Bizim olmayana, bizim kendine ait olduğumuza doğru bir düzlem gözlemlesek, somut belirtilere itibar eder miydik? Ancak farkındayım, bunu konuşmadan önce “gereklilik” üzerinde durmalıyız. Niçin kavrayamadığımız bir şeyler bizlere bindirilmiş, yükümlülüğümüzün dozajı işbu orantıya dayandırılmıştır? Bunu tasrih etmeksizin bireyin anlamına ve açılımına dair söyleyeceklerimizin havada kalacağını düşünüyorum.

Ardı arkası kesilmez sorular, son tahlilde mahrem bir alanı oluşturuyor. Mahrem yani dışarıya yasak, bana özgü, sır. Öyleyse mahremi ifade etmek, bana has kılınanı benim dışımdakilerle paylaşmamı sağladığı için yasak bir argüman haline dönüşüyor. Kim bilir İbn Arabi belki de bundan dolayı ‘Sır, henüz söylenmemiş olandır.‘ diyor.

Evet, “muhayyer” bırakılmış olma özelliğimiz önümüzde seçeneklerin bulunduğunu ve bizim de tercih hakkına sahip olduğumuzu belirtir. Bu tercih bize sunulanların dışında olamaz. Yani biz, bize sunulan imkanların, olanakların dışında bir tercih yapma durumuna giriştiğimizde mahremi teşkil eden alanın dışına çıkmış oluruz. Etrafımızın çevrelenmiş oluşunu, belli sınırlar ile örüldüğümüzü bu minvalden ayrık bir referans ile anlamaya çalışmanın sakınca içerdiğini düşünüyorum.

Şimdi, söylediklerimi şiire uyarlarsak, onun, bir nevi “rahatsız olma” veya “memnuniyetsizlik”ten kaynaklandığını da belirtmemiz gerek. İlahi olanın bizlere sunduğu ölçüye nispetle insanların diğer insanlara sundukları, memnun olmama kanaatine ulaşmamızda başı çeken etkenler arasında. Şiir, bunu dile getiren eylem olma özelliğini taşıyorsa -ki öyledir- rıhtımda yüklendiği eşyayı meydana taşıyan kambur bir adam gibi alnından sicim sicim ter akıyordur. Kendi lümpen tavırlarını şiirle örtmeye çalışanlara karşı benimsediğimiz anlayış tarzı, onlar alnından ter boşalan adama çelme takmaya çalıştıkları için gadre mahal bırakmaz. Yanıt, yine şiirden gelir.

Bunu söylerken Cahit Sıtkı’nın Ziya Osman’a bir mektubunda söylediği ‘İnsanlar fiziki kusurlarını şiirdeki estetik yoğunluk ile örtmeye çalışabilirler.‘ cümlesine atıfta bulunmuyorum. O, bir sanat anlayışıdır ve kendi içinde haklılık payı barındırabilir. Fakat bahsettiğim şey şiirin bizim için varlık kriteri olduğunu görmek istemeyenlere matuftur.

Biraz da ironik olarak Oğuz Atay ‘Beyler burada oyun oynamıyoruz. Acı çekiyoruz.‘ diyor.

Sırrın henüz söylenmemiş olduğunu İbn Arabi’den nakletmiştik. Öyleyse şiirin söylediği sır değil midir veya sır ise cezası ne olmalıdır? Ki mahremi ifşa etmenin bedeli yine şiirle ödensin.

Yusuf Aydın