Kişiler hukuku, medeni hukukun dört temel dalından biridir. Kişiler hukuku, kişiliğin başlangıcı, sona ermesi ve kişiliğin korunması gibi konuları inceler.
Kişilik kavramı, dar anlamda hak ehliyetine haiz olmayı içerirken, geniş anlamda ise hak ehliyetinin yanında medeni hakları kullanma ehliyeti olarak da bilinen fiil ehliyetini de kapsamaktadır.
Medeni Kanuna göre gerçek kişiler insanlardır. Medeni Kanun 8. maddeye göre hukuk düzeni içinde bütün insanlar haklara ve borçlara ehil olmada yani hak ehliyetine haiz olmada eşit durumdadırlar.
Kişiliğin Başlangıcı
Medeni Kanun, gerçek kişiliğin başlangıcı meselesini 28. maddede düzenlemiş olup söz konusu yasa maddesine göre ‘Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar.’ Buna göre kişiliğin başlangıcı çocuğun ana rahminden tamamıyla ayrılarak ve sağ olarak doğum halidir. Çocuğun hayatta kalabilmesi için gerekli olmayan organları eksik dahi olsa (çocuğun parmağı, kolu vs. eksik doğması) çocuk tam doğmuş sayılır.
Çocuğun sağ doması ise ana rahminden ayrılarak dış aleme gelmiş olması ve bir saniye dahi yaşaması sağ doğum olarak kabul edilir. Dolayısıyla çocuk ana rahminden tamamiyle ayrılmış dahi olsa eğer sağ olarak doğum gerçekleşmemişse hukuken kişilik kazanmamış olur.
Çocuğun kişilik kazanması meselesi özellikle miras hukuku açısından büyük önem arz eder. Bu sebeple yeni doğmuş olan bir çocuk miras bırakan anne babanın ölümü durumunda mirasçı olur.
Medeni Kanuna göre kişilik sağ ve tam doğum ile vuku bulurken, Medeni Kanun m.28/11’de ‘Çocuk hak ehliyetini sağ doğmak koşulu ile ana rahmine düştüğü andan itibaren elde eder.’ Diyerek hak ehliyetinin çocuğun, sağ doğması şartıyla kendisine gebe kalındığı andan itibaren başlatmaktadır.
Ana rahmine düşmüş olan ve doğumu beklenen çocuğa cenin denir. Eğer mirasçılar arasında bir cenin var ise miras paylaşımı ceninin doğumuna kadar ertelenir (Medeni Kanun 643. m.).
Diğer taraftan evlilik dışı cinsel birliktelikten olan bir cenin var ise, cenin namına onun doğumundan önce de babalık davası açılabilir (Medeni Kanun 303. m.).
Gerçek Kişiliğin Sona Ermesi – Ölüm
Ölüm de doğum gibi hukuki bir olay olup gerçek kişiliği sona erdirir. Ölüm ile birlikte kişilik sona erdiğinden buna bağlı haklar da ortadan kalkmış olur. Fakat ölenin bir mal varlığı söz konusu ise bu haklar bir bütün olarak mirasçılarına geçer. Ölen kimsenin cesedi, bir vasiyete istinaden bilimsel araştırmalara, incelemelere konu edilerek bilim kuruluşlarına verilmesi dışında hukuki işlemlere konu edilemez ve dolayısıyla bir eşya özelliği taşıyamaz.
Ölen kimsenin evliliği kendiliğinden sona ereceği gibi velayet ve vesayet gibi görevleri de varsa bu kurumlar da kendiliğinden sona erer.
Bir kimsenin ölmüş olduğunun ispatı, kendi lehine hak doğacak kimselere düşer (Medeni Kanun m. 29/I). Bu durum kişisel durum sicilindeki kayıtlar ile ya da karinelerle ispat edilebilir.
Ölüm Karinesi
Medenin Kanun 31. maddeye göre ‘Ölümüne kesin gözle bakılması gerektiren durumlar içinde kaybolan ve cesedi bulunamayan bir kimse ölmüş sayılır.’ Açık denizlerde botu batan kimselerin, havada alev alarak denize düşen uçakta seyahat eden kimselerin ölmüş olduğunu tespit ve ispat etmek neredeyse imkansız olduğundan bu gibi durumlarda ölüm karinesi devreye girer ve en büyük mülki amirin emriyle kütüğe ölüm kaydı düşülür ve kişi olay tarihinden itibaren ölmüş sayılır (Medeni Kanun 44. m.).
Ölüm karinesi, adi bir karine olup aksi her türlü kanıt ile ispat edilebilir. Ölüm karinesi ölümle aynı hukuki sonuçları doğurduğundan kişinin mal varlığı mirasçılarına geçer.
Ayrıca ölüm karinesi uygulanan kimseler evli ise evlilikleri de tıpkı ölümde olduğu gibi kendiliğinden sona erer. Ölüm karinesi adi bir karine olduğundan, ölüm karinesi uygulunan kimselerin ölmediği ortaya çıkarsa bu kimseler terekesini mirasçılardan sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri talep edebilir.
Birden fazla kişinin hangisinin önce veya sonra öldüğü ispat edilemezse hepsi aynı anda ölmüş sayılır (Medeni Kanun 29. m.). Bu duruma ‘birlikte ölüm karinesi’ denir.
Birlikte ölüm karinesi, özellikle miras hukukunu etkileyen bir karine olup kimin önce kimin sonra öldüğünün belirlenmesinin aynı olayda ve aynı yerde olması şart değildir. Eğer biri diğerinden önce ölmüş ise hayatta kalan, hayatta kaldığı sene boyunca mirasçı olabilecek şayet kimin önce öldüğü belirlenemez ise ikisi aynı anda ölmüş sayılır ve hiçbiri ötekine mirasçı olamaz.
Faydalı olması temennisiyle…
Emre KAYAALP