlığa inanma ve tapınma güdüsü tarih boyunca, farklı toplumlarda farklı şekillerde tezahür etmiştir. Bununla beraber insan, toplumsal bir varlıktır. Yani, toplumsal ilişkilere –en asgari düzeyde bile olsa- girmekle insani hususiyetlerinin inkişaf edebileceği bir varlıktır. Aristo insanın bu özelliğini “zoon politikon (sosyal varlık)” olarak nitelerken, İbn Haldun “toplumsal hayat zorunludur” demekle bu noktanın önemine işaret etmektedir.
Din Sosyolojisi, bu iki önemli noktanın yani din ve dinle bağlantılı toplumsal davranışın oluşumu ve etkilerini konu edinen sistematik ve bilimsel bir çabadır. Din ve toplumsal ilişkiler ile ilgili Antik Yunan filozoflarından İslam düşünürlerine kadar birçok ilim adamı çeşitli görüşler belirtmişlerse de, bir bilim olarak Din Sosyolojisi’nin kurucularının Emile Durkheim (1858-1917) ve Max Weber (1864-1920) olduğu ifade edilmektedir.
Kitabın üçüncü ve dördüncü bölümünde, sosyal yapı, sosyalleşme, sosyal kurumlar, kimlik ve din gibi önemli kavramlar ve bu yapıların birbirleriyle ilişkileri üzerinde durulmuştur. “Dini Sosyalleşme, Dini Kimlik” gibi önemli konular ele alınmıştır.
Beşinci bölümde “Dini Gruplar” konusu işlenmiştir. Zamanla dinin kurumsallaşmasını müteakiben daha da güçlenerek farklı coğrafya ve kültürlere yayılması sonucunda ortaya çıkan felsefi etkiler, sosyo-ekonomik ve kültürel şartlar bazı sorunlara yol açar. Dolayısıyla sadece yorum farklılıklarına dayanan içsel ve teolojik değil, aynı zamanda birçok dış faktöre de dayanan ana bünyeye yönelik dini ikaz, itiraz, tartışma ve protestolarından kaynaklanan dini gruplar, sosyolojinin özel bir uzmanlık alanını oluşturur.
Değişme, evrensel bir gerçekliktir. “Sosyal Değişme ve Din” konusunun işlendiği yedinci bölüm bu evrensel olguyu din- toplum ilişkisi bağlamında, farklı kuramların perspektifinden ele almaya çalışmaktadır.
Aydınlanma dönemi Avrupa toplumlarında aile, din, ekonomi, siyaset gibi temel toplumsal kurumlarda köklü değişimlere yol açan bir dönemdir. Özellikle bu dönemi müteakiben ortaya çıkan Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi geleneksel kurumların ciddi bunalımlara girmesine yol açmıştır. Modern düşünce olarak da adlandırabilecek bir düşünce biçiminin –temel özellikleri; araçsal rasyonalizm, pozitivist bakış açısı, ilerlemeci tarih ve toplum anlayışı ve düalistik varlık- hâkim olduğu bu çağda, geleneksel olarak adlandırılan din kurumunun ortadan kalkacağı öngörülmüştür.
Bu öngörü, modern birey ve toplumun, dinin kutsal saydığı şeylerin yerine ikame edilmesi ile sağlanacaktı. Ancak yirminci yüzyılda, modern düşüncenin -özellikle araçsal rasyonalitenin- ürünlerinin kitlesel felaketlere yol açması, tarihin gördüğü en büyük iki büyük dünya savaşını doğurması ve sonucunda milyonlarca insanın öldürülmesi, vaad edilen mutluluk ütopyalarını de derinden sarsmıştır. Küresel ölçekteki bu olaylar, modern düşünceye karşı bir güvensizliğin oluşmasına neden olmuştur. Tabi ortadan kalkacağı öngörülen din kurumunun da farklı şekillerde canlanmasına neden olmuştur. Bu anlamda, sekizinci ve dokuzuncu bölümlerde, “Modenizm, Modernleşme, Sekülerleşme, Fundamentalizm, Postmodernizm, Çoğulculuk, Yeni Dini Hareketler” gibi önemli konular ele alınmaktadır. Bu temel konular detaylı ve karşılaştırmalı bir biçimde işlenmektedir.
Son bölümde ise “Küreselleşme ve Din” konusu ele alınmıştır. Özellikle kitle iletişim araçlarının yaygın hale gelmesi ile zamansal ve mekânsal sınırlar ortadan kalkmıştır. Dünya toplumsal etkileşimin çok yoğun, aktif ve hızlı olduğu döneme girmiştir. Dini, etnik, kültürel ortamların iç içe geçtiği bir sarmala dönüşen yeni yapıda, özellikle internetin yaygınlaşması ile yeni topluluk tipleri –sanal cemaatler, yapılar– ortaya çıkmıştır. Bu yeni durumda, dinin pozisyonu ve fonksiyonu önem arz etmektedir.
Sonuç olarak, Din Sosyolojisi ders kitabı yazma ihtiyacı bu disiplin özelinde tarihsel süreçte değerli bilim insanları tarafından birçok kez karşılanmıştır. Şüphesiz her birisi kendi bağlamında bu ihtiyacın en iyi şekilde karşılanmasına çalışmıştır. Ancak bu ihtiyaç toplumun dinamik yapısından ve bilim insanın kendine has bakışından ötürü devamlı bir biçimde tekrarlanmaktadır.
Abdullah YARGI