Rahip Bahira ya da Buheyra. Asıl adı Arami dilinde “seçilmiş” anlamına gelen Cercis ya da Sergius’tur.
Ne zaman doğduğu, ne zaman vefat ettiği dahil hakkında pek fazla bilginin bulunmadığı bir İsevi; Hafız ez-Zehebi’nin kitabında sahabe isimlerini tahsis ederken kendisinin de ismine yer verdiği ve “Rasulullah (s.a.s)’i bi’setten görmüş ve iman etmiştir” dediği, bazı rivayetlere göre o dönemlerde elinde gerçek İncil nüshası ya da çok değerli bir takım sahifeler bulunduran, teslis inancını benimsemiş rahipler tarafından dışlanan ve Kudüs Şam arası bir manastırda yalnız yaşayan bilge bir insandır.
Rahip Bahira’nın Efendimiz Aleyhisselam’ı görmekle sahabe olduğu kanaatine karşılık; nübüvvetten önce görmesi sebebiyle sahabe olamayacağını da söyleyen alimler mevcuttur. Bununla beraber Peygamber Efendimiz’in yirmi beş yaşında iken Hz Hatice’nin ticaret kervanıyla Suriye’ye tekrar gittiği, yanında Hz. Ebu Bekir ve Hz Bilal’in de bulunduğu ve orada bir rahiple görüştüğü aktarılsa da, kuvvetli olan görüş, Efendimiz’in bu görüşmeyi yaptığı şahsın, Bahira’dan sonra yerine gelen kişi olduğudur.
Rahip Bahira ile Peygamber (a.s)’nin karşılaşmaları sahih birçok kaynakta mevcuttur. Tirmizi, el-Hakim, ibn-i Sa’d, el-Beyhaki, Ebû Nu’aym, el-Beyhakî, İbn Asâkir ve daha başkaları Hz. Ali, Ebû Musa el-Eş’arî, Abdullah b. Ebzâ, Abdullah b. Muhammed b. Akîl (Allah hepsinden razı olsun) başkaları kanalıyla rivayet etmişlerdir.
Peygamber Efendimiz (s.a.s) dokuz ya da on üç yaşlarında iken amcası Ebu Talip’le birlikte ticaret için Şam’a gitmiş ve orada her zaman adet olunduğu üzere, Bahira Manastırı’nda konaklamışlardır. Kervanı manastırın penceresinden izleyen Bahira’nın, yol boyu takip eden bir bulut ve yaklaşınca eğilen ağaç dalları dikkatini çekmiş ve normalde kimseyle ilgilenmeyen ve yemek yedirmek adeti olmayan bu rahip, okuduğu sahifelerde işaret edilen peygamberin alametleri olacağı düşüncesi ile kervandakileri yemeğe davet etmiştir ve gelenlerin fiziksel özelliklerini gizlice incelemiştir. İçlerinde tarife uyan biri olmamasından ya da başka bir rivayete göre bulutun hala kervanın üstünde beklemesinden dolayı kervanda kalan kimse olup olmadığını sormuş, en genç olan Muhammed (s.a.s)’in kervanı beklemesi için bırakıldığını öğrenince onun da gelmesini istemiş; geldiğinde ise onun tariflere uyması hem de mübarek hatm-i nübüvveti görmesi ile onun seçilmiş kişi olduğuna kanaat etmiştir.
O dönemlerde hristiyan ve yahudilerin ileri gelenleri, hepsi son peygamberin gelişinin yakın olduğunu biliyorlardı. Fakat her dini grup ya da kabile, özellikle de İsrailoğulları, üstünlük elde etmek için kendi içlerinden zuhur etmesini istiyorlardı.
Rahip Bahira, Ebu Talip’i, yeğenini özellikle yahudilerden korumak için buradan götürmesi gerektiği konusunda uyarmış, amcası da bu ikazı dikkate alıp Mekke’ye geri dönmüştür.
Bu olayla ilgili İslam alimleri bir takım ihtilaflara düşmüşlerdir. Örneğin; bu hadiseyi Rasulullah (a.s) neden hiç anlatmamıştır? Bu hadiseye şahit olanlar başta Ebu Talip, neden iman etmemiştir gibi sorular sormuşlardır.
Ebubekir Sifil’in bu hadiseyle ilgili sorulara cevaplar yönelttiği yazı dizisinde; Efendimiz (a.s)’nin olayı anlatmamasını, diğer mucizelerinin de kendisinin değil sahabenin gözlemleri olarak bize aktarıldığı; Ebu Talip’in iman etmemesinin atalar dininden dönememesi olduğu gibi örnekleyeceğimiz şekilde yanıtlamıştır.
Sadece İslami kaynaklarda değil birçok Hristiyan kaynakta da bu olay yazılmış, daha çok İslam’ı karalamak için suistimal edilmiş; nübüvvetin vahyin ilahi kaynaklı olması gerçeğine savaş açmak adına çarpıtılmıştır. Hristiyanlar bu karşılaşma üzerine birçok senaryo uydurmuş; Allah Resulü’ne Bahira’nın bir takım telkinler verdiğini ve ileri dönemde zuhur eden peygamberliğin de bu telkinlerden öğrenilmiş bir iddia olduğunu yazacak denli ileri gitmişlerdir.
Bir asır kadar önce, İslam camiasında bu olayla ilintili bir şehir efsanesi türemiş, söz konusu resmin, Efendimiz Aleyhisselam’ı çocuk halde gören Bahira’nın, onun suretini bir kayaya çizdiği ve yüzyıllar sonra o kayanın parçalarının toplanıp resminin birleştirilmiş hali olduğu kulaktan kulağa yayılmış. Şimdilerde internet ortamında kolaylıkla bulunan bu resim eskiden nadir insanların fotoğraf albümünün bir köşesinde saklanır olmuş.
Bazı araştırmalara göre bu resim 1878 doğumlu Ruddolf Raynold isimli bir fotoğraf sanatçısı tarafından çekilmiş; Tahran’da yaşayan Süryani bir ailenin Sabrina Urbabella adlı kızı olduğu, bazı işgüzarlar tarafından bir hikayeye uyarlanıp ilk olarak 1914 yılında bir Suud iş adamına Tunus’ta kırk bin dolara satıldığı gibi bazı yeni hikayeler ortaya atılmıştır.
Muhtemeldir ki bir kısım cahil insanlar haricinde bu resme inanan bilinçli bir müslüman olamaz. Belki de “Ben Şems’i Şam’da gördüm” diyen adama Hz Mevlana’nın üstündeki kaftanını çıkarıp vermesi sonrası, talebelerinin “Bu adam bir yalancıdır neden ona böyle değerli bir hediye verdiniz?” dediklerinde, Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin “bilirim yalandır, şayet gerçek olsa ona canımı verirdim” demesindeki o latif hasret sarhoşluğu gibi “ona atfedilmiş herhangi bir eşya” hassasiyetinden ibaret bir hayal ürünü olarak saklanmıştır, kim bilir…
Allah’tan rahmet dileyelim ve Nurullah Genç’in meşhur “Yağmur” şiirinden Bahira’nın ismi geçen bölümünü alıntılayarak bitirelim;
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım,
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım,
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım,
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım,
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım,
Bahira’dan süzülen bir yaş da ben olsaydım…
Kevser ÇAKIR