Yaratılışımız gereği hepimiz farklı özellikler taşırız. Aslında  kimliğimizi oluşturan, bizi biz yapan da bu farklılıklarımızdır. Hayata böyle bakar olayları bu çerçevede görürüz.

Mesela idealist bir bireyseniz bu sizi daha eleştirel yapar. Dolayısıyla daha iyi bir gözlemci olursunuz. Çünkü ideali aradığınız için hatalar ve yanlışlıklar sizin hoşunuza gitmez hatta iyi olan bile hoşunuza gitmeyebilir çünkü daha iyisi  her daim yapılabilir. Ben de kendimi bu idealist grupta görüyorum. Bunun getirisi olarak kendimi bildim bileli hep daha iyinin nasıl olacağını düşünürüm; dolayısıyla zihnim genelde ayrımlarla işler.

Sıklıkla bir konu hakkında” ideal nedir?” sorusunu sorup “şu davranış iyidir veya kötüdür”, “şunun olması iyidir veya kötüdür” diye yargıda bulunurum. İlimle iştigal etmem hasebiyle ideal talebe ve ideal alim de değişmez gündemlerimden birisi.Bahsettiğim süreci biraz somutlaştıracak olursam dersinize bir hoca gelir ve onu çeşitli açılardan gözlemlersiniz… Ardından belirli yargılarda bulunursunuz.

Örneğin; “Öğrencinin seviyesine inemeyen bir hoca anlatım sürecini başarıyla gerçekleştiriyor sayılamaz ve bu durum da onun iyi bir hoca olmadığını gösterir.Yahut meseleyi muhatabın zihnine kolayca almasını sağlamak için onu farklı örnekler ile açıyor ve bunlar arasındaki bağlantıları güzelce izah edebiliyorsa. Bu durum onu öğretebilmek noktasında iyi bir hoca yapar.” gibi.

Elbette bu kritik etme sürecinden en çok nasibini alanlar değişmez gündemim dediğim ilim taliplileri ve alimler. Daha önce bununla ilgili bir yazı yazmıştım. Birisi Alim mi Dedi?‘ başlıklı yazımı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Bugün yine benzer şekilde bir olay üzerinden alimin kimliğini ele alacağız…

Âlim, Haysiyetli Adamdır

İslam alimi haysiyetlidir.

Tek cümle ile özetleyecek olursak “Alim haysiyetli adamdır.” diyebilirim. Peki neden böyle dedim? Acaba kullandığım haysiyet kelimesi ilk duyduğunuzda zihninizde canlandığı şekilde bir anlamı mı ifade ediyor yoksa ona başka bir anlam yükledim ve sözün anlaşılması için önce bunun mu bilinmesi gerekiyor? Peki haysiyetli-haysiyetsiz ayrımını nasıl yaparız? gibi sorular zannediyorum ki ilk akla gelenler ve muğlak olup izaha ihtiyaç duyulan hususlar. Haydi başlayalım.

Haysiyet kelimesi her ne kadar Türkçede değer, özsaygı, saygınlık ve itibar anlamlarına gelse de ben bu anlamı kastetmiyorum. Okuyanların birçoğunun bilmediği veya bilenlerin de daha önce düşünmediği bir bağlantıdan yola çıkarak haysiyete yeni bir mana yükledim. Sözün doğru anlaşılması için bu bağlantıyı ve kazandığı anlamı bilmek gerekiyor. Zaten üstüne söz söylemeye gerek kalmayacaktır diye umuyorum.

Ezher Üniversitesi‘nden mezun aynı zamanda Türkiye’de önemli üstadların rahle-i tedrisinden geçmiş bir hocamızla bir dönem akaid dersi yapıyorduk. Ders esnasında bir yandan da hocaya güncel meseleleri sorardık. Hocanın çok güzel bir cevap verme usulü vardı ve bu hiçbir zaman değişmezdi. Cümlelere şöyle başlardı. من حيث كذا و كذا (min haysu keza ve keza…) veya من حيث هو هو (min haysu huve huve..)

Bir şey dikkatinizi çekti mi? Sizin çekmediyse de o zamanlar benim dikkatimi çekmişti. O da حيث“Haysu” kelimesi. Genelde “Öyle ki” diye çevirdiğimiz bu kelime cümle içindeki durumuna, önündeki veya arkasındaki kelimeye göre farklı anlamlar kazanabiliyor. Gelelim hocamıza, özetle diyordu ki; “Böyle böyle olursa şu hüküm çıkar ama şöyle şöyle olursa şu hüküm çıkar veya şöyle şöyle olursa da o zaman hüküm böyle olur.

Bence bu ilmi derinliğin ve alimliğin bir göstergesi idi. Çünkü bilgisi sathi değildi; meselenin tüm yönlerini hesap ediyor ve ona göre konuşuyordu. Bunun hükmü nedir dediğimizde hemen ‘Bunun hükmü şudur.‘ demiyordu. Çünkü biliyordu ki mesele o kadar basit değildi. Vereceğimiz hükmü etkileyen birçok etmen vardı ve bunları hesaba kattığımızda iş farklı boyuta gelebiliyor buna bağlı olarak da hükmü değişebiliyordu. Yani meselenin ayrım noktalarını çok iyi kavramıştı. Bu da ancak meseleyi ihata etmekle,  meseleye dair vukufiyet sahibi olmakla mümkün hale gelen bir durum.

Peki köprünün diğer tarafında kimle veya neyle karşılaşıyoruz. Yüzeysel, aceleci ve tepkisel cevaplar. Bu açıdan “haysiyeti olmayan” yani meseleleri kendi içindeki detaylarıyla birlikte değerlendiremeyen, tekdüze tepki gösteren kişi alim olamaz. Çünkü asıl ilim ve alimlik detayda gizli.

Yüzeysel bilgiyi “Google Amca” da verir. Birkaç kitap okuyup bir konu hakkında genel bilgi alabilirsiniz ama bunun adı alimlik değil. Alimlik onu özümsemek demek konuya vakıf olmak, derinlemesine nüfuz etmek demek.

Konuyu daha da anlaşılır kılmak adına hepimizin anlayabileceği basit bir örnek vereyim.

Mesela birisine futbol oynamak caiz mi dersiniz?

Cevaben der ki; ‘Biz Kur’anda futbolu yasaklayan bir şey görmüyoruz. Bu caizdir.

Bir başkasına sorarsanız aynı soruyu size vereceği cevap şöyle olabilir:

Futbol oynamak dediğimiz şey birçok meseleyi içinde barındırıyor o sebeple caizliğini konuşurken öncelikle bu meseleleri konuşmamız gerekir. Sonrasında buna göre hüküm veririz. Mesela futbol oynarken giyilen kıyafetlerin tesettüre uygunluğunu da ele almamız gerekir. Oynadığınız vakti de düşünmek gerekir. Örneğin namaz vakti geçecek sen oyuna başlarsan bu doğru olmaz. Oyun esnasında küfürler havada uçuşuyorsa veya kavgalara sebep olacaksa bunu da düşünmemiz gerekir. Oynadığınız mekan ve diğer insanların etkilenmesi de ayrı bir bahistir.

Örneğin yan tarafta yaşlı bir hasta veya yeni uykuya dalmış bir bebek varsa siz de bağıra çağıra oynuyorsanız elbette bu durumların da hesaba katılması gerekir. Oyun sonucunda kaybeden kazanana bir şey almak zorunda kalıyorsa bu bir nevi kumardır ki bunu göz önünde bulundurmak gerekir gibi gibi…

İşte hocanın üslubu meseleyi ele alış biçimi de tıpkı böyleydi. İşin kilit noktası olan “Min haysu” ifadesi kafamda net bir cümle ile meseleyi kodlamamı sağlamıştı. Alim “HAYS“iyetli adamdır. Min “HAYS”u ile konuşur ve meseleyi böyle değerlendirir.