أَفْضَلُ الأَعْمَالِ الْحُبُّ فِي اللَّهِ وَالْبُغْضُ فِي اللَّهِ
Yapılabilecek en güzel şey Allah için sevmek ve Allah için sevmemektir.
Hz. Muhammed – Salat, Selam, İhtiram
Sanki içimizde(n), bu iş böyle olmamalı diye bir ses duyuyormuşuz gibi.
Es ist: als ob [wir] eine Stimme wahrnaehmen, es müsse anders zugehen.
Immanuel Kant
Bu tür davetlerde iki noktaya özellikle dikkat ediyorum. Bir tanesi gittiğim şehrin önemli isimlerine bakıyorum. O şehrin eğer tarihte kalıcı, etkili isimleri varsa konuşmamı da ona göre seçiyorum […] İkincisi ise, dinleyici kitlesini elden geldiğince azaltmak için zor başlıklar koyuyorum ki entelektüel uğraşın böyle çok da ayağa düşmemesi gerektiğini ima ediyorum. O açıdan, bilmiyorum, başlığı okuyarak mı geldiniz, yoksa bir etkinlik var biz de katılalım mı dediniz…
İhsan Fazlıoğlu
1
Sevmiyorum Of’lu İhsan’ı, haz etmiyorum kendisinden. Tanımıyorum da üstelik. Ekranlarda gördüklerim ve duyduklarım yetiyor bana. Daha çok taraftarlarının kalitesi aslında. Ne dersiniz siz Türkler, fanlarını göster bana kim olduğunu söyleyeyim sana. Davranış ve zihinsel açıdan hiçbir zor tarafı yok ayrıca, bir baktın mı, iki kulak verdin mi ortada. Merhum Anneannem derdi, Of’tan evliya koyma avliya. Tabii ki bu sadece bir tekerleme. İhsan sever tekerlemeleri ama, dolayısıyla anladığı dilden konuşmaya çalışıyorum. Ve tabii ki bütün sevgili ve saygılı hemşerilerimden, Oflulardan, özür diliyorum. Nitekim zikrettiğim tekerlemenin bütün Oflular için, haddizatında kahir ekseriyeti için, geçerli olmadığını pekâlâ biliyorum. Ben de oralıyım, Sürmeneli. Ama İhsan’a cuk diye oturmuş yani. Avlu demişken, bu kelime bana ἀγορά kavramını hatırlatıyor, birazdan üzerinde durmaya çalışacağım kısaca. Girişte İhsan’dan aktardığım alıntı sadece İhsan’ın kendisinin, şahsen, değil ama, haddizatında ve daha çok içinde yaşadığımız ve nefes alıp vermekte zorlandığımız, boğulmaya yüz tuttuğumuz kültürün de son derece bariz bir dışa vurumu. Yoksa sadece mezkûr şahıs olsa mesele sen konuşuyorsun ya, daha nereye düşsün entelektüel uğraş der çıkarsınız işin içinden. İşin en mide bulandırıcı tarafı ise, ki sinek küçüktür ama mide bulandırır diyorsunuz siz Türkler, ne olursa olsun bir insanın kendisini dinlemeye gelen ve gelmeyen insanlara bu kadar pervasız bir şekilde hakaret edebilme hakkını, muhtemelen yetkisini de, kendisinde görebiliyor olmasıdır, özellikle de, klişe olacak ama, ağzından giren her lokma ekmeği onların alın terleriyle üretip verdikleri vergilerden alıyorsa. Adam harbiden, ciddi ciddi ciddi bir şeyler söyleyeceğine, söyleyebileceğine inanıyor, bir şeyler bildiğini ve üstüne üstlük bu bildiği şeylerin önemli, çok önemli olduğunu sanıyor, iyi mi? Gerçekten inanıyor mu, yoksa sadece öyle mi yapıyor, … artık. Yediriyor ama. Dolayısıyla öyle herkesin, her ipini kopartanın pazar günü pikniğe gider gibi cümbür cemaat kamyon kasasına doluşup da onun konuşmalarına gelmesine müsaade etmek istemiyor. Değişmiyor, bu topraklarda kafalar değişmiyor, ucuzluyor sadece. Halk akademiye akın etti, vatandaş bilgiye ulaşamıyor. Bir ağırlığı var beyimizin nitekim, koca bir geleneği temsil ve teklif ediyor, boru değil. Kendince önlemini de alıyor hani, zor başlıklar seçiyor mesela, mesela insanlar niçin şehir kurarlar? Düşün de dur şimdi işin yoksa, gördün mü, hadi. Siz Türkler muhteşem bir milletsiniz, bir deliniz bir kuyuya bir taş atar, kırk akıllınız çıkaramaz. İnsanlar niçin şehir kurarlar? Hadi, çıkartabiliyorsan çıkart da görelim. Allah, Peygamber ve Kutsal Kitap aşkına, bütün bu saçmalıkları biz finanse etmesek gıkımı dahi çıkartmam, yemin ederim, Vallahi de Billahi de Tallahi de çıkartmam, ama götümüzde don yokken çıplakları giydirmek işimiz olmamalı. Kalite açısından İhsan’dan aşağı kalır tarafı olmayan Dücane Cündioğlu da yapıyor aynı şeyleri mesela, ama ona gülüp geçiyoruz, beleşten eğleniyoruz, çünkü onun maaşını biz vermiyoruz.
2
Johann Sebastian Bach‘ın Die Kunst der Fuge‘si gibi Aydınlanma da yarım kalmış bir projedir haddizatında, Jürgen Habermas‘ın ifadesiyle ein unvollendetes Projekt. Biz Avludan, Agoradan söz edelim isterseniz. Agora eşitlerin konuştukları, tartıştıkları, demokratik sorunlara demokratik çözümler aradıkları bir Avlu. Hakikati arayıp da buldukları değil ama, hakikatin ne olduğuna, haddizatında ne olması gerektiğine oturup, ayakta ya da yürürken — ki en iyisi bu, Trau keinem Gedanken, der im Sitzen kommt / Otururken [ve dururken] gelen hiçbir düşünceye güvenme (Friedrich Nietzsche) –, ama her hâlükârda birlikte karar verdikleri bir Avlu. Platonik, bu demek epistemik nesnelliğin tam zıttı yani. Nitekim Platon’un demokrasiden pek fazla haz etmediğini, onu göremediğini ve en iyisi ortadan kaldırmak istediğini, dolayısıyla da episteme denilen garabeti de sadece bu işin üstesinden gelebilmek için icat ettiğini biliyoruz. Bu, bu. Şunu da görüyoruz burada ama, yapı hep aynı yapı, o zaman ne ise, onlarda ne ise, bu zaman da bunlarda da o. Bir şeye güç kazandırabilmek için onu bir şekilde yukarıya (doğa, din, ideoloji, tarih, gelenek, dava vb.) çıkartmak gerekiyor, ancak bu durumda sonrasında onu aşağıya indirip efektif kullanabilmek mümkün oluyor. Yukarıya çıkıp inmeden hiçbir şey itibar kazanmıyor. Ve yukarı çıkan her şey yukarısı tarafından yetkilendirilmiş papazlarla birlikte iniyor aşağıya, dolayısıyla yukarısı yetkiyi bu papazlara devrediyor. Artık hocalar konuşuyor, talebeler dinliyor. Agoraya ne hacet, git sor papaza söylesin sana. Bu şekilde entelektüel uğraşın ayağa düşmesinin de önüne geçilmiş oluyor.
Unser Vermögen, auch falsche Welt- und Selbstbilder zu entwerfen, führt zu Ideologie. Das entscheidende ist, dass eben auch falsche Selbstbilder etwas über diejenigen aussagen, die solche Bilder für wahr halten. Es ist ja eine ganz alltaegliche Erfahrung, dass Menschen sich vieles einbilden, dass sie sich ein Bild von sich selbst, ihren Fertigkeiten und Faehigkeiten machen und dieses Bild im Gespraech mit anderen, mit Freund und Feind, auf den Prüfstand stellen.
Dünya ve kendimiz hakkında yanlış tasavvurlar edinebilme imkanımız ideolojiyi yaratır. Belirleyici olan söz konusu bu yanlış tasavvurların dahi onlara sahip olup doğru kabul edenler hakkında bir şeyler söylemeleridir. [Dolayısıyla ve] haddizatında son derece gündelik bir tecrübedir insanların birçok tasavvura sahip olmaları, kendilerini, becerilerini ve yeteneklerini tasavvur ederek bu tasavvuru başkaları, dost ve düşman önünde tartışmaya açıp sınamaları.
Markus Gabriel
Kuzum, insanlar niçin şehir kurarlar? Konuşmak için, anlaşmak için, birbirini dinlemek, birbirine yardım etmek için, sevmek, sevilmek için, hayat zor, hayatı birbirlerine kolaylaştırmak için, yük almak için sırtlarından birbirlerinin, birlikte ağlayıp birlikte gülmek için, kısacası insan oldukları ve öyle kalmak istedikleri için.
İhsan’ın muncurlarını ısırdığını görür gibiyim.
Hafazanallah, Hasbinallah, Elhamdulillah
Şefaat ya Rasulallah
Mustafa KÜÇÜKHÜSEYİN