Daha önce ne denli sorumlu olduğumuzdan söz etmiştim. Eskilerin deyimiyle “layüs’el” (kendisinden sorulmaz) olmadığımızı biliyoruz. Bunun üzerine bir de minnettarız. Belki her an teneffüs ettiğimizden önemini unuttuğumuz nefes için minnettarız. Hani Şeyh Sadi ‘Her nefeste iki şükür vaciptir‘ demişti bir vakitler. Doğruydu merhum Sadi’nin söylediği. Ona gidilen nokta ise teşekkürdü. Hatta teşekkür bir basamak olarak önümüzde duruyor. Şükre bir basamak… Nitekim Peygamber dilinde “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a şükretmez.” meyanında bir ifade mevcut.

Telakkimiz bir bütün olduğu için teşekkür dahil konuşmamız gerekiyor. Fakat bu iş gele gele modern dönemin melul algısına hapsoldu. Onun sınır tanımaz mekanizmasının saldırılarına her gün maruz kalıyor. Dejenere olmuş toplum hayatı, bu işleyişin sermaye devşirdiği bir piyasa halinde. Şikayetçi olduklarımızın bir piyes olmadığı gerçeği varken, mutlak manada bahtiyar olamayacakken, hangi hülyalar bizi bu sahilde terk etti? Sahi metruk (terk edilmiş) ve yıkık halde bulunmak kabul edilebilir bir durum mu ? Oysa yıkılmış bir evin yeniden inşası gibi tuğla tuğla örmek düşmez mi evi?

Evet, kanımca tekamül en çok bu devrede olur. Çünkü eksik olan bir şey gelişime açıktır. Bu bağlamda nefesin kadri, şükrü gerekli kıldığı gibi medeniyetin önemi toparlanmayı zorunlu kılıyor. Yani yazgımızın bizi yükümlü hale getirmesi hem bireyi hem toplumu çetin bir mücadeleye davet ediyor.

Gündelik hayatın günümüz insanı için “Berlin Duvarı” gibi duvarlar ördüğü doğru olsa da, birtakım zihniyetlerin mahsulü olarak dış etkenleri tek etken olarak görmek doğru olmasa gerek. Düşerken de etkendik kalkarken de öyle olacağız. Güneş battıysa yeniden doğacaktır. Biz hem ona şahidiz hem onun amiliyiz. Hem birileri o güneşin doğmasından endişe ediyorlarsa da ondan istifade edecek olan yalnızca biz değiliz, tabi o birileri -yani İslam karşıtları- mahrem İskandinav bölgesinde değillerse. Yani bir nevi -bu dünyayla kayıtlı olmamak şartıyla – neticesini zafer olarak umduğumuz bir savaşımın ödevini yerine getirmekten başka emelimiz hayat bulmuş değil.

Evet, bu kanlı bıçaklı değil kağıtlı kalemli bir mücadele. İlimle, bilimle, edebiyatla ve teknoloji ile sürdürülen ve öyle olması gerektiğini düşündüğüm bir mücahede. Zihnin ve gönlün beraber olduğu, birlikte hareket ettiği bu harekette, ikisi de yerini bilip görevini savsaklamadan devam ettirmeli.

Selam olsun o gönle ve zihne ve onun emanetçilerine…

İlham Edebiyat Dergisi Editörü Yusuf Aydın