10 Kasım tartışmaları bir yandan resmi ideoloji, bir yandan Kemalizm, diğer yandan Ak Parti ile Kemalizm arasında ilişki tartışılmaya başlandı. Hiç kuşkusuz bu tartışmanın en önemli aktörü Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bundan dolayı Atatürk’ün dayandığı düşünsel alt yapıyı iyi bilmek gerekir.
Atatürk’ün düşünsel sistemini anlamlandırmak için çok yönlü bir değerlendirmeye ihtiyaç vardır. Atatürk’ün felsefe, devlet, Cumhuriyetin öncesi ve sonrasındaki ideolojik ve düşünsel anlayışındaki farklılık, milliyetçilik, ekonomi, toplum, kültür, tarih ve dil, Doğu-İslam ve Batı, hareket tarzı, halkçılık gibi konulardaki düşüncelerini doğru analiz etmek gerekmektedir.

Kuşkusuz Mustafa Kemal laik, milliyetçi ve modern bir toplum yaratmak amacındadır. Diğer bütün davranışları ve uyguladığı stratejiler bu temel amaca ulaşmak için uyguladığı siyasettir.

Türk siyasal tarihinde kabaca iki büyük modernleşme anlayışından söz edilebilir:

1- Mustafa Reşit Pasa – Mustafa Kemal – CHP – Kılıçdaroğlu: Radikal – elitist – jakoben – militer modernleşme projesi.
2- II. Abdülhamit – TCF – DP – Ak Parti – Menderes – Özal – Erdoğan: Sivil – demokratik- muhafazakar modernleşme. Türk siyaseti bu iki çizginin mücadelesiyle şekillenmiştir denebilir.

Son günlerde Ak Parti ile Kemalizm arasındaki bağlantıyı analiz eden yazılar ve yorumlar yayınlanıyor. Öncelikle bugün dahi Kemalizm’in bilimsel tartışılabileceği düzeyde özgür bir ülke değil burası. İkincisi Kemalizm kendine özgü öğretisi, ritüelleri, türbesi olan bir ülke burası. Bu anlamda seküler bir tarikat özelliği taşır. Üçüncüsü, Kemalizm Türkiye’de darbe yanlısı, bürokratik bir iktidar odağı olarak tanzim edilmiştir. Dördüncüsü, bu ülkenin bütün demokratik birikimi, kendilerini Kemalist görenlerin gerici gördükleri iktidarlar tarafından gerçekleştirilmiştir. (Menderes’ten Erdoğan’a)

Kuşkusuz Erdoğan, muhafazakar modernleşme anlayışına sahiptir. Muhafazakar modernleşme anlayışı, köklerini Mehmet Akif’in Batının ilmi ve İslam ahlakının birleştirilmesi düşüncesine kadar götürülebilir.
Radikal modernleşme ise Laikçi bir çizgide ilerler ve bugünkü ulusalcıların fikri alt yapısını oluşturur. Türkiye’de Yılmaz Özdil, Mustafa Mutlu, Emin Çölaşan, Yekta Güngör Özden gibi Atatürkçüler tarafından savunulan Kemalizm ne yazık ki, demokratik hukuk devleti ile ilgisi olmayan otoriter bir siyasal modeldir.”

Kuşkusuz Kemalizm’e bilimsel bir alt yapı oluşturmak için düşünsel çalışmalarda yapılmıştır. Bunlar arasında en önemlilerinden biri Kadro dergisidir. Kadro dergisi, 1932 yılı Ocak ayında yayına başladı. Kadro dergisinin kurucuları Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf Belge, İsmail Hüsrev Tökin gibi yazarlardı. Derginin ana amacı felsefi derinliği olmayan Kemalizm’e felsefi bir derinlik kazandırmaktı. Kemalizm’in devletçiliği ile Marksizm arasında sentez oluşturmaya çalıştılar. Çoğu Marksist kökenli olan bu aydınlar Recep Peker gibi Ortodoks Kemalistler tarafından Kemalizm’i değiştirmekle suçlandılar. Dergi üç yıl devam etti, 36. sayıda 1935’de yayınına son verdi.

İslamcı camiadan konunun ele alınış tarzı ise bir hayli sorunludur. Sünnetin tarihselliğini savunan zihin, Mustafa Kemal söz konusu olunca ölümsüzlük ve sonsuzluktan bahsediyor. Ölüm tarihine sonsuz işareti koyuyor.

Hermetik atıl akıl her yerde aynı. Günümüzde Peygamber veya Atatürk ile görüştüğünü savunan zihin arasında ne fark var?

İnsan, Allah’ın emirlerini bile reddedecek biçimde yaratılmıştır. Dinde zorlama yok ise hiçbir ideoloji de yoktur. Hiçbir ideoloji herkes için makul olamaz. Bir tarihsel dönemde üretilen bir ideolojiyi bütün zamanlar için geçerli saymak, insan antolojisi ile uyuşmaz. Hiçbir İnsan kendi tarihsel dönemini asamaz.. Bu yüzden Kemalizm, tarihçi Şükrü Hanioğlu’nun dediği gibi, “ölümsüzlük ” ve “olmasaydın olmazdık” gibi metafizik öğelerden arındırılıp tarihselleştirilmelidir. Mevcut haliyle Kemalizm bir dindir. İnananları vardır. Bu yüzden tartışmaya elverişli değildir.

Bir düşünürü, siyasi lideri, din alımını isteyen benimseyip sevebilir. Burada sorun herkesin tercihini mutlaklaştırmasıdır. Tarihsel kişiliklerin başına gelen önemli bir olayda, var olandan farklı yorumlanmasıdır. Bundan dolayı ortaya birden fazla figür çıkıyor?

Taha Akyol “Ama Hangi Atatürk?” diye bir eser yazdı. Devrimcilerin, sosyalistlerin, ulusalcıların, milliyetçilerin, muhafazakarların, son olarak da İslamcıların Atatürk’ü bir mi? Peki Atatürk hangisi? Hepsi mi, yoksa hiçbiri mi? Herkesin Atatürkçü olmasının zorunlu olduğu yerde, farklı Atatürkçülüklerin üremesi normal karşılanmalıdır.

CHP, müdahaleci modernleşmeci bir zihinsel arka plana sahiptir. Modernleşmenin ana parametreleri olan laiklik, bireycilik, aydınlanma, hümanizm, akılcılık, evrim, ilerleme gibi parametreleri ilkesel olarak kabul edilir. Ak partinin seçmen tabanı olan muhafazakar dindarların ve bu düşünceye sahip entelektüellerin ise yukarıdaki kavramların tamamına çeşitli derecelerde itirazları vardır. Bu konuda Mehmet Akif, Necip Fazıl, Said Nursi, Nurettin Topçu, Rasim Özdenören gibi isimlerin metinlerine başvurulabilir. Özellikle Rasim Özdenören’in “Kafa Karıştıran Kelimeler” ve Ali Bulaç ‘ın “Çağdaş Kavramlar ve Düzenler” adlı eserleri, modernleşmenin dayandığı parametrelere dindar aydınların nasıl baktıklarına iyi bir örnektir. Öyle görülüyor ki, dindarlar ve bu kesimin entelektüelleri, modernleşme konusunda Atatürk’ün gösterdiği hedef ve ülkü konusunda aynı düşünmüyorlar.

CHP ve Ulusalcı Kemalistler, muhafazakar seçmen ile Kemalist modernleşme arasında anlamlı ve bu seçmen kitlesinde kabul edilebilir bir Kemalizm anlayışı geliştirmez ise işi zor. Şu soru da anlamlı kuskusuz: CHP’nin savunduğu ulusalcı Kemalizm’den muhafazakar / dindarların benimseyebileceği bir ideoloji üretilebilir mi? Bu soru sosyolojik anlamda Kemalizm’in sivilleşme potansiyeli ile ilgili olduğu kadar, muhafazakar dindar siyasal aklın talebi ile de ilgilidir.

Türkiye’de Kemalizm’in modernliği giyim kuşama bağlaması gibi, solcular da ateizme bağlamıştır örneğin! Oysa bütün bunlar belli bir zaman ve mekânda ortaya çıkmış Batı modernliğinin kültürel renkleridir, evrensel yönü değil. Solculuğun evrensel bir boyutu varsa eğer bu eşitlik arayışıdır, ezilenlerin yanında yer almaktır. Ancak Türkiye’de sol, “ilerleme”, “aydınlanma”, “çağdaşlık” gibi kavramlara peşinen abone olduğu için modernliğe karşı yeterince eleştirel bir tavır asla geliştirememiştir.” (Besim F. Dellaloğlu)

“İstiyorlar ki, Kemalizm’i herkes sorgusuz sualsiz kabullensin, Tek Parti dönemindeki haksız ve hukuksuz uygulamalar itirazsız kabul edilsin, Türkiye’de darbelerin fikri alt yapısını oluşturan ideoloji kutsansın, 1960 Darbesini onlar gibi Kemalist, ilerici sayıp itirazsız kabul edelim, bir başbakan, iki bakanı katleden bir alçak darbeyi ilerici bir darbe sayalım, onu Hürriyet ve Anayasa Bayramı olarak kutsayanlara hiçbir eleştiri yöneltmeyelim, Kemalizm’i eleştiri dışına çıkararak ona en küçük bir eleştiri yöneltenlerin linç edilmesine hiçbir şey demeyelim, her konuda eleştiriyi kutsayan kimselerin söz konusu Kemalizm olunca aşırı dogmatik tavırlarına ses çıkarmayalım, 28 Şubat sürecinde başörtüsünü laiklik ve Atatürkçülüğe aykırı görenleri unutalım, insan ontolojisini unutarak “ölümsüzlük” ve “olmasaydın olmazdık” gibi akıl ve mantık dışı söylemleri kabul edelim.

Tüm bunları kabul etmiyor ve bu ülkenin yüzyıllardır süren tarihsel yolculuğunda en küçük bir değer üreten, ülkenin gelişip kalkınması için çalışan, darbelere direnen, 15 Temmuz’da darbenin gerçekleşmesi için dua eden değil, kendi canını dişine takarak direnen, ayakları bu ülkenin değerlerine basan, halkın sorunları dert edinen ve çözmeye çalışan herkese saygı duyuyoruz ve rahmet diliyoruz.

Üstelik bunlardan bir kısmı din ve tasavvuf eleştirisi yapan ve eleştirel düşünce hakkında metinler kaleme alanlar. Onların istediğinin eleştirel düşünce demek olmadığını anladık. ‘Tek adam ve diktatörlük’ üzerinden Erdoğan’ı eleştiren ama Kemalizm’e yaslanan bir kişinin duruşu ve eleştirisi hiç samimi değildir.

Yusuf YAVUZYILMAZ