Mevlana Celaluddin-i Rumi, maneviyat semasının ışıyan yıldızı, Mesnevisi ise dünya tasavvuf edebiyatının tartışmasız tek başyapıtıdır. Anadolu’da yaklaşık sekiz asırdır Mesnevi’den daha değerli ve daha önemli bir kültürel eser yazılamamıştır. Gerçekten de Mevlana’nın Mesnevisi Kur’an-ı Kerim’den sonra İslam sofrasına konulan en güzel, en hoş, en faydalı ve en tatlı yemeklerin başında gelir. Mevlana’nın Mesnevi’deki temel hedefi hiç kuşkusuz öğretimdir. Bu didaktik eserde bize aşkın mahiyeti hakkında bilgiler verilir; manevi deneyimlere ilişkin dersler anlatılır; müteal bir din anlayışı öğretilmeye çalışılır; nübüvvete ilişkin idrakimiz artırılır. Bize hür ve azade olmanın yolları gösterilir. Bu kitap bizi insanı tanımaya davet eder ve nihayet bu dünyaya yabancı olan ruhumuzu eğiterek Tanrıya ilişkin anlayışımızı yükseltmemize vesile olur. Mevlana bu öğretim modelini gerçekleştirme yönünde edebiyatın bütün alanlarını ve imkânlarını etkin ve başarılı bir biçimde kullanır. Soyut kavramları hikâye ve alegorilerle somutlaştırma esasına dayanan öğretim modelinde muhataplarını duygudaşlığa, empatiye ve karşılıklı anlayışa yöneltir.
Mesnevi’de kullanılan en önemli eğitsel yöntemlerden biri kavram ve değerlerin aktarımında edebi formların belki de en eskileri olan hikâye, kısa öykü ve bazen de tek bir beyitten oluşan minimal öykülerin tercih edilmesidir. İleride de göreceğimiz gibi Mesnevi’de çokça karşımıza çıkan bu minimal öyküler, bazen daha sonra anlatılacak hikâyeler için bir önöykü niteliği taşıyabilmektedirler. Mevlana Mesnevi’de büyük bir bölümü kendisine ait olmayan dört yüze yakın hikâyeye yer verir. Kendisine ait olmayan hikâyelerden yararlanmak istediği zaman onların yapılarını vermek istediği mesaj ya da ifade etmek istediği düşüncelere uygun hale getirir. Bu müdahale ve tasarruflar, bazen hem yapısal hem de içerik açısından orijinalleriyle çok büyük farklılıklar gösterdiğinden, onları Mevlana’nın yaratıcı zihninin ürünleri olarak da değerlendirebiliriz. Mevlana, anlattığı bu hikâyelerin gerçek olması ya da gerçeği yansıtmaları gereği üzerinde durmaz. O bu hikâyelerle dinleyicinin ruhunu uyandırmayı veya harekete geçirmeyi amaçlar. Müritlerinin suretten anlama yol bulmaları için elinden geleni yapar. Anlatılarını bir ölçeğe benzeterek çıkarılacak hisse veya anlamı da bu ölçeğin içindeki tahıl tanesine benzetip akıllı bir insandan ölçeğin değil içindeki tanenin üzerinde düşünmesini ister. Didaktik amaçlı bu hikâyelerden muhatap için de önemli olan Mevlana’nın diğerlerinden farklı olarak bu kıssalardan ne tür yeni hisseler, yeni anlamlar çıkaracağıdır.
Mevlana’nın, Mesnevi’nin dördüncü cildinin sonunda ve bilhassa beşinci ciltte büyük tartışmalara yol açan bazı müstehcen hikâyelere yer verdiği doğrudur. Öyle bazılarının iddia ettiği gibi bu hikâyeler Mesnevi’ye sonradan da eklenmemiştir. Bu hikâyeleri kaba bulup onları Mesnevi’nin bir zaafı olarak değerlendiren eleştirmenler olduğu gibi tam tersine bu hikâyeleri Mesnevi’nin enderin ve en hikmetli hikâyeleri olarak alımlayan düşünürler ve Kur’an müfessirleri de vardır.[1]
Mevlana’nın yaşadığı çağa baktığımızda hem Doğu’da hem de Batı’da kaleme alınan dini-tasavvufi yapıtlarda bu tür hikâyelere yalnızca edebi bir gelenek olarak değil tersine bir takım sosyal ve psikolojik gereksinimlerin sonucu olarak yer verildiğini ve muhatapları tarafından da bu durumun hiç de yadırganmadığını görmekteyiz. Dinleyicilerin idrak ve anlama kapasitesine göre konuşan Mevlana, gerektiğinde Kur’an-ı Kerim’de verilen ruhsata da dayanarak afif ve temiz bir dil yerine kaba sözcükler kullanmaktan ya da çirkin misaller vermekten utanmaz, çekinmez.[2] Mevlana, anlamın hakikatini dinleyicilerin zihinlerine ve anlayışına yaklaştırmak için yer yer aşkın düşüncelerini bu halk hikâyelerine yansıtır. Hem Şems hem de Mevlana her zaman insanlara akıllarına göre söz söylemek gerektiğini özellikle vurgularlar. Erotik hikâyelerden Mevlana’nın irfani ve ahlaki sonuçlar çıkarması gerçekten de alkışlanması gereken, alışkanlık kırıcı, olağanüstü bir başarıdır. Değersiz söz ve eylemlerin anlatıldığı bu hikâyeleri, değerli söz ve eylemlere dönüştürmek gerçek anlamda bir kimyadır.[3] Ne dediğimizi daha iyi açıklayabilmek için Mesnevi’nin dördüncü cildinde yer alan “Armut Ağacının Altında Oynaşıyla Sevişen Kadın” başlıklı müstehcen bir hikâyeyi Mevlana’nın genel düşüncelerini göz önünde bulundurarak yorumlamaya çalışacağız.[4] Bu tür hikâyelerde Mevlana dinleyiciyi hikâyenin sembolik anlamlarına yönelten bir takım ipuçlarına özellikle yer verir. Bunun yeterli olmaması durumunda da kendi hikâyesini kendisi yorumlar.
ARMUT AĞACININ ALTINDA OYNAŞIYLA SEVİŞEN KADININ HİKÂYESİ
O kadın kendi oynaşıyla birlikte
Sevişmek istiyordu aptal kocasının önünde.
Bunun üzerine kocasına “ey bahtı iyi
Ağaca çıkıp meyve toplayayım” dedi.
Ağladı o kadın çıkınca ağaca
Yukarıdan kocasına doğru bakınca;
Dedi kocasına “ey yatık
Kim üzerindeki o adi yaratık?
Altında kadın gibi yatmışsın,
Ey filan! Meğer sen künekmişsin!”
“Yok, senin başın dönüyor” dedi koca
“Çölde, burada, kimse yok ki benden başka”
Kadın tekrarladı, “kim o kalpaklı
Kim, o üstüne abanan adam akıllı?”
Dedi “be kadın in hemen ağaçtan
Sersemledin sen, gitti aklın başından”
İnince kadın çıktı kocası ağaca
Kadın çekti oynaşını hemen koynuna
“Kim o, behey orospu” dedi koca “söyle
Hayvan gibi abanan öylece üzerine”
Kadın dedi, “benden başka kimse yok burada,
Başın dönmüş senin boş boş konuşma.”
Adam tekrar edip durunca sözlerini,
Kadın, “bu armut ağacından olmalı” dedi.
“Armut ağacının başındayken ben de öylece
Çarpık şeyler görüyordum senden namertçe,
İn aşağı da gör! Hiçbir şey yok şimdi.
Bunca hayal sana armut ağacından geldi.”[5]
Bu manzum hikâyenin ardından Mevlana hemen şu uyarıyı yapar:
Hezl[6] öğreticidir onu ciddi dinle!
Bu hezlin, sen sakın aldanma zahirine!
Hezl’in tanımını ve Mevlana’nın bu tarz şiirlerde amaçladığı özel hedefleri göz önünde bulundurduğumuzda bu ve benzeri şiirlerin esas itibariyle hezl kategorisine giremeyeceğini söyleyebiliriz. Onun için Mevlana’nın bu tür şiirlerine hezl değil “hezlimsi” dememiz daha doğru olacaktır. Çünkü Mesnevi-i Şerif bir şaka, hele hele bir eğlence kitabı asla değildir. Hezl, birini alay konusu etmek, ya da onun ahlaki zaaflarına dikkat çekmek suretiyle halkı güldürmek gibi sanatsal bir mahiyet arz eder. Mevlana’nın kesinlikle böyle bir amacı yoktur. Mevlana’nın şiiri, özellikle Mesnevisi muhataplarıyla bugünkü gibi yazı yoluyla değil “işitsel” olarak irtibat kuruyordu. O dinleyici odaklı şiirler söylediği için Mesnevi’de bu tarz önermelerle karşılaşıyoruz. Mevlana bu popüler yöntemle kendi derin içtimai ve irfani muhtevasını daha rahat ve daha etkili bir biçimde toplumun eğitimsiz kesimlerine de iletebiliyordu. Esasen Mesnevi’nin tasavvufi eserlerin zirvesinde yer almasının başlıca nedenlerinden biri halkın tüm kesimleriyle kurmuş olduğu bu canlı, diri ve dinamik toplumsal ilişkilerdir.
Mevlana aslında Mesnevi’nin birinci cildinde hiçbir açıklamada bulunmadan bu hikâyeye sadece tek bir beyitle göndermede bulunur. Bir önöykü niteliğinde olan bu beytin muhatapları sanki bu öykünün tamamını biliyormuş gibi de kendi hissesini yine bu tek beyte sığdırır:
Amut ağacının üzerinde öyle görürsün
İn oradan aşağı da şüphen zail olsun[7]
Mevlana yukarıdaki beyti, Yoksul Bedevi ve Karısı’nın Hikâyesi bölümünde söyler. Bu beyitte armut ağacı bencilliğin, maddi alakaların ve nefsin heva ve heveslerinin bir sembolü olarak yorumlanır. Mevlana müritlerine bu beyit aracılığıyla bencilliği, nefsin heva ve heveslerini terk etmeleri durumunda kendilerine Allah’tan eşi benzeri olmayan manevi yiyecekler sunulacağını kendi tecrübesinden yola çıkarak anlatmaya çalışır. Müritlerin bu hikâyeyi önceden bildikleri konusunda bir şüphemiz yoktur. Mesnevi Şarihi Kerim Zemani; “Hey filan! Armut ağacından in ki doğru dürüst görebilesin.” anlamında bir deyiş bulunduğunu yazar.[8] Dördüncü ciltle birlikte Mevlana’nın müritleri arasına her meslekten ve her milletten eğitim düzeyi yüksek ya da düşük insanlar katılmaya başlayınca Mesnevi’de kullanılan dilin hem seçkinlere hem de halka hitap edecek bir yapıya büründüğünü görüyoruz.
Mevlana’dan önce büyük İslam âlimi İbnü’l Cevzi tarafından kaleme alınan El-Ezkiya (Zekiler) kitabında yukarıdaki hikâyenin bir benzerini okuruz. Burada Mevlana’dan farklı olarak kadın, armut ağacına değil hurma ağacına çıkar ve aptal koca da karısının ve kendisinin gördüğü çarpıklıkların hurma ağacından kaynaklandığını söyler.[9] Doğrusunu söylemek gerekirse ne Mevlana’dan önce ne de sonra bu hikâyede geçen ağacın armut ağacı olduğunu yazan hiçbir Arapça ya da Farsça kaynağa rastlamadık. Yakın tarihli kaynaklarda da armut ağacı yerine dut ağacı ya da zerdali ağacının yazıldığını gördük. Peki, Mevlana bu hikâyede neden hurma ağacı demiyor da armut ağacı diyor? Bu hikâyenin kökeni Doğulu değil de Batılı kaynaklar olabilir mi?
Devam edecek…
Mesnevi’deki Müstehcen Hikayelerin Hikmeti-2 adlı yazıya ulaşmak için tıklayınız.
İsmet VERÇİN
1Mevlana hakkında birçok eseri bulunan çağdaş düşünürlerden Abdulkerim Soruş, El-Mizan tefsirinin yazarı Allame Tebatebai, Kur’an-ı anlama ve yorumlama üzerine çok sayıda çalışmaları bulunan Muhammed Müçtehid Şebusteri ve 15.ciltlik Mesnevi Şerhi’nin yazarı Allame Muhammed Taki Caferi bu görüştedir.
2“Allâh, bir sivrisineği hattâ onun da üstünde olan(ondan daha zayıf bir varlığ)ı misal vermekten utanmaz. İnananlar onun, Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler. İnkâr edenler ise: “Allâh, bu misalle ne demek istedi?” derler. (Allâh), onunla birçoğunu saptırır ve yine onunla birçoğunu yola getirir. Onunla sadece fâsıkları saptırır.” Bakara suresi 26. ayet, çev.Suleyman Ateş.
3Kimya, Mevlana’da İnsanın maddi varlığını ruhani ve ilahi varlığa dönüştüren bir iksirdir. Kimya Rahman’ın ya da İnsan-ı Kamil’in nefesi, Mürşid’in ya da Veli’nin nazarıdır. Hakk’ın iltifatıdır.
4Yorumumuz Söylem Analizi metodolojisi, Hermeneutik Döngü ve ‘birlikte bir bütün olarak görme’ anlamına gelen Synoptic Yaklaşım temelinde ve konteks (bağlam) göz önünde bulundurularak gerçekleştirilecektir.
5Mesnevi, 4. Cilt, 3544-3558.beyitler.
6Çoğulu hezeliyat gelen bu sözcüğün sözlük anlamı alay, latife, şaka mizah ve beyhude konuşmaktır. Terimsel anlamı ise müstehcen açık saçık, ağza alınmaz, kaba, halka özgü ve çirkin mazmunları içeren şiir ya da düzyazıya verilen addır.
8Zemani, Kerim, Şerh-i Cami’-i Mesnevi-yi Manevi, 4.cilt, s.992.
9İbnü’l Cevzi’nin Zekiler kitabını Türkçe’ye çevirten Şule Yayınları söz konusu hikâyeyi müstehcen bulmuş olmalı ki kitabın Türkçe çevirisinden tamamen çıkarmış.
İsmet bey gecenki yazinizdan daha uzun oldugu icin cok sevindim ve zevkle okudum.yalniz benim anlamadigim armut ya da hurma agaci, her neyse hikayenin betimlemesiyle uyumsuz olarak bencillik, heva heves olarak yorumlaniyor.halbuki hikayede adam baktigi yerde kendisini rahatsiz eden goruntuler goruyor.bunun yorumunda ise baktigi yere inmesi durumunda yani benciliikten,hevesten kurtulmasi durumunda Allahin nimetlerini tadacagi soyleniyor.mevlananin kasti gercekten boyle bir cikarimsa demek ki Mevlana hikayeye motomot uyanbir gondermede bulunmuyor.daha batini ve kafa karistiran/calistiran bir hisse cikarmamizi istiyor. Birde devami gelecek demissiniz.kabak hikayesini de yazacakmisiniz?
Yorumunuz için teşekkür ederim. 1. bölümde ileride yapacağım yorumlara felsefi bir alt yapı oluşturmaya çalıştım. Yazıda Mesnevi’nin 1.cildinde bir önöykü mahiyetinde olan bir beyti yorumladım. Başka bir deyişle 4.cildte daha geniş olarak anlatılan ve çevirdiğim bu hikayenin yorumuna ilişkin henüz hiçbir şey yazmadım. Yazınız aslında Mevlana’nın üslubuna ilişkin yaygın bir bilgi eksikliğine işaret ettiği için sonraki yazımda ya da belki müstakil bir yazı olarak bu konuyu da işlememe vesile olacak. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim Mevlana’nın kullandığı semboller sabit değil, hikayeden hikayeye hatta bazen aynı hikaye içinden bir anlamdan başka bir anlama bürünürler. Devamı derken bu hikayenin devamını kast ediyoruz. Ancak eğer hala konunun anlaşılmadığı kanaatine varırsak zaten çok az sayıda olan bu müstehcen hikayelerin tamamını tek tek yorumlamayı gündeme alabiliriz.
Mesnevi için alemlerin rabbi tarafından indirilmiştir diye , yüce Allah’ın Kur’an için zikrettiği ayetleri kendi kitabını kutsamak için kullanmaktan çekinmeyen bir müşriği paklamak isteyenler de müşriklerdir, kâfirlerdir, Allah akıl versin , sadece mukaddimesi bile ne büyük bir müşrik olduğunun ispatıdır
Hocam gerçekten Mevlana öğretisinin motiflerini ilmik ilmik işlemişsiniz yazınsal bir portrede. Gerçekten de müstehcenliğin keskin, çarpıcı, vurgulu, sivri, insanı irkilten menfi;itici çağrışımlarından devşirdiği alegorik malzemeyi, sembolik imgelemleri/metaforları ahlaki algıyı okşayacak denli hoş bir öğreti ürünü elde etmede kullanması olsa olsa ustalıklı bir kimyanın/simyanın maharetidir. Halk tabakalarının tamamında karşılığı olan bir saha olarak cinsellik temasının,diğer temalara nisbetle insan bünyesinde tüm idrak ve iz’an reseptörlerini alıcı modunda harekete geçiren çok tesirli, sivri, keskin bir uyarıcı etkisi var. Fakat sizin de ifade ettiğiniz gibi erotik sapkınlığın, cinsel yozlaşının, müstehcenlik fetişizminin tarihin hiç bir döneminde bu denli kırmızı alarm düzeyinde ayyuka çıkmadığı bir dönemi yaşadığımızı düşünürsek, bu asırda herhangi bir müellifin erotik temelli betimlemeler üzerinden öğreti faaliyeti yapma girişiminde bulunması Mevlana Mesnevisindeki bu tarz temsili hikayelerle aynı kefeye konulamaz. Çünkü, günümüz sosyo-kültürel zemininin cinsel çağrışımları absorbe edemeyecek denli kırılgan ve hassas, bir o kadar da kaygan bir zemine oturduğu, hem de toplum karakteristiğinin tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar kirli bir cinsel deformasyona uğradığı hakikattir. Belki de bu yüzden bu asra ulaşana kadar bu denli insafsız eleştiriler almadı Mesnevi. İnsanların zihinleri ve gündemleri, artık cinsellik konusunda o denli ağır tahribata maruz kalmış ki, fıtri bir güdü olmasına rağmen perdesi yırtıldığından olsa gerek, bahsi geçtiğinde ya çirkin ve sapkın bir ilgiye konu oluyor veya fıtri oluşu akla getirilmeden tüm cinsellik bahisleri adeta tek bir ‘pornografi’ kategorisine itilerek damgalanıyor.21.asır toplumu olarak cinsellik konusunda zihinsel kodlarımuz değişti çünkü.
Hocam yazılarınızı severek okuyorum. Biliyorum konu olarak mesnevi ile ilgili bu yazılarınız devam edecek. Fakat benim bir isteğim var. Mevlana’nın dirilmek icin ölünüz sözünü de kendi bakış açınızdan yorumladıgınız bir yazı olarak yayinlayabilir misiniz? Yani bu söz siz değerli hocamın dünyasında neler uyandırıyor merak ediyorum…
“Gerçekten de Mevlana’nın Mesnevisi Kur’an-ı Kerim’den sonra İslam sofrasına konulan en güzel, en hoş, en faydalı ve en tatlı yemeklerin başında gelir.”
Bu cümlede, abarti ve bir seyi ait olmadigi yere koyma gayreti güdülmüs. Mukayese ve siralamada; Islam sofrasinda Kur’an’dan sonra, mesnevi degil HADIS-I SERIFLER vardir. gerci biz daha nelerini gördük neleri. Mevlana’yi, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemden daha üstün tutma gayretleri bilmem daha neler neler. Günes yoksa hic bir peyk parlamaz. hic bir peyk kendisini günesle mukayese edemez. ederse aksam oldugunda ortaya cikan Atesböceklerinin Kutup yildizina “Ben senden daha büyük ve parlagim ” iddiasi sacmaligina girismis olur.
LÜTFEN MUKAYESE VE SIRALAMALRDA DIKKAT EDINIZ.
TESEKKÜRLER
Şirk ve küfür kokan( müstehcen iğrenç hikayeleri saymadan dahi ki böyle iğrenç kıssalardan hikmetli hisseler çıkacağını düşünmek ancak gafilliktir.) bu eseri Kurandan sonra ikinci sırada saymak küfür değilse şirk değilse nedir? Özlü sözlerle, edebi güzel kelimeler seçerek mesnevi güzellemesi ve tevilleri ile ancak günaha girersiniz. Mesneviyi alıp kitaplığa koymam, çocuklarım okusun istemem. Bize Mevlana’yı büyük islam alimi, Allah dostu olarak tanıtan gösteren herkesi Allah’a havale ediyorum. Biz Müslümanlar akıllı ve uyanık olalım. İslam kafir topluluğuna değil müşrik topluluğuna indirildi. Şirk bu dönemde kol geziyor. Tevhide sarılalım. Mevlana gibi kişileri de tarihe bırakalım , Allah’a hesaplarını kendileri verecek , onların günahlarına ortak olmayalım.
Evet, ben de sizin gibi düşünüyorum. Kılıf bulmak hevesi dışında bir şey göremedim yazı içeriğinde.
Adam sapkınlık yapıyor, siz kılıfını hazırlıyorsunuz. Mevlana’nın öyle düşündüğünün kanıtı bile yok. Eşek hikayesi var, hizmetçi hikayesi var, sapkınlık fazla. Şayet manevi bir benzetme olsa idi bir tane kâfi gelirdi. İş sapkınlıkla zevk alma boyutuna erişmiş. Şahsen böyle düşünüyorum. Bence Mevlana çoğu zaman normaldi, ara sıra ayarlarını bozan bir şeyler oluyordu. Nitekim o bozukluk dönemlerinde ortaya çıkanlar da belli.
Sapkınlık dışında binlerce örnekleme yapmak varken neden böyle yazmış? Hiç bunu düşünmediniz mi? Adam playboy dergilerindeki hikayeleri yaya bırakmış. Siz çıkmış hikmet diyorsunuz. E alın bir playboy dergisi. Oradaki hikayeleri de hikmetli şekilde açıklayın bari. Belki tanrıyı bulursunuz.