Bir işaretin ”yerine” en sonunda başka bir işaretten başka başka bir şeyin geçebileceği metafiziğin eskatolojik temel dürtüsüdür.

Das ”an die Stelle” des Zeichens letzten Endes etwas anderes als ein anderes Zeichens treten könnte, ist der eschatologische Grundzug der Metaphysik.

Josef Simon

Liberal ironistler için ”neden kötü olmayayım?” sorusunun bir cevabı yoktur – döngüsel olmayan bir kuramsal temellendirmeye sahip değildir kötülüğün korkunç olduğu inancı.

For liberal ironists, there is no answer to the question “Why not be cruel?”- no noncircular theoretical backup for the belief that cruelty is horrible.

Richard Rorty

Temelde bir işaretlenenin olmayışı işaretlemenin alan ve hareketini sonsuzluğa açar. 

L’absence de signifié transcendantal étend à l’infini le champ et le jeu de la signification.

Jacques Derrida

1

İlk alıntı, Josef Simon, bana kalırsa metafiziğin neliğini en temel ve en anlaşılır şekilde açık ediyor zaten. Dolayısıyla verdiğim müteakip alıntılar bir yerde bu açık edişin farklı şekil ve ölçülerdeki, pozitif ve negatif, tezahürleridir sadece, bu demek aynısının uzantıları bir bakıma. Önce ama kısaca Ferdinand de Saussure‘ye değinmem gerek. Ardından onun verdiği tanımdan yola çıkarak sözünü ettiğim müteakip alıntılar ve Richard Rorty‘nin metafizikle olan ilişkisi hakkında, yine kısaca, bazı şeyler söylemek istiyorum. De Saussure’nün tanımını De la Grammatologie‘den aktarıyorum: »Nous proposons de conserver le mot signe pour désigner le total, et de remplacer concept et image acoustique respectivement par signifié et signifiant.« Yani: »Biz şunu teklif ediyoruz, bütün için işaret (signe), kavram (concept) ve ses resmi (image acoustique) için ise işaretlenen (signifié) ve işaretleyen (signifiant) kelimelerini kullanalım.« Bu tanım söylemek istediklerimi anlaşılır kılmak için yeterli olmalı aslında. Biraz üzerinde durmak istiyorum ama yine de. Bu tanıma göre her işaret bir bütün olarak iki parçadan oluşur, işaretleyen ve işaretlenen. De Saussure bu alıntıda ses resminden söz ediyor, ki bu önemlidir de haddizatında, en azında sesin mürekkebe nazaran işaret olmayan şeye daha yakın olması, dolayısıyla öyle sanılması ve sayılması sebebiyle, fakat biz bu noktada mürekkep resmini de, kolay ve kolaylık olsun için, bu açıklamaya dahil edebiliriz. O halde kağıt üzerinde yazılı olan ve duran, de Saussure’nin örneğini kullanalım isterseniz, ağaç işareti bir bütün olarak hem işaretleme fiilini hem de söz konusu fiilin işaretlediği kavramı barındırır içinde. Metafizik kavramının yavaş yavaş kendisini göstermeye başladığını görüyoruz burada, dolayısıyla işaret kavramı işaretleyen olarak, fizik, kendisinin arkasında, meta, olan bir şeyi işaretler her zaman. Haddizatında işaret o arkadaki şeyin ön tarafta bıraktığı bir izdir bir yerde, dolayısıyla öndeki arkadakinin vekili, arkadaki vekaleten buradadır zaten. Metafizik en temelde budur diyebiliriz, ya da, Simon’la birlikte, onun eskatolojik temel dürtüsü bu tanıma içsel olan vurgudur aslında. Şöyle aslında: işaretleme hareketi, ki Jacques Derrida‘nın eleştirisinin mekanı, dolayısıyla de Saussure’nin işaret kavramını dekonstrükte ettiği nokta tam olarak burasıdır, bir işaretin, söz konusu hareketin her ne kadar uzun bir süre bir işaretten diğerine geçme şeklinde ilerlemesi mümkün olsa da, son noktada son noktadaki işaret olarak işareti olduğu ama işaret olmayan şeye çarpıp durmasıyla son bulur: öyle kabul edilir en azından.

Rorty’nin söylediğine bakalım. »There is no answer to the question “why not be cruel?”«, i.e. »”niçin kötü olmayayım?” sorusunun bir cevabı yoktur.« Aslında cruel kötü olmaktan biraz daha fazla, Almancada grausam, bestialisch deniliyor, Türkçede vahşice, canavarca denilebilir kanımca. Ve Rorty söz konusu sorunun bir cevabı yoktur demiyor aslında, nasıl bir cevabı yoktur’a cevap veriyor sadece. Tabii ki canavarca davranmak çok kötüdür, aksini düşünmek bile halihazırda canavarlıktır: sorun o değil. Şöyle bir cevabı yoktur söz konusu sorunun ama: noncircular, dolayısıyla aynısı bir theoretical backup‘a sahip değildir. Burada önemli olan iki kelime: noncircular ve backup. Bu demek aynı soruyu kullandığımız işaretlerin arkasında yatan, dolayısıyla söz konusu işaretlerin işaretledikleri ama kendisi işaret olmayan bir şeyle, Derrida’nın signifié transcendantal dediğiyle yani, cevaplayamayız, bu da demek verdiğimiz cevabı işaret olmayan o, ya da bir şeyle destekleyemeyiz. O şey yok çünkü. Öyleyse diyebiliriz ki, bir işareti ancak ve sadece yine başka bir işaretle cevaplayabiliriz, geçici bir duraksama hepsi, dolayısıyla de Saussure’nin işaretleyen ve işaretlenen arasında yaptığı ayrımın verdiği sözü tutamadığını görüyoruz bu noktada, nitekim son tahlilde her işaretlenen kendisini bu şekilde bir adım ötede bir işaretleyen olarak yeniden buluyor ve böylece, maalesef ve malheureusement, ele veriyor. Ve bu zincir, dışlayıcı olarak işaretleyenden işaretleyene uzanan, cette chaîne de signifiant à signifiant, infinie, işaretleme sürecinin önünü durdurulamaz bir halde sonsuza doğru açıyor. 

2

Adorno ve Derrida. Her ikisi de alegorik olanın sembolik olana, metonimik olanın metaforik olana ve romantik olanın klasik olana göre öncelikli olduklarını vurguluyorlar.

Adorno und Derrida … S[ie] betonen beide den Vorrang des Allegorischen vor dem Symbolischen, der Metynomie vor der Metapher, des Romantischen vor dem Klassischen. 

Jürgen Habermas

Süperlig takımlarından örneklendirelim isterseniz. Ben Trabzonluyum, dolayısıyla Trabzonsporluyum da aynı zamanda. Karadeniz Fırtınası diyorlar. İstanbulda Beşiktaşlıyım, yani Kara Kartal taraftarı. Galatasaray‘ı, yani Aslanları, hiç sevmiyorum. Bir de tabii ki Fenerbahçe var, Sarı Kanaryalar. E ne diyeyim şimdi? En iyisi hiçbir şey. Ve Bursaspor, Yeşil Timsahlar. Verdiğim tanımların hepsi bu şekilde, Aslanlar hariç, birer metonimidirler, söz konusu şehirler, aslında aynı şehirlerin futbol takımları için kullanılan farklı tanımlamalar yani. Aslanlar aynı zamanda metafordur da. Türkiye için Anadolu ya da Küçük Asya tanımını kullanırken de metonimi kullanırız bir yerde. Yunanca μετωνυμία, Almancada Wortwechsel, Türkçede ise kelime değişikliği olarak verilebilir belki. Metafor kelimesi, Yunanca μεταφορά, aktarım anlamına gelir. Atina‘da otobüsler için hala daha, kısmen, aynı tanımın kullanıldığı söylenir. Nitekim yolcuları ‘a’ noktasından ‘b’ noktasına aktarırlar. Yunanistan değil de Atina diyerek ben de bir metonimi kullanmış oldum bu noktada. Bu şekil bir kullanıma pars pro toto‘da denilir, yani parça bütün yerine. Tersi, totum pro parte, bütün parça yerine, mesela bir Türk sporcusunun galibiyetinin Türkiyenin galibiyeti olarak verilmesi gibi. Metaforla aktarılan belirli bir anlamdır. Söz konusu tanımlarda kullanılan fırtına, kartal, aslan ve timsah birer metafor olarak güç kavramının anlamının bir aktarımıdırlar. Sadece güç değil tabii ki, sahip olunan gücün belirli bir şekilde uygulanışını da aynı zamanda. Nitekim fırtına da, kartal da ve aslan da ve timsah güç uyguladıkları nesneyi paramparça ederler. Bir de kanarya var tabii ki: dedim ya, ne diyeyim ben şimdi? En iyisi, burada da, hiçbir şey. Biraz önce, yukarıda, cruel kelimesini açıklarken aynısını Almanca bestialisch, Türkçe ise canavarca olarak karşılamıştım. Futbol takımları için kullanılan metaforları bu çerçevede anlayabiliriz. Fakat sadece teknik olarak. Nitekim burada da, aslında içi içe geçmiş ve son derece komplex, bir metafor var. Bu metafor tek yönlü bir metafor, dolayısıyla insana uygulandıktan sonra artık hayvana, aslında hiçbir şeye, uygulanamaz, bu anlamda hayvan hayvani, dolayısıyla bestialisch, yani canavarca olarak tanımlanamaz. Bu futbol takımları için de geçerlidir bir ölçüde. Şunu söyleyebiliriz; söz konusu metafor insana uygulandıktan sonra metafor olmaktan çıkar haddizatında ve bir sıfata, insana has bir sıfata dönüşür. Nitekim bestialisch metaforu insana uygulandığı anda elde ettiği genişleme, dolayısıyla daralmayla birlite insan dışındaki her şeyi kapsamı dışında bırakır. Çünkü bestialisch olmak demek bile isteye, planlayarak ve önceden belirlenen ve muhatapta oluşacağı bilinen, nitekim empati yeteneği vardır insanın, çok da insani olmayan hedeflere matuf davranmak demektir. Böyle davranabilmek için ise farklı bir biyolojik ve kültürel evrimi geride bırakmış, yani aklını son derece uygun bir şekilde kullanabilen bir insan olmak gerekir. Burada paramparça olan nedir? Bu da bir metafor. Görüldüğü gibi metafor ile metonimi arasındaki fark, işaretleyenden işaretlenene ikilisiyle işaretleyenden işaretleyene ikilisi arasındaki farkın neredeyse birebir aynısıdır. Bu durum alegori ve sembol için de aynı şekilde geçerlidir. Alegori‘yi, Yunanca ἀλληγορία, kısaca başka türlü söylemek olarak çevirebiliriz. Sembol ise, Yunanca σύμβολον, aynen işaret gibi burada olmayan bir şeye vekaleten buradadır, işarettir haddizatında. İkincildir yani, paraziter. Ve klasik ve romantik olanda da mesele hakeza. Klasik olan eskimeyendir, her zaman konuşan, her zaman sözü olan, dolayısıyla zamanın ötesine taşan, haddizatında zamanı içine alandır. Romantik olan ise, adı üstünde roman, zamanı tekrar tekrar yeniden ve farklı farklı yazandır. Durmak bilmez bir iştiyakla yeniden ve farklı söyleyen, bu olmadı, ki olmuş da olabilir haddizatında, ki olmak ne demektir o da başka bir mesele ya, fakat yine de bir de şunu deneyelim diyendir. Nesnesiz bir arayış. Biraz oxymoronik oldu, ὀξύμωρον, ama olsun. 

3

There is nothing that is neccessary, nothing that escapes time and chance, no essential nature of what we really are. So-called ‘universal truths’ turn out to be the platitudes of entrenched vocabularies.

Mecburi olan bir şey yok, zamanın ve tesadüfün, mümkünün dışına kaçan hiçbir şey, bize ne olduğumuzu söyleyen fıtrat yok. Sözde evrensel hakikatlerin tümü yerleşmiş bir kelime hazinesinin sığlıklarından ibaret.  

Richard Rorty

Richard Rorty bir gelenekten söz eder: the Cartesian-Lockean-Kantian tradition ve müteakiben 20. yy’ın en önemli filozofları olarak John Dewey, Martin Heidegger ve Ludwig Wittgenstein‘ı sıralar. Ona göre bu düşünürleri bu denli önemli kılan her birinin ikinci baharlarında (…in his later work…) kendilerini kendilerinin de bir zamanlar içine düştükleri (…to which he himself once succumbed…) bu gelenekten kurtarmış (…broke free of the Kantian conception of philosophy…), sonrasında da aynısına karşı amansız bir savaş açmış olmalarıdır (…spent his time warning against those very temptations…). Bu geleneğin özelliği yapılandırıcı (…constructive…) ve temellendirici (…foundational…) oluşudur. Rorty’nin teklif ettiği ise daha çok kişiyi kendi durduğu yeri sorgulayıcı, gözden geçirici kılan (…to make […] question his own motives…), dolayısıyla da iyileştirici (…therapeutic…), belki de arındırıcı diyebileceğimiz bir düşünme şeklidir. Transhumanizm‘in en önemli düşünürlerinden Nick Bostrom Transhumanizm‘i bir felsefe olarak neredeyse birebir aynı şekilde tasvir eder. Nitekim Bostrom’a göre transhümanistler insan doğasını işleyen bir süreç olarak görürler (…view human nature as a work-in-progress…), bu demek aynısının sürekli bir değişim içerisinde olduğunu kabul ederler. Bu sürekli değişim dışlayıcı olarak ontolojiyle sınırlı kalmaz onlara göre, değerler sistemini de içine alır. Bu açıdan ele alınırsa Transhumanizm aynı zamanda dinamik bir felsefedir de (… a dynamic philosophy…). Dolayısıyla söz konusu felsefenin en başat değerlerinden biri kişinin sorgulayıcı bir tutum alması ve inanç ve ön kabullerini gözden geçirebilme irade ve cesaretini gösterebilmesi olarak belirlenir (… to cultivate a questioning attitude and willingness to revise one’s beliefs and assumptions …): yeni bilgiler ve meydan okumalar ortaya çıktıkça kendini geliştirme ve değiştirmeye yönelik bir istek ve irade yani (… intended to evolve as new information becomes available or challenges emerge …). Rorty yapılandırıcı her tür çabanın kararlılıkla karşısında durur. Ona göre ilginç bir felsefe (…interesting philosophy…) bir iddianın lehte ve aleyhte olanlarını açıklığa kavuşturan değil (… is rarely an examination of the pros and contras of a thesis …), daha çok yeni yeni görünmeye başlayan ve olur olmaz şeyler vaad eden yeni bir kelime hazinesinin (…a half-formed new vocabulary which vaguely promises great things…) yerleşmiş bir hazineye (…entrenched vocabulary…) karşı giriştiği mücadeledir (…contest…). Rorty insanların beraberlerinde bir kelimeler yekûnu (..set of words…) taşıdıklarını söyler ve insanlar onunla birlikte davranışlarını (…actions…), inançlarını (…beliefs…) ve yaşamlarını (…lives…) meşrulaştırırlar (…justify…). Bu kelimelerle hayatımızı roman kılarız, ya da moda bir tabirle, ki hiç mi hiç hoşlanmam, hikayemizi yazarız. Rorty bu yekûnu tamamlanmış kelime hazinesi (…final vocabulary…) olarak isimlendirir. Nitekim söz konusu bu yekûnun bir şekilde şüpheye mahal bırakması durumunda kullanıcısının dışardan takviye temin etmesi, dolayısıyla söz konusu kelimeleri birer işaretleyen olarak kullanarak aynılarına bir işaretlenen üzerinden meşruiyet sağlaması mümkün değildir (It is unanswerable if we think we can give any non-circular argument to justify our ‘final’ vocabularies…). Here I stand, full stop. Hepsi bu. Nitekim bu hazinenin ötesi ya çaresiz bir susuş ya da bir masaya vuruştur (…beyond them there is helpless passivity or resort to force…). Dolayısıyla sahip olduğu kanaatlerin izafiliğinin farkına varıp (…to realize the relative validity of one’s convictions…) yine de aynılarını herhangi bir şekilde temellendirmeye ihtiyaç duymadan ve çalışmadan aynılarının arkasında inatla durabiliyor olmak (…and yet stand for them unflinchingly… ) medeni bir adamı cahil bir hödükten ayrıştıran tek kriterdir (…is what distinguishes a civilized man from an barbarian…). Ki bundan fazlasını istemek (…to demand more than this…) haddizatında iyileştirilemez bir metafiziki hastalıktır (…incurable metaphsical need…).

Mustafa KÜÇÜKHÜSEYİN