Yer Mardin. Yıl 1394. Tarihin gördüğü en büyük hükümdarlarından olan Emir Timur Mardin’i fethetmek üzeredir. Tarihi boyunca fethedildikten sonra hep yerle bir edilen Mardin yine aynı durum ile karşı karşıyadır. Fakat bu kez farklıdır. Emir Timur Mardin’e girdiğinde Mardin halkını bağışlamıştır. Bunun sebebi ise Emir’e gelen bir doğum müjdesidir. Emir Timur’un oğlu Şahruh’un bir oğlu olmuştur. Bu Emir’in torunun adı Mirza Muhammed Toragan’dır. Fakat insanlık âlemi onu bilge hükümdar Ulug Bey olarak tanıyacaktır.
Ulug Bey dedesi Timur tarafından çok sevilmiştir öyle ki dedesi sonsuz ihtiraslarla dolu bir hükümdar iken kendisinin ilgisi bilim ve sanata yöneliktir. Ulug Bey Timur’un sarayında bulunan bütün mirzalar gibi çok iyi bir eğitim alarak büyüdü. 11 yaşında Kur’an-ı Kerim‘i hatmettikten sonra matematik ve astronomi ile tanıştır. Hocası Gıyaseddin Cemşid El-Kaşi’ye göre matematik ve astronomi ilminde derin maharet sahibi idi. Aynı zamanda fıkıhta, mantık ve edebi sanatlarda da kendini geliştir aynı zamanda çok iyi bir müzisyendir. Ulug Bey ismini ona babaannesi olan Saray Mülk Hanım, küçük yaşından itibaren zekâsı ve soylu tavırlarıyla diğer kardeşlerinden ayrılması sebebiyle vermiştir. Dedesi Emir Timur, hükümdar özelliklerini gördüğü Ulug Bey’i erken yaşta ödüllendirerek Moğolistan’ın idaresini kendisine verdi.
Emir Timur’un 69 yaşında Çin seferinde hayatını kaybetmesi üzerine yaşanılan taht kavgasından galip çıkan Ulug Bey’in babası Mirza Şahruh olmuştur. Hükümdar olan Şahruh ise oğlu Ulug Bey’i de Semerkant ve Buhara valisi tayin etti. Semerkant ki 15. Yüzyılda görkemli sarayları ve bahçeleri ile dünyanın bütün zenginliğinin aktığı şehirlerden biriydi.
Dünyanın hünerli sanatkârları, maharetli ustaları, parlak zekâları bilim insanları bu kentte toplanmışlardı. Kimisi kendi isteği ile kimisi ise Emir Timur’un isteği ile.
Ulug Bey’in buralarda yaptığı ilk iş kendi adını taşıyan iki büyük medrese açmak oldu. Ulug Bey mecbur kalmadığı sürece savaşlardan ve tartışmalı siyasi durumlardan uzak kalmıştır.
Semerkant’a akan zenginliği genellik ile medreselere ve bilimsel araştırmalara harcadı. Semerkant’ta bulanan medresenin başına Bursalı Kadızade Rumî’yi atadı. Ulug Bey’in kendisi de bu medresede dersler veriyor ve tartışmalara katılıyordu.
Semerkant Rasathanesi tamamlandığında ise başına Gıyaseddin Cemşid El-Kaşî’yi getirdi. Bu rasathanenin çalışmaları sonunda tarihte Batlamyus’tan sonra ikinci büyük yıldız kataloğu tamamlanmış oldu.
Yıldızların belirli zamanlarda ki yerlerini, hallerini gösteren bu eser Zîc-i Ulug Bey yani Ulug Bey’in Yıldızlar Cetveli olarak tanındı. Bu eser 48 takımyıldızının içinde bulunan bütün yıldızların koordinatlarından bahsettiği gibi o güne kadar yapılmış çalışmalardaki yanlışları da düzeltiyordu. Öyle ki bu eser 17. Yüzyılda teleskobun astronomiye uyarlanmasına kadar orta çağ astronomisinin son sözü olarak tarihte yerini aldı.
Eser Ulug Bey Yıldızlar Cetveli olarak tanınsa da rasathanede bulunan tüm bilim insanlarının büyük katkısı ile oluşmuştur. Keza burada ki bilim insanları ile beraber oluşturduğu ekip Dünya’nın dönüş zamanını 365 gün 6 saat 9 dakika ve 6 saniye olarak hesapladı. Bu süre ile NASA’nın yapacağı asırlar sonraki ölçüm ile sadece 58 saniyelik bir fark çıkacaktı.
Ulug Bey matematikçi aynı zamanda hocası olan Gıyaseddin Cemşid ile 1 derecelik sinüs açısını değerini tam olarak hesaplayarak modern trigonometriye büyük katkı sağlamıştır.
38 yıl Semerkant valiliği yapan Ulug Bey babası Şahruh‘un vefat etmesiyle hükümdar oldu. Ulug Bey tahta iken kendisinden uzak tuttuğu oğullarından olan Abdullatif’ten hiç beklenmedik bir darbe aldı.
Oğlu Abdullatif’in çıkardığı isyanı bastırmak için çıktığı seferde Abdullatif tarafından yenilgiye uğratıldı. Bu seferi kaybeden ve isyanı bastıramayan Ulug Bey tekrar Semerkant’a döndü fakat şehri emanet ettiği Miran Şah tarafından şehre kabul edilmedi. Oğlu AbdulLatif’e güvenerek ona teslim oldu. Tüm yetkilerini kabul eden Bilge hükümdar oğlundan hacca gitmek için izin istedi.
Hac kafilesi Semerkant’tan ayrıldı fakat şehirden gelen bir haberci kafilenin Ulug Bey’in şanına göre uğurlanmadığı, tekrar bir uğurlama yapılması gerekçesi ile yakın bir köyde konaklanması haberini iletti. Aslında Ulug Bey köyde kendisini neyin beklediğini fark etmişti. Köyde konakladıktan sonra elleri bağlanan Ulug Bey bir celladın kılıç darbesi ile vefat etti.
Ulug Bey’in canına kıyanlar için Acem yazarlar “Onun canına kıyanlar Eflatunun bilgisi ve Feridun’un haşmetini taşıyan bir bilgeyi öldürdüklerinin farkında bile değillerdir.” demişlerdir. Ulug Bey’in naaşı Semerkant’ta Emir Timur tarafından yapılan anıt kabirde 1941’de keşfedildi. Elbiseleri ile defnedilmesi ise onu şehit mertebesinde bulduklarının göstergesiydi.
Dedesi Emir Timur Kılıcı ile fethederken Ulug Bey ise kalemi ile gökyüzünü fethetmişti. Öyle ki Ay’ın görünen yüzündeki kraterlerden birine onun ismi verilmişti. Ulug Bey’i anlatmaya çalıştığımız bu yazıyı yine Ulug Bey’in Zîc-i Ulug Bey’ de söylediği şu cümle ile bitirelim.
“Bıraktığımız izler ne olduğumuzu gösterir.”
Muhammed Ali ASLAN