The present life is nothing but show and frivolity.

Mushaf, 6/32 (Tarif Khalidi)

Tehlikeli şiir okur
Dünya’ya sataşırım ben

Beni soracaklar
Beni bulacaklar
Beni yoracaklar
Beni tutacaklar
Beni atacaklar
Sonra kıyacaklar
Geceden karanlık sebebim Geceden mülteci k[a]derim
Korkarım …

Gülten/Ahmet Kaya

Ya da yine: insan yaşamaktan sevinç duyar, büyük umutlar içinde yaşar, kendisini başkalarında bulur. Yaşamak bir mutluluk olur onun için. Daha başka bir zaman eziyet halini alır. Yaşamak yarım kalmışlıklarıyla birlikte ıstırap verir ona; hayatın her gün onun karşısına ‘çıkardıkları’ ezer geçer insanı. Çaresizliğin hüküm sürdüğü saatler gelir ardından; üzerine doğru gelenler sıkıştırır, geriye iter onu. Bazı şeylerden vazgeçmek zorunda kalır, diğer bazı şeyler kucağına düşer ama. Yakın olduğu, aynı yolda aynı yönde yaşadığı insanlar yabancılaşır birden; daha başkaları yakın çevresine dahil olur aniden. Onlara döker içini sonra, dost olur onlarla, sever onları sevilir. İnsan diğerleriyle olan birlikteliklerinde büyür. Ve bütün bu yaşamakta insan kendisi için de hazır bulunur bazen. 

Oder wieder: man freut sich am Leben, lebt in großen Hoffnungen, gibt sich aus an andere. Es ist eine Lust zu leben. Dann ist’s wieder eine Qual. Man leidet am Leben und seinen Unvollkommenheiten; man wird erdrückt von dem, was es taeglich ‘bringt’. Es kommen Stunden der Verzweifelung; man ist zurückgestoßen von allem, was sich aufdraengt. Auf jenes muß man verzichten, anderes faellt einem in den Schoß. Menschen, denen man nahe stand, mit denen man in einer gemeinsamen Richtung lebte, werden einem fremd; andere treten in den engeren Bezirk des eigenen Lebens. Man spricht sich ihnen gegenüber aus, befreundet, liebt sich. Man waechst selbst in der Gemeinschaft mit anderen. Und in all diesem Leben ist man selbst zuweilen für sich selbst da.

Martin Heidegger

Existenz ist der Titel für die Seinsart des Seienden, das wir je selbst sind, das menschliche Dasein. Eine Katze existiert nicht, sondern lebt, ein Stein existiert nicht und lebt nicht, sondern ist vorhanden.

Kendi dışında var durmak, tek tek olmak-da-olduğumuz olmak-da-olanın olmak türüdür, Dasein’ın, insanın yani. Kedi kendi dışında var durmaz, yaşar, taş da, o yaşamaz da ama, el altında olur, yer kaplar.

Martin Heidegger

Heidegger

Kendim olabilirim, ama kendim değil de, dolayısıyla nasıl olacağıma karar vermem düşer herkesin içine, dünyaya kaybolur sonra da herkesin içinde herkesle birlikte açarım. Bu kolaydır, yormaz da. Düzgün, saygın, terbiyeli bir vatandaş olurum, herkesin içinde herkesle birlikte nasıl yaşanırsa öyle yaşar giderim. Bir karım olur mesela, bir de evim, çocuklarım, arabam, komşularım, bir dinim, bir işim, bir Allah’ım, tuttuğum bir takım, bir bayrağım, sevdiğim bir yazar, aile hekimim, Sezen’i üzmeyelim, hatta bir kedim. Sevmediğim, nefret ettiğim akrabalarım, bir yazlığım, yalnızlığım, bir kışlığım, bir bahar tatilim. Ya da sefaletim, açlığım, onursuzluğum, 1 doların 11 yeni Türk lirası ettiği bir memleketim, vatanım. Bir dünya liderim. Herkes ne yaparsa onu yaparım sonra, bulursam herkesin giydiğini giyerim, bulursam herkesin yediğini yerim, bulamazsam şükreder çıplak gezerim. Herkes gibi eğlenir, herkes gibi konuşur, herkes gibi oturur kalkarım, herkes gibi kenefe gider, hacetimi def eder, siler temizler herkes gibi dua ederim. Aşağı yukarı aynı şeyleri isterim, herkesin hayallerini kurarım. Yorulurum herkes gibi. Bazen herkesi kaybeder gibi olmaz değilim hani, olurum tabi, bulur gibi olurum kendimi yani, de hemen çıkar herkes o iş öyle olmaz der, uyarır, kulaklarımı çeker, teşekkür ederim ben de, herkese gelir, herkese döner, herkes gibi yoluma devam ederim. Herkes gibi yaşar, herkes gibi yaşlanırım son tahlilde. Emekli olurum herkes gibi sonra, yavaş yavaş sona gelirim, perdeler inmeye başlar ve son noktayı koyma vakti gelir. De herkes gibi ölemem ama. Ölümümle karşı karşıya geldiğim ve kaldığım noktada ancak ve zorunlu olarak kendime gelirim. O işi herkese delege edemem maalesef. Herkes ölür, ama herkes ölmez işte, sen ölürsün, ben ölürüm. Ben ölümümden bu yana ben olurum o halde, ben oradan gelirim kendime, ben olur sonra da geri döner oraya, geldiğim yere, ölmeye doğru yola çıkarım. Orayla ilişkimi görünür tuttuğum sürece ben kendimde kalırım, kaybedersem gözden onu herkes olurum. Hz. Peygamber‘in ölümü çokça hatırlayın demesi buradan bakınca değişik bir boyut kazanıyor, nitekim bu sözü herkes değil kendiniz olun ve kendiniz ve kendinizde kalın olarak okumak ve anlamak da mümkündür. Zorunludur hatta. Ölümle birlikte sonlu oluşum, sadece mümkün oluşum girer devreye, belirsizlik haddizatında, ne zaman gideceğimi bilmiyorsam, nerede, nereye gideceğimi, niçin gideceğimi, nasıl gideceğimi, nerede, nereden geldiğimi, nasıl geldiğimi, niçin geldiğimi bilmiyorsam, birileri göndermiş demektir, bana sormadan, haddizatında birileri atmış gitmiş demektir. Bunu bir imkan olarak görebilirim, kendimi üstlenir, atılmış beni düştüğü yerden alır kaldırır, sırtlanır, atar tasarlar, bu imkanı kullanabilirim, kullanmayabilir geri de dönebilirim ama, yani herkese. 

Camus Sartre

Hannah Arendt‘in 23. Şubat 1946’da French Existentialism adında bir makalesi yayınlandı, Fransız Varoluşçuluğu. Bu başlık altında yeni bir hareketten söz ediyor orada, new movement, ve söz konusu hareketin başat temsilcileri olarak, chief exponents, Jean-Paul Sartre ve Albert Camus‘yü öne çıkarıyor. Modern Alman felsefesinden iktibas edilmiş bir başlıktır bu ona göre, the term comes from the modern German philosıophy. Fransız Varoluşçuları birçok meselede farklı düşünseler de diyor Arendt devamla, iki temel noktada hemfikirdirler ama, are united on two main lines of rebellion: bir tarafta dirençle kendilerinden uzak tuttukları, karşı çıktıkları, l’esprit sérieux, yani peccatum originale olarak gördükleri, the original sin, saygınlık, respectability, diğer tarafta dünyayı olduğu gibi, … the world as it is …, doğal ve insan için önceden belirlenmiş yaşam alanı olarak kabul etmeme öfkesi ve inadı, angry refusal to accept as the natural, predestined milieu of man. Saygın kişi kendisini, mesela, işletmesinin idarecisi, dairesinin amiri, bir baba ya da bir eş olarak görür ve böyle davranarak toplumun, öylesine, icat edip dağıttığı mümkün bir işlevi kendisi için kabul ederek üstlenir. Arendt’e göre l’esprit sérieux bu bağlamda özgürlüğün dibine kadar hayırlanmasıdır, the very negation of freedom, nitekim topluma girerken, dahil olurken, kapıda zorunlu olarak girmesi gereken şekle, maruz kaldığı deformasyona, the necessary deformation, rıza gösterir kişi bu şekilde. De bu bir ikiyüzlülüktür aslında, mauvaise foi, bad faith, nitekim o en içerde, in his own heart, bilir ki oynadığı kişi kendisi değildir, sadece olmaya, oynamaya çalıştığıdır, hem de en iyi şekilde. En iyi oynayan, kendisini buna en iyi inandıran, mauvaise foi, bad faith, kazanır bu işi nitekim. Sartre L’être et le néant‘nun bu iki yüzlülüğü tasvir ettiği bölümünde, les conduites de mauvaise foi, bir kafede bir garsonu gözlemler, considérons ce garçon de café, ve onun hareket ve davranışlarını en ince noktasına kadar resmettikten sonra bitirir: il joue à être garçon de café, o sadece bir kafede bir garson olmayı oynuyor. Bu yaşarken üstlendiğimiz, dolayısıyla toplumun hazır ve nazır tuttuğu ve bize dışlayıcı olarak tercih hakkı bıraktığı, hani ne dersiniz siz Türkler, kırk katır mı, kırk satır mı, işlevlerin hangisinde olursa olsun böyledir. İçeri girebilmek için bir kostüm şart, bir maskeli balo haddizatında hayat, Allah’ın dediği gibi bir şov. TRT’nin çektiği tarihi dizilerden herhangi birisi yani. Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak bu olsa gerek. Immanuel Kant‘ın kategorileri gibi haddizatında, Anschauungen ohne Begriffe sind blind, işlevler yoksa siz de yoksunuz, katagoriler olmaksızın baktıklarınızı göremediğiniz gibi, işlevsiz de kimse göremez sizi. Görünmek için bir şekle girmeniz gerekir. Evet ama o zaman baş kapıcı olamam artık eğer gireni çıkanı karıştırırsam, ja, dann kann ich aber nicht mehr Oberportier sein, wenn ich die Leute verwechsle diyor ya Franz Kafka‘nın Amerika‘da ki onur abidesi, most dignified, kahramanı, öyle işte. L’esprit sérieux Camus’nün L’Étranger‘sinin merkezi meselesidir, the central topic, der Arendt. Camus’nün yabancısı, the stranger, ortalama bir adamdır, average man, toplumun mış gibi ciddiyetine direnen, refuses to submit to the serious-mindedness of society, onun kendisine dayattığı işlevleri üstlenmemekte inat eden bir adam, refuses to live as any of his alloted functions. Annesinin cenazesinde bir evlat gibi davranmaz mesela, does not behave as a son, ağlamaz. Bir eş gibi de değil, dolayısıyla ikiyüzlülük yapmadığı, kendisinden bekleneni vermediği, etrafına uymadığı için bir yabancıdır o, because he does not pretend, he is a stranger. Ve topluma karşı takındığı bu … do not consider me ‘one of you’, ‘don’t count me in’ (Jacques Derrida) tavrı onun hayatına mal olur en sonunda, he pays with his life. Kendisinden beklenen rolleri üstlenmemekte inat ettiği için sadece ötekilerden değil ama, kendisinden, kendisiyle de kopuktur. Diğerleri dinlemez onu, o konuşamaz onlara. Haddizatında hayat bizzat bu denli anlaşılmaz, söylenemez, Ludwig Wittgenstein‘ın ifadesiyle bir Rätsel, das Mystische, mistik bir bulmaca, a mystery, olduğu için belki de bu kadar güzel ve iyileştirilmeye gerek duymayandır onun için. Büyüsünü bozmaz onun, anlamaya çalışmaz, iyileştirmez ve güzelleştirmez, içinde kaybolur gider. İnsan evsizdir dünyada en sonunda, transzendental obdachlos, tabansız tavansız, kapı duvarsız, çatısız, penceresiz camsız. Sessiz ve soğuk bir çöl gibi adeta. Gott ist tot. İnsan per se, an sich, haddizatında yani, buralara yabancıdır işte, içine düştüğü bu çukur, birilerinin onu içine attıkları bu kubur, ona uygun değildir, maalesef, o ve dünya aren’t compatible. Çocukken yaz tatillerinde kedilere attığım taşlar gibi, kedileri ıskaladığımda Camus’nün insanı gibi kendilerini aniden ait olmadıkları bir oturma odasının merkezinde bulan taşlar gibi. İnsan da öyle işte. Rene Magritte‘in köprüde oturan şehrin göbeğindeki aslanı gibi bir nevi. Allah’ın elinden kayıp da ait olmadığı bir yere düşmüş gibi sanki. Camus’ye göre saçma olan tam olarak budur işte, Sisyphos‘un sırtındaki kaya, conditio humana. Hepsi fuzuli, gereksiz hepsi, çok fazla, de trop. … the world in general and man as man are not fitted for each other; that they are together in existence makes the human condition an absurdity. Ne bir başına insan, ne de bir başına dünya, saçma olan ikisi bir arada. Yanlıştan doğru, saçmadan da anlam çıkmaz; nafile, boşuna.

Mustafa KÜÇÜKHÜSEYİN