İlk kez 1981 yılında basılan ‘İslam’ın Bugünkü Meseleleri’ adlı kitap, Türk düşünür Prof. Dr. Erol Güngör tarafından te’lif edilmiştir.

‘İslam’ın Uyanışı’ başlıklı ilk bölümde farklı ‘uyanış’ telakkilerinden bahseden Güngör’ün, bu uyanış yorumlarından her birinin iyice tespit ve teşhis edilmesi gerektiğini vurgular. İlk yorum olarak çeşitli İslam ülkelerinde ortaya çıkan petrol zenginliğinin, Batının enerji bağımlılığı karşısında bu ülkeleri avantajlı hale getirdiğinden, bunun da Allah’ın Müslümanlara takdir ettiği bir nimet olarak gören yorumdan bahsetmektedir. İkinci yorum olarak Batıdaki sosyal, ekonomik ve kültürel ideolojilerin iflas etmesi sonucu İslami kimlik arayışlarından; üçüncü yorum olaraksa, İslâmî uyanışın yeni olmadığı, Batılıların yanlış telakkileri yüzünden yeniymiş gibi algılandığına yönelik tavırdır.

Öte yandan Güngör’e göre İslami bir uyanıştan bahsetmek, onun yakın zamanlara kadar derin bir ‘uykuda’ olduğunu kabul etmek anlamına gelecektir. Uyanış hakkında pek çok farklı görüş olduğu gibi haliyle, uykuda olduğu kabulünün de birden fazla varyantı bulunmaktadır. Güngör, hepsinin birden doğru olamayacağını bu yüzden kendi teorisini ortaya koymaya çalışacağını ifade etmektedir. ‘İnsanların dine bağlılıkları azaldığı için İslam dünyası geri kaldı’ şeklinde formüle edilen popüler telakkiyi zikredip, bunun mantıki açıdan kusurlu olduğunu ve insanların dine bağlılığının zaman ve şartlara göre değiştiğini söylemektedir. O, toplumun ilerleme veya gerilemesinde dine bağlılığın etkili ancak şart olmadığını iddia eder. Bu bölümün ilerleyen safhalarında medrese-sufi uzlaşmasını, sufiliği ve sünniliği izah eder. Güngör’ün kanaatine göre, medresenin müsbet ilimlerden uzaklaşması, İslam medeniyetindeki çöküşü hazırlamış ve Moğol istilasının aynı vakte rastlaması ise zihinleri karıştırmıştır, halbuki istila, çöküşün sebebi değildir, İslam dünyası zaten hamle gücünü kaybetmiştir.

Avrupa, Hıristiyanlık ve İslam’ başlığını taşıyan bir alt başlıkta, Batı’nın çokça övündüğü rasyonalizm ve hümanizmin hakikatte Batı medeniyetinin ‘özünü’ bozduğunu iddia etmektedir. Medeniyetlerin doğup öldüğünü ancak; yıkılan medeniyet içerisinden, onun enkazı üzerinde yeni bir medeniyet kurulduğunu ifade eder. İslam’ın bir medeniyet olarak çökse de yaşama gücünün oldukça güçlü olduğundan ve hatta Batı medeniyeti karşısında bir alternatif olarak parlamaya başladığından bahseder.

Güngör’e göre Hıristiyanlıkta mevcut olan ‘İsa’nın hakkı İsa’ya, Sezar’ın hakkı Sezar’a’ şeklinde ifade edilen laiklik ilkesi, meselenin biraz daha derinine inildiğinde mümkün değildir. Esasen Hıristiyanlıkta da böyle bir ayrılık olmamıştır. Bu bölümde Güngör, Batı’da eşitlik, hürriyet, demokrasi gibi fikirlerin tarihi gelişimini ele almaktadır.

Zihnin ve Hayatın Düzeni’ başlıklı ikinci bölüme ‘İslam Felsefesinin Bakışı’ başlığıyla başlayan Güngör, Avrupa’nın ilim ve fende ilerleyişi ve terakki kavramıyla ilgilenmekte, tecrübe ve yakîn gibi bilgi edinme türleri üzerinde durmaktadır. Batı medeniyetinin insanları makineleştiren bir teknoloji putuna esir olmasını eleştirirken, Hıristiyanlığın buna engel olamadığını iddia eder. Güngör’e göre İslam’ın makineleşmeye karşı getireceği çare teknolojiyi reddetmek değil, onu daha yüksek bir değer sisteminin emrine vermek olacaktır.

Bocalamalar bölümü, ‘İslam, milliyetçilik ve sosyalizm’ alt başlığı ile başlamakta, İslam’ın kar, ticaret, sosyal adalet vb. konularda birtakım umumi prensipler koyduğunu ancak bunlardan tam anlamıyla bir iktisâdî doktrin çıkarabilmenin tartışılabilir olduğunu ifade etmektedir. ‘İslam ülkelerinde sosyalizmi günün konusu haline getiren başlıca sebep, büyük ülkelerin hegemonyasından yeni çıkmaya başlayan birer geri kalmış ülke olmalarıdır.’ demektedir. Batı bloğu dışında kalan ülkelerin emperyalizme tekrar kapı açmamak için liberal-kapitalist iktisadi sistemi kullanmadıklarını, ancak yine bir Batı mahsulü olan sosyalizmi uyguladıklarını, bunun da başka bir tezat oluşturduğunu ifade etmektedir. Bu minvalde, Mısır, Cezayir, Gana gibi ülkeleri analiz ettikten sonra İslam ve Sosyalizm arasındaki ilişkiye değinmektedir.

Allah’ın İpine Sarılmak başlıklı dördüncü bölümün ilk başlığı Çokluk İçinde Birlik I – İttihad-ı İslam ve Hilâfet başlığında İslam aleminde İslam birliği cereyanı ile milliyetçilik hareketlerinin aynı zamanda rastladığını ifade etmekte ve bunun zahiri bir ‘garabet (ilginç bir durum)’ olduğunu söylemektedir. Bu bölümde hilafetin Osmanlı’ya geçtiği 1517 yılından başlayarak hilafet, İslamcılık ve Milliyetçiliğin ortaya çıktığı tarihsel süreci aktarır.

Abdullah YARGI